15 Temmuz'da Genel Kurmay Başkanlığına Girdim
(Cahit Akkoç)
15 Temmuz akşamı Ulus’ta bir kafenin önünde ben, İsmail, Mustafa ve Turan oturuyorduk. O ara jetler alçak irtifada bir iki geçmeye başladılar. Evvela, gösteri falandır diye düşündük. Lakin akşamın bu saati neyin gösterisi olabilirdi ki? Belki de ani gelişen bir terör problemidir diye kendi aramızda konuştuk. Hatta bi ara Mustafa’ya dönüp şunu dediğimi hatırlıyorum: “Mustafa, bundan 10-15 sene öncesi olsa, uçakların bu hareketliliğini hiç hayra yormazdık. Kesin darbe oluyor, derdik. Lakin hamdolsun bugün o ihtimal aklımızın ucundan dahi geçmiyor.”
Derken internet kafenin içindeki birileri; “İstanbul’da sıra dışı bir hareketlilik var” dedi. İnternete girip baktık. Bir şeylerin ters gittiği kesindi. Halkta da bir hareketlilik belirdi. Derken Kızılay’a doğru bir inelim dedik. Kızılay’da tanklarla karşılaştık. Birinin etrafını çepeçevre kuşattık. Deposuna pet şişelerle su boşalttık. Koca koca kaldırım taşlarıyla tankı dövüp, içindeki askerleri çıkarmaya çalıştık. Askerleri çıkarmayı başaramamış olsak da tankın ilerlemesini durdurmayı başarmıştık.
Yüzlerce insan toplanmaya başlamıştı. F16’lar Kızılay caddesinin üzerinde hiç durmadan “sonik patlama” yapacak tarzda alçaktan uçuyorlardı. O gün için bunun “yüksek şiddetteki bir ses patlaması” olduğunu bilmiyoruz tabi. Biz bomba atıyor sanıyoruz. Helikopterler, ilk saatlerde bizi hedef almadan korkutmak amaçlı sağa sola ateş ediyorlardı. Fakat halk hiç korkmadan, büyük bir cesaretle tepki göstermeye devam edince, gece yarısından sonra hedef gözeterek ateş etmeye başladılar.
İnsanlar hiç korkmuyordu. Allah öyle bir coşku vermişti ki, mesela ben şahsen “cesur biriyim” diyemem. Lakin o gece bir başkaydı. Hiç kimse ölüm endişesi diye bir şey bilmiyordu. Ya da ölmeyi bir problem olarak görmüyordu diyeyim. Hayret ettiğim bir başka şey de şudur ki, Helikopter bizi hedef alıp ateş ederken yerdeki insanlar pilota parmak sallıyordu, bağırıp çağırıyordu. Diyebilirim ki, yerdekiler pilottan ve kurşunlardan korkmuyor, pilot yerdekilerden korkuyordu.
Derken Genel Kurmay Başkanlığına doğru yürüdük.
Giriş kapısını yıkıp içeri girmezden önce, korkulukların arkasından haykırıyorduk; “Siz kim oluyorsunuz” “Siz bizi yönetemezsiniz”. Derken baktık laf para etmiyor, girişteki o devasa büyük demir kapıyı yıkıp içeri bahçeye girmeyi başladık. Binanın pencerelerdeki korkulukları söküp, binanın içine sızmayı başarmıştık.
İçerdeki darbeci askerler hedef gözeterek bize ateş ediyordu. Yanımdaki bir genç açılan ateşler sonrası yere yığıldı. Tehlikeli bir yerden isabet almış olacak ki, çok fazla kan kaybediyordu. Etraf çevresi kan gölüne dönmüştü. Muhtemelen o genç bugün yaşamıyordur. Fakat onun bu vaziyetini gören ne ben ne de yanımdaki kız, erkek, yaşlı, genç hiç kimse korkmuyor, çekinmiyor, ilerlemeye devam ediyordu.
Genel Kurmay Başkanlığına ulaşan ilk topluluktan az bir kısmı pencerelerden binanın içerisine girebilmişti. Geriye kalanı yukarı katların pencerelerinden sürekli ateş eden darbeciler sebebiyle ilerleyemiyorlardı. Ben içeriye girenler arsındaydım.
Biz binaya girmeye başlayınca içerideki askerler iki ve üçüncü katlara çekildiler. Bizim elimiz boş, onların elinde en kabiliyetli silahlar varken bile korkup geri çekiliyorlardı. Bu korkuyu onların gözlerinde gördüm ben. Bizi ateş altında tutmalarında dahi bu korku vardı. Yoksa binayı savunmak veya bizi dışarı çıkarmak gibi şuurlu bir planlama ile hareket etmiyorlardı.
Derken içimizden birkaç kişi isabet alıp düşünce, muhtemeldir ki darbeci askerlere cesaret geldi. Yani belki de düşündüler; “Bunlar eli boş vatandaş, biz ise eli silahlı askerleriz. Nelerinden korkup çekineceğiz?” tarzında düşünmüş olabilirler. Artık üzerimize doğru gelmeye başlamışlardı.
Üniformalı birkaç askerle, koridorda karşı karşıya bir vaziyette kalmış-tık. Sanırım içlerinden bir yüzbaşıydı ve silahını bana doğrultmuştu. Bir an için girdiğim pencerenin bulunduğu odaya kendimi atmayı ve geri çıkmayı düşün-dündüysem de geri dönüp kaçmayı sakalıma ve sarığıma yakıştıramadım.
Cephemi onlara doğru döndüm ve üzerlerine yürüdüm. Yürüdüm yürüdüm… Aramızda 1,5-2 m gibi bir mesafe kaldığı anda o yüzbaşını gözlerinin içine baktım ve duyduğu korkuyu gözlerinde okudum.
Korkuyordu, lakin onun elinde G3 silah vardı, benim elim ise boştu. O ara pencereden çıkmaya çalışan onlarca insana gelişi güzel sıktılar, on belki on beş tanesi oracıkta yığılıp kaldı. Sonra çehresini ve silahını tekrar bana doğrultup; “Sen ne arıyorsun lan burada?” dedi ve tetiğe meylettiği anda ben hamle yapmıştım ki, ilk kurşunu yedim. Ayağıma isabet etmişti. O an ayağımı hissetmiyordum. Sanki ayağım kopmuş, yerinde yok gibiydi. Diğer ayağımın üzerine ağırlığımı verip, etrafımdaki vatandaşlara yaslana yaslana kendimi camdan bahçeye atmaya çalıştım.
70-80 cm yükseklikteki pencerenin tam altına düştüm. Atar damarım kopmuştu çok kan kaybediyordum. Öleceğimi düşünüyor, sürekli şahadet ve salavat getiriyorum. Derken herkes çekilmiş ben ve benim gibi ağır yaralılar bahçede kalmıştı.
Bizleri de karga tulumba bir vaziyette taşıyıp, binanın önündeki caddeye atıyorlardı. Dört asker el ve ayaklarımdan kavrayıp beni de taşımak istedi. Her tarafım kan içerisinde, tutamıyorlardı. Ellerinden kayıyordum.
Askerlerin beni dışarı taşıma çabası bir yana, üst rütbeli olduklarını sandığım bir kısım üniformalı alçaklar da canımızı hiçe sayan vaziyetimizden duymuş oldukları rahatsızlıkla, ağza alınamayacak derecede hakaretler ederken;
“Kimsiniz lan siz? Tayyip’i korumaya mı geldiniz buraya? Vatanın gerçek sahipleri biziz!” tarzında bağırıp çağırıyorlar.
Dört asker, (sanırım erbaşlardı) el ve ayaklarımdan tutarak beni tekrar dışarı atmaya çalıştı. Fakat yıkılan giriş kapısı yerden 50-60 santim kadar yük-sek durduğundan, üzerinden aşırtıp geçiremediler. Daha kenardan, hareketli kancaların bulunduğu bir yerden sürüklediler. Tabi yer ile tam irtibatımı kesemediklerinden o ters kancalar karın ve sırt kısımlarımda derin yarıklar meydana getirdi.
Nihayetinde dışarı taşıyıp asfaltın ortasına bıraktılar. Bıraktılar bırakmasına lakin beni oradan alıp hastaneye götürecek birilerinin bulunacağından yana hiçbir ümidim yoktu. Götürseler de kan kaybım sebebiyle yaşayacağıma ihtimal vermiyordum.
Otuzlu yaşlardan bir gençti sanırım yanıma yanaştı ve ayağımdan kaldırdı. Güç yetiremedi. Sonra aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir kadındı sanırım hamle yaptı. Beni tutmak için üzerime eğildiği anda, çok keskin adeta burun kemiğimi sızlatacak derecede bir alkol kokusu aldım.
Ne kadar garip değil mi? Beni o hale getirenlerle, o halden beni kurtarmaya çalışanlar arasındaki şu tenakuza bakar mısınız?
Devamında bir kişi daha derken üç kişi olmuşlardı, beni taşıyıp, bir hafif ticari aracın arka kısmına yerleştirdiler. İlk tıbbi müdahale sürecimde 20 gün kadar hastanede yattım. Sonrasında tedavimin tamamlanması için bir çok defa hastaneye gidip geldim. Halen dahi tam olarak iyileşmiş değilim.
Bu hadise sebebiyle, 15 Temmuz Gazisi olarak taltif edildim ve madalya aldım. Cenab-ı Hak şu kadim Anadolu topraklarında hiçbir zaman alçaklara fırsat vermesin (Amin)
Cahit Akkoç