Aczmendi'nin Arızalı Nurcu Anlayışı Tasfiyesi
Osmanlı imparatorluğunun Kamal-İngiliz iş birliği sayesinde 1923’te Lozan’da tarihe gömülmesiyle Dünya’da İslam’ın hâkim olduğu bir karış toprak parçası kalmamıştır. Bütün İslam toprakları işgal edilmiştir.
Kemalist diktatorya; 1924’ten itibaren İslamî hayatı imha etmek için darağaçlarıyla, mahpushanelerle, zindanlarla, sürgünlerle, infazlarla, darbe-lerle milleti inim inim inletmiştir.
İslam’dan ve İmandan yana, çarşıda, pazarda, sokakta, caddede hiçbir iz, alamet işaret bırakmamıştır. Kala kala minareler kalmış; orada da Arapça ezan okumayı yasaklamıştır.
İşte böylesi bir vasatta Üstad Bediüzzaman (r.a), şeriatın tekrar ihyası, icrası ve tatbiki için Kur’an-ı Azimüşşan’ın ayetlerinden Risale-i Nur ismini verdiği 6000 sahifelik bir program çıkartmış; hem şahsında bu programı fiilen tatbik etmiş, hem de kahramanane mücadelesini vermiştir. (35 senelik hapis ve esareti boyunca yanında Kur’an-ı Kerim’den başka hiçbir kitap yoktur.)
Aczmendi Hareketi; Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a) eserine derç ettiği ve hapishanelerde, sürgünlerde, esaret altında 35 sene boyunca tek başına mücadelesini verdiği programın; cemiyet hayatında tatbik ve icrası maksadıyla; Aczmendiler’in topluca meydana çıkması, sokağa inmesi ve Kemalizm’le meydan muharebesine girişmesidir.
Bediüzzaman (ra), İslamî hassasiyetlerin sıfırın altına düştüğü 20-30-40 -50’lı senelerde “En büyük hizmet İman hakikatlerinin neşri ve ehli imanı dalaletten kurtarmaktır.” dediği vazifeyi, bihakkın vefatına kadar mükemmelen ifa etmiştir. Yani Kemalist diktatoryanın millete zorla dayattığı imansızlığa -dinsizliğe-dalalete-fıska-fücura karşı, millete iman aşısı vurmuştur. Taa 1986 ye kadar bu böyle devam etmiş ve Allah’ın lütfu ile bir iman ordusu kurulmuştur.
1986 senesinde kaderin cilvesiyle, Hacı Müslim Gündüz’ü Allah kuvve-i velayetle meydana atmıştır. Allah’ın lütfu ile Hacı Müslim Gündüz Efendi, Risale-i Nur külliyatında Bediüzzaman (ra) müjdesini verdiği ve “ikinci merhale olarak programına dercettiği” Hilafet-i Muhammediye ünvanıyla şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbik için “tarikat perdesi altında Sünnet-i Seniyyenin ihyası” devresinin fitilini ateşlemiştir.
Aczmendi Hareketi, Kuvve-i velayetle meydana atılan Hacı Müslim Efendi’nin, en akil insanları dahi hayrette bırakacak hamleleriyle, Kemalistleri paniklendirip, telaş içinde “Müslim Gündüz’ü ve Aczmendileri imha edelim” derken, tam aksine Kemalist diktatoryayı imhaya götüren süreci başlatması ve devamında milletin ilk defa idarede söz sahibi olduğu Ak Partinin zuhuruna vesile olan seyrin ateşlenmesidir.
Her ferdini, evvela bütün kökleşmiş alışkanlıklara sonra yerleşik nizama, daha sonrada Dünya’ya meydan okuyacak bir şecaat ve cesaretle hamle adamı yapan, müthiş bir iksirdir, Aczmendi. Ferdin aklında, zihninde, kalp ve ruhunda meydana getirdiği bu devrim, gün gelecek sosyoloji kürsülerinin en çok üzerinde çalışma yaptığı araştırma konuları arasına girecek bir hususiyettedir.
Sıradan bir vatandaşın, en kısa sürede hayatını alt-üst edip tamamen değiştirecek kadar te’sir gösteren ve Prof. Ünvanlı insanların dahi sırrını çözemediği, acaib-ul garaib bir ilim, fikir ve aksiyon hareketidir, Aczmendi. Ayrıca mensuplarına kazandırdığı kendine güven duygusu ve şahsiyet kokan eda, şaheserdir.
Üçyüz senedir Müslümanların (aydınlarına dahi sirayet eden) batı karşısında kendini hiç gören, mıymıntı, pısırık, ezik- büzük, kendine güvenini kaybetmiş, silik edalı mahkûm tavırlı ruh halinden kurtarıp; yelelerini açıp kükreyen aslana büründüren; korkusuz, cesur, kararlı ve hâkim tavır içerisinde “benim de bir fikirim, mefkurem, sözüm var” edalı bir vaziyete sokan Aczmendi mayası, her türlü takdirin fevkindedir.
Karşılaştığı her problemde, Sünnet-i Seniyyenin kerametiyle kısa sürede problemleri çözmekteki becerisi, insanların akıllarının anlamayacağı kadar fevkaladelik göstermektedir.
Ve ne gariptir ki, kendi zamanlarında geleceği yaşayanlar hiçbir devirde anlaşılmamış ve de anlaşılamayacaklardır.
Kemalist diktatorya, hayatiyetinin devamını temin eden esaret kanunlarının ilk defa Aczmendiler karşısında tesirsiz kaldığına fark etmiş; Aczmendiler’e hücum ettikçe daha da güçlendiklerinin şokunu yaşamış; Aczmendilere karşı rutin dışına çıkmak zorunda kalmış ve PKK’dan daha tehlikeli görerek, Aczmendileri imha için 28 Şubat darbesini yapmıştır.
Kemalist rejim Aczmendi’lerin Sünnet-i Seniyye olan kıyafetlerini “Devrim kanunlarına karşı gelmek ve Mustafa Kemal’in manevi şahsiyetine hakaret” kabul ederek, her türlü baskı, sindirme, yıldırma ve cezalandırma yoluna gitmiş, bu da kifayet etmeyince, kökten imha etmek için 28 Şubat darbesini yapmıştır.
Mahkemelerde Aczmendileri yargılayan hâkimler “Sarığını çıkar” dediklerinde, Aczmendiler; “Devrim kanunlarına göre tüm memurların şapka giymesi zorunludur. Siz önce şapka giyin, sonra sarık sarmakla kanunu çiğnediğimi iddia edin” savunmasıyla onları şaşkına çevirmişlerdir. Aczmendilerin pervasız ve darbecileri bizzat kendi kanun ve uygulamaları eliyle mahkûm eden müspet mücadele metodu, şaheserdir.
Rejimin Sünnet-i Saniyeye düşmanlığı Allah ve Resulüne (a.s.m) savaş açmasından kaynaklanıyordu. Kemalist rejim; bir taraftan Aczmendilere karakollarda ve hapishanelerde işkence ederken, diğer taraftan halk nezdinde bu düşmanlığı kamufle edebilmek ve dine imana olan düşmanlığını gizlemek için yazılı ve görsel basında Aczmendilerin “Karanlık mihraklar” olduğuna dair haberler yayınlıyordu.
Bu iş için özellikle paralelin gazete ve TV’leri kullanılıyor, dessasane senaryolarla çekilmiş diziler yayınlıyor, iftiralar atılıyor, bu da yetmezmiş gibi Fethullah Gülen de belirli aralıklarla Aczmendiler için beyanatlar veriyordu. Aciptir ki, süreç sonrası her iki yapı (Kemalistler ve FETÖ) birbirini imha eder bir vaziyet alacak ve zalimi zalime çattıran kaderin pençesinden kurtulamayacaklardı.
Kemalist diktatorya ve onun işbirlikçi avaneleri, gece -gündüz Hacı Müslim Efendiye iftira üstüne iftiralar attırıyorlar ve keyifle şampanyalar patlatıyorlardı. Tam bu gulgule içinde farkına varamadıkları şeyler oldu! Darbeciler Hacı Müslim Gündüz’ü imha edelim derken, medya tarihinde ilk defa, Kemalizm ve İslam, laiklik ve şeriat, din ve Lâdinîlik, ilke ve inkılaplar halkın önünde tartışılmaya başlanmıştı. Hâlbuki 1923 ten beri bu kavramları tartışmaya açmak, konuşmak, yorum yapmak yasaktı. Hatta hiç kimse açıktan Kemalizm’le İslam’ı o güne dek açıktan tartışamazdı. Yasaktı. Bu konularda yazı yazan insanlar hapishane köşelerinde ölüme terkedilmişti.
Kemalist anlayış milleti Demirel ile Ecevit arasında senelerce paylaştırmış, milleti sağcı-solcu diye ikiye ayırıp senelerce birbiriyle boğuşturmuş, fakat hiçbir zaman akıllarının arkasındaki din iman düşmanlığını bahis konusu yapmamış, yaptırmamışlardı.
Önceki darbelerde Demirel’le Ecevit’e (güya) yasaklar getiren darbeciler, 28 Şubat’ta birini Cumhurbaşkanı diğerini Başbakan yapmıştı; Hâlbuki milletin nice civanmertleri bu iki kişi yüzünden heba olmamışlar mıydı?
28 Şubat Darbesiyle Aczmendiler’e toslayan rejimin bütün maskeleri bir bir düşüyordu… Aczmendiler, milleti senelerce uyutanların Kemalist münafıklar olduğunu, fiilen deşifre eden turnusol kâğıdı görevi yapıyordu. Kendine oynanan oyunları fark edip şuurlanan millet, 1923 ten beri iktidarda olan darbecilerden intikam almak için 2003’te Tayyib Erdoğan’ın arkasında safa duruyor, yıllarca kendine Ali Cengiz oyunu yapan siyasilerin hepsini tasfiye ediyordu. Kemalist diktatoryanın bütün temel taşları sallana-sallana düşme trendine giriyordu. Rejim, Aczmendileri imha edelim derken, halkın onları ve avanelerini imha edeceği süreci başlattığını anladığında çok geç olmuştu.
Mehmet Ali Birand ölmeden önceki yazısında; “Darbeciler böyle olacağını bilselerdi darbe teşebbüsüne girişmezlerdi” diyerek süreci çok güzel ifade etmişti.”
Aczmendiler, 28 Şubat darbecilerine karşı meydan okuyarak onların bütün hücumlarını üzerlerine çekip, darbecilerin hesapsız hareketine sebep olmuş ve milletten sakladıkları münafıkane çehrelerinin tamamen deşifre olmasına vesile olmuşlardı.
Evet; çok çok ağır bedeller ödendi. Lakin meydana gelen netice için bunun bin katı bedel ödenseydi yine de az gelirdi. Ne diyordu Üstad Bediüzzaman (r.a): “Alem-i İslam’a ve istikbale pek acı tesiri olan bu müthiş adamın mahiyetinin ne olduğunun bilinmesi için “binler adam hapse girse, hatta idam olsalar, din-i İslam cihetiyle yine ucuzdur.”
Elhamdulillah!
Arızalı Nurcu Anlayışı Tasfiyesi
Nurculuk, Kemalist rejimle sorunu olmayan itikadî bir bozukluk içindeydi. Aczmendilik Nurculuğun hakikatini millete göstermiştir.
Nurcuların ekseri, Süleyman Demirel’in kuyruğuna takılmış, Nurculuğu ona oy vermek, peşine düşmek, gazete ve benzeri neşriyatlarla onun propagandasını yapmak ve ona oy toplamakla meşgul olmak sanıyorlardı.
Kendini gazete ve televizyonları vasıtasıyla millete Nurcu diye yutturan Gülen de her iktidarın yaltakçısı, her güçlünün emirber neferi, Ecevit’in şakşakçısı olmuş bir vaziyetteydi.
Elini öpeceğimiz samimiyetteki, müttaki bir kısım Nurcular da, dershanelere gömülmüş İslam’ın ikbalinden çok, kendi istikballerinin derdine düşmüş, bildikleri ne varsa dershane köşelerinde anlatmayı yeterli görüyordu.
İşte tamda böyle bir vasatta, Hacı Müslim Efendi, velayetin akıl sınırla-rını zorlayan zuhuruyla bir avuç samimi Müslüman’ı etrafına cem edip, diktatoryanın kalbine (Ankara’ya) sünnet-i seniyye silahıyla kıyama kalkıyordu. Müslümanların imanına kuvvet veren ve ferahlandıran bu vaziyet “Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi olsa olsa böyle olur” dedirtiyor ve insanların Bediüzzaman ve Nurcular hakkındaki su-i zanlarını tadil ediyordu.
Dershanelerinde köylü, bakkal, kasap, işçi barındırmayan ve gariban-lara sırtını dönen ve sanki imanın sadece doktor, savcı, avukat, müdür, müteahhide olacağını zannettiren zenginlere peşkeş çekilen Nur Hizmeti, Hacı Müslim Efendi’nin çıkışıyla Aczmendi dergâhlarının açılışıyla, tekrar asli hüviyetine dönüyordu. Aczmendi Dergâhlarında, dünya malının ve makamının değil, muttaki olmanın değer gördüğü ve garibanın, işçinin, zenginin, fakirin, yaşlının, gencin aynı safta beraberce namaza durup, aynı kürsünün etrafında sohbet edebildiği bir tatbikat hayatlanıyordu.
Üstad Bediüzzaman’ın (ra) vefaatinin ardından başlayan bazı yanlış tatbikatlar, zamanla şirazesinden çıkmış ve Nurculuğu, beş yıldızlı otel salonlarında veya ultra lüks dairelerde konferanslar vermek, şaşaalı paneller tertiplemek olarak” anlaşılabilecek bir vaziyete getirmişti. Allah’ın (cc) şan-şöhret, şatafat, debdebe, gösterişle değil, takva, vera ve azimetinin esas alındığı içine hiçbir Dünyevi menfaatin katılmadığı ihlaslı amelleri kabul ettiği adeta unutulmuştu.
Böylesi bir vasatta, Hacı Müslim Efendi, babadan kalma kerpiçten yapılma, toprak dergâhta hadis -fıkıh -tefsir sohbetleri yapıyordu. Kaderin şu garip işe bakın ki, İstanbul-Ankara vilayetlerinin lüks otellerinde verilen ve binlerce kişinin katıldığı panellerden, konferanslardan, tebliğlerden rahatsız olmayan rejim; bir odayı ancak dolduracak sayıdaki insanın, virane denecek mahiyetteki sohbet mekânında konuşulanlara kulak kabartıp, ürküp çekiniyordu. Ve o küçük cemaatin sözleri ve eylemleri Türkiye’nin gündemini belirliyordu.
Üstad Bediüzzaman (ra) mahkemelerde, Barla’nın, Emirdağ’ın dağ ve derelerinde söylediği her şeyin hükümet erkânını rahatsız etmesi ve öyle ki, yanına misafir dahi kabul etmesine müsaade edilmeyen bir tek şahsın, başında teyyareler gezdirecek kadar endişe etmesi misal, Hacı Müslim Efendi’nin o virane hanedeki her sözü, her sohbeti, her röportajı ceridelerin üzerinde en çok yorum, tahlil ve analiz yaptıkları gündem maddesi haline geliyordu.
Aczmendi, parası, gücü, makamı olanın değil, ümmet-i Muhammed için hizmeti, gayreti ve ihlası olanın söz sahibi olduğu, sahabe-i kiram devrindeki tatbikatının bir cilvesiydi. Nurcular arasında çığır açmıştı.
İşte Resul’ün (sav) sünnetine bürünmek; dünyanın şan şöhret, mal, mülk, makam her ne varsa onlardan vazgeçmekle hem iman cenahına kuvvet veriyor hem de ehl-i tevhidi tağutla mindere çıkmaya icbar ediyordu.
Evet işte bu mücahede, kâinat kuruldu kurulalı süre gelen “iman ve küfür mücadelesinin” enfüsi ve afaki veçhesinden başkası değildi. Ve Risale-i Nurlar da bundan başka bir gaye için telif edilmemişti.
Esedullah Remzi Yıldız
Ekim 2016