Aczmendi’nin İlk Yıllarına Ait Bir Ders Müzakeresi
(Müslim Gündüz)
Muhterem Kardaşım,
Mübarek mektubunuz ulaştı. Lütuf oldu ve ferah verdi. Bilmukabele şuhur-u selaseyi ve leyali-i mübarekenizi bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Rabbim emsal-i kesiresiyle müşerref eylesin.
Kardaşım, mektubunuzda bazı müşküllerinizin olduğundan bahsetmişsiniz. Hüsn-ü zan ederek bizim gibi müflislerden cevap beklemişsiniz. Öyle bir beldede ve o beldenin öyle bir ehl-i tahkik dershanesinde bulunuyorsunuz ki; oraya arz-ı hacet etmek bize lazım iken işi bu mecraya döktünüz. Her ne ise…
Kardaşım, malumdur ki; Hakkı hak olarak bilmek başkadır, bu hakka ittiba etmek başkadır. “Her müslimin her vasfı müslim olmak…” kelamı ki Lemaatta mezkurdur delalet ediyor ki, insanın hak bildiği her şeye ittiba etmesi her zaman mümkün olmuyor.
Mesala: Sehavet hak bir sıfattır. Herkes bunu kabul eder ama kaç kişi tatbik edebilir? Siz misalleri çoğaltabilirsiniz. Demek neticenin kayyumu imandır. Delil ve bürhan ona menfez açmak içindir. Delil ve bürhan bilmek, iman değildir; imanın kemali hiç değildir. Yoksa müsteşrikler bizden iyi Müslüman olurlardı. Bütün bu sözleri şunun için söylüyorum: Fakir, bazı hak olan işlerden bahsedeceğim. Cenab-ı Allah’ın eltaf-ı İlahîsinden diliyorum ki ittiba etmekte nasibimizi ziyade ede. Amin.
Mesleğimizde etba değil, ittiba esastır. Yani esas olan kemalat erbabına ittibadır. İrşad edecek adam aramak değildir.
1- O halde Kur’anî hakikatları muhtaç olanlara duyurmak işi nasıl olacak? diyorsunuz.
Elcevap: Her bir Risale-i Nur Talebesi bulunduğu mertebede iki veçhe taşımaktadır.
Bir yüzüyle irtibatta ifrat edeceği yani muhabbetin şiddetli mertebesiyle kendisine rabıtalı olup “nuranî ruhların aksi” hakikatıyla ahz-ı feyz edeceği daire içinde bir mürşide teveccüh etmek. Bu yüzüyle kendi eksik ve noksanlarını tesviye etmek, Risaleleri kendisiyle değil o kâmil ile anlamak ve tatbik etmek. “Risaleleri okumak sırasında sizde hasıl olan yüksek hal, o anda dellal-ı Kur’an Said’in vekili belki aynı hükmüne geçtiğin içindir.” (Not: İbare nakillerinde aklımda kalan şekliyle yazıyorum. Aslını Risalelerden bulursunuz.) Daha birçok hakikatlar bu sırrın şahididir.
İkinci yüzüyle, herkes bulunduğu yerde kendinden daha geride, himmet ve şefkate muhtaç olanlara karşı şefkat etmekle mükellef olduğundan, bütün gücüyle Kur’an hakikatlarını muhtaç olanlara ulaştırmaya çalışacaktır.
Eğer birinci yüz itibarıyla rabıtalı olmadan bu ikinci hizmette çalışırsa hubb-u riyaset o adamı esir alır. “Kendini görür, kendini bilir من التخذالهه هوایه altında dahil olur.” Ne kadar acz kılıfına girip hizmette muvaffak olsa, enaniyette o derece kuvvet peyda eder. Cismin küçüldükçe hayatın şiddet peyda etmesi malumdur.
O halde diyebiliriz ki : İttiba olmadan, bir insanın enaniyeti, anlaması ve hizmeti nispetinde kuvvet peyda eder.
Diyebilirim ki : Şefkat dairesi başkasına zararlı olmaktan kurtulmak ve muhtac-ı himmet olanlara faideli olmaktır. Bunda terakkiye kifayet olsaydı, şefkat taşıyan canavarlar ıslah-ı hal ederdi.
Muhabbet dairesi “Kendinden ve suret-i faniyeden geçmek dairesidir.” Bu olmadan nuranî inkişaf mümkün değildir.
Şefkat dairesi İbrahim Halilullah’ın (as) dairesi, muhabbet dairesi ise Habibullah olan Muhammed’in (asm) dairesidir. Muhabbet pergelin ayağı, şefkat çemberidir. Muhabbet ayağı sağlam basılmazsa daire çizmek mümkün olmaz, müşevveşiyet düşer. Burada sözün yeri çok geniştir, bu kadar yetsin…
2- “Hazm edilmeyen ilim telkin edilmemeli” buyuruluyor. Bunu nasıl anlayacağız?
Elcevap: Fakir anladığımı yazıyorum. İnşaallah yanlış olmaz.
On kişilik bir arkadaş grubu düşünelim. Her birimiz aynı ağacın elma-larından birer tane aldık ve yedik. Bir iki dakika sonra yani hazım başlamadan biri geldi, dedi: “Ne yediyseniz çıkarın.” Biz hepimiz yediğimizi çıkardık. Çıkan şeyler yine hep aynı şeyler olacaktır. Amma iki üç saat sonra yenilen şeyler hazm olduğundan herkes yediğinin enerjisini kendi aklî melekesiyle, şehevî kuvveleriyle ve gadabî kuvveleriyle izhar edeceğinden asla birbirinin aynı olmayacaktır.
Bu basit misalden şu hakikata geçeyim: Eğer okunan Risaleler hazm olunsa herkesin hilkatinde cari olan galip Esma cihetinde inkişaf meydana getirmekle diğerlerinden ayrı bir özellik kazandırır. Torna tezgahından çıkan yarım parmak cıvata gibi Edirne’de de Erzurum’da da aynı şeylerle ortaya çıkmaz. Yani bir dairede (Risale-i Nur Dairesi) herkes aynı mesele karşısında aynı vecizeleri söylüyorsa o dairede hazım yoktur. Temasül vardır. Bu da tezada sebeptir. Şimdi anlaşılıyor mu ihtilafların temelindeki yatan sebep ve saik nedir?
Eğer bir insan Risaleleri hazmetse istemeyen kardeş olur. Yani, halka muhabbeti ve halktan havfı terk eder. Hakka teveccüh kapısının eşiğine yapışır. Yoksa en istemeyen kardeş en çok boynunu büken değildir…
3- Fenafilihvanı nasıl anlayacağız? Herkes diyor ki: Hepimiz birbirimizde faniyiz. Bir mürşit’de mi fena olunur? Birbirimizde mi fena olunur?
Elcevap: Benim anladığım;
“İkinci Nokta: Ehl-i tarîkat ve hakikatça müttefekun aleyh bir esas var ki:
Tarîk-ı hakta sülûk eden bir insan, nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lâzım gelir ki; nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fena-fi’ş-şeyh hükmüne gelir. “Ben” dediği vakit, şeyhinin hissiyatıyla konuşur ve hâkeza…” (Sekizinci Lem’a)
- Mesleğimiz hakikattır. O halde bu bize de derstir. Şeyh kelimesinin yerine ihvan kelimesini koy. Fenafilihvan nasıl olacaksa öylece anla.
- Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup biz birbirimizde faniyiz diyen adam, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup milyonlarca insanın hangisinin hissiyatıyla hissiyatlanıyor, bunu sormak lazım! Nefsin oyunu…
- Fena ne demek? Biz birbirimizde faniyiz ne demek? Hepsi yoksa “biz” nedir? Hepsi varsa “fena” nedir? Hepsi terbiyeli ise terbiyecilere (ağabey vesaire) ne ihtiyaç vardı? Hepsi aksine sıfatla muttasıfsa terbiyeci nerede? Lüzumlu değil mi?
- Madem Risale-i Nur dairesinde dost, kardeş, talebe diye üç sınıf var. O halde mesleğin düsturlarını beyan eden kısımlardaki hitaplar da üç mertebe taşıyacaktır. Herkes nasibi olanı alacaktır. Zorlamanın hiçbir faidesi yoktur.
- Veraset-i Nübüvvet sırrını Hazret-i Üstad’dan devr alan Kamil (r.a)… aralarında bir nefes miktarı boşluk dahi olmadan başımızda ve aramızdadır. Eğer bir an, alemden sırr-ı kayyumiyet zail olsa alem derhal helake uğrar. İşte cilve-i kayyumiyet o canlar canındadır. Çapulcu insanlar güruhunda değildir. Yağmur onun yüzünden yağar, otlar onun duası bereketiyle biter. Sohbet-i nebevi, nazar-ı nebevi, nur-u nebevi özelliği o insan-ı kamildedir ki; O Risalelerin eksiklerini tamamlayacak, zulüm ile dolan alemi adaletle dolduracaktır(ra).
Binler selam eder, selametinize dua ederiz.
Elbaki hüvelbaki
Müslim Gündüz