Aczmendi̇’ni̇n Menşei̇ ve Zuhuru

Malum olduğu üzere “Kur’an’ı Kerim’in beyanları zamanın ihtiyacına,  makamın iktizasına, muhatabın vaziyetine göre ayrı ayrı olduğundan” tarihî seyir içerisinde her asrın kendine münhasır manalarını deruhte eden Kur’an  tefsirleri vücuda gelmiştir.  

Bu eserler içerisinde asrımızın ihtiyacına, fikriyatına ve hissiyatına en  münasip bir tarzda reçeteler sunan tefsirlerden biri, belki de birincisi; Risale-i  Nurlar’dır. Risale-i Nurlar, ahir zaman hadisatını siyasî, içtimaî, itikadî ve imanî olmak üzere çok yönlü mütalaa eden; yaptığı tahlil ve teşhisleri, asrın insanına  en münasip tarzda reçetelendiren müstesna eserlerdir.   

Gerek hitap ettiği asrın dehşeti ve gerekse de küllî ve şümullü  muhteviyatı itibariyle, Risale-i Nurlar’ın en isabetli ve selametli bir tarzda  tahsili, talimi ve tatbiki; her dersin “İktiza ettiği makama münasip bir tarzda” mütalaa edilmesiyle ancak mümkündür.

Aksi takdirde, şu dehşetli ahir zaman hadisatı içerisinde değil hastalıkların tedavisine, bilakis hastalığın katmerleşmesine ve dahi yeni hastalıkların vücuda gelmesine vesile  olabilecektir.  

Bu öylesi bir tehlikedir ki; beyanları “apaçık” olan Kur’an’ı Kerim için  dahi muhtemel ve hatta vâkidir. Öyle olmasa “delillerini Kur’an’dan gösteren” bu kadar çok dalalet fırkası başka türlü nasıl izah edilebilir ki? Demek ki; asl olan delil ve reçeteler değil, kullanılma şekli ve yeridir.  

Bu münasebetledir ki, Rabbimiz Kur’an’ı muallimiyle (a.s.m) beraber gönderdi. Ve yine bu hikmete binaendir ki, henüz Peygamberimiz (a.s.m) hayattayken bir kısım sahabe “Tercümânü’l Kur’ân” olarak tesmiye olundu ve  Sahabe Efendilerimiz bir kısım meselelerde bu zatlara müracaatta bulundu. Sonraki her asırda dahi, “Kur’an’a dürbün ve ayine olan her bir tefsir” müfessirleriyle tahsil ve talim edildi ve o müfessirlerin rahle-i tedrisinden  geçen talebelerce ders verildi. 

Muallimsiz Risale-Nur Anlayışı

Lakin ne aciptir ki, fitne-i ahir zaman gibi en musibetli bir asrın tefsiri olan Risale-i Nurlar için “Muallime ihtiyaç yok!”, “Her muhatap doğrudan  istifade edebilir.” tarzında yanlış bir anlayış Nur  Talebeleri arasında zamanla kuvvetlendi.   

Elbette ki “mîri malı” bir eserden herkes istifade  edebilir. Lakin aynı “miri malı” eser muhatabına diyor ki; “Herkes her bir meselemi tam anlayamaz.” 

Ve yine ekliyor; “Ehl-i kalp ve sahip-i halin derecatına göre o feyzi  gösterebilirim.” 

Ve bir temsil getiriyor; “Herkes elinin  yetiştiği nispette meyvelerimden istifade edebilir.” 

Ve en nihayet hükmünü veriyor; “Derecât-ı takdir, derecât-ı  fehim gibi mütefavit ve müteaddittir. Herkes derece-i  fehmine göre takdir edebilir.” (Emirdağ L, 28. Mektup, 7. Şua,  İşaret’ül İcaz)

Kaldı ki, eserler içerisinde en umumiyetli ve en selametli ve en ziyade anlaşılabilir ve en tesirli olan Kur’an-ı Kerim; muallimine (a.s.m) ve dahi o muallimin davasını anlayıp neşreden Ehl-i Beyt’ine ve dahi “İşin  ehline” (Nahl-43) işaret ederken, Risale-i Nur nasıl bir eserdir ki, muallimsiz anlaşılır, üstadsız talim edilir ve rehbersiz yol gösterir?  

Ve eğer böyle olursa her kafadan bir ses, her  anlayıştan bir hizmet, her tatbikattan bir meslek çıkmaz mı? FETÖ ve emsali anlayışlar revaç bulmaz mı? Ki nitekim öyle de olmadı mı? İslamî camianın en zeki ve parlak gençlerinden iki nesli doğrudan, üçüncü bir nesli de dolaylı olarak heba olmadı mı?  

Velhasıl, “Risale-i Nurlar’ın muallime ihtiyaç  göstermemesi” imanî hakikatlere dair tefekkürî dersler itibariyledir. Yoksa bu derslerin haricinde kalan itikadî, içtimaî ve siyasî bahisler için silsileten tasdikata mazhar bir muallimin rahle-i tedrisine ihtiyaç görmemek; Risale-i Nurlar’ın mahiyetini bilmemekle onları tenzil etmek veya mesleki bir ihanet içine sürüklenmektir.

1960 sonrası “Muallimsiz tahsil edilen Risale-i Nurların” ne gibi  arızalara yol açtığını şu gün olmuş görmeyen birileri varsa, onlar için artık  yapacak bir şey yok.

Lakin bir Mehdiyet ve Medeniyet programı olan Risale-i  Nur hareketinin bugün itibariyle gelmiş olduğu noktayı kifayetsiz görenlerin, başını iki eli arasına alıp düşünme vakti çoktan geldi de, geçiyor bile.  

Zira eserler, hizmetler ve hareketler; muhteviyatları ve iddialarıyla değil, yetiştirmiş oldukları numune-i imtisal zatlar itibariyle müdelleldirler ve yine bu zatların şahsında müşahhas ve yine bu zatların cisminde mücessemdirler. Aksi takdirde anlamsız, manasız, lüzumsuz ifadelerden ibaret kalmakla matlup neticeyi gösteremeyecekleri gibi dalalet fırkalarına kaynak eser olmaktan da kurtulamayacaklardır.

Üstadsız Geçen Yıllarla Hesaplaşma

Başka eser ve kaynaklar bir tarafa, Risale-i Nurlarla ilgili bu tehlikenin  farkına varamamış olanlara bedel, tam 35 yıl önce bu vehametin başımıza  geleceği endişesiyle, Üstad sonrası 26 yıllık hizmet seyrinin meslekî muhasebesini yapan bir zatın (Risale-i Nur camiasını muhatap alarak kaleme  almış olduğu) “26 Yaşındaki Nefs-i Levvame ile Bir Hesaplaşma” başlıklı  mütalaasına göz atmak; Aczmendi’nin menşeini anlamak ve zuhurundaki  hikmeti görmek adına gayet yerindedir.   

Zira Üstadsız geçen 26 yıla ayna tutan bu hasbî ve ızdırarî hesaplaşma, en büyük inkılap ve tebeddülatı bizzat Müslim Efendi’nin kendi enfüsî aleminde yapmış ve Aczmendi’nin kabuğunu çatlatan bir feveran hükmünü  almıştır.  

1986 yılında Müslim Efendi tarafından kaleme alınan ve o günün şartlarında bir kısım Nurcu Camia ile de paylaşılan bu mektup, Aczmendi’nin  zuhuru arifesindeki vasatı ortaya koyması açısından gayet ehemmiyetlidir. 

(Haşiye: Bu kısımda yapılacak izahatlar ve ortaya konulacak tespitler, hizmet-i diniyye ve imaniyeye matuf olup, Aczmendi’nin diyanet tarafının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Aczmendi’nin siyasî ve içtimaî hikmetlerinin anlaşılmasına yardımcı olan bahisler, tarihçemizin sonraki bölümlerindedir.)  

 

 

Yorum bırakın

Scroll to Top