Aczmendi’nin Tarihi Seyri
Risale-i Nur dairesi, Üstadımızın (ra) vefat tarihi 1960 dan sonra işin asliyetinden uzaklaşmış; masonların dostane hulul ettiği, bu sebeple de hedefine politikayı, maddiyatı ve menfaati koyan, felsefe ağırlıklı mektep hizmetini esas alan (İstanbul merkezli) bir nurculuk ortaya çıkmıştı.
Risale-i Nur istismar ediliyor, menfaat temini için kullanılıyordu… Zaman geçtikçe yanlışlar çoğalıyor ve yayılıyordu. Allah dininin düşmanı değil. Kelam-ı kadiminde; “Kur’an’ı biz indirdik O’nu koruyacak da biziz” buyurmuştur. Bu keşmekeşe “Dur!” denilecekti. Dava sahipsiz değildi. Ve öyle oldu.
1960’dan sonra Nur hizmetinde omuzuna ciddi vazifeler yüklenmiş ve bu iş için hazırlanan birisi vardı. Bu acı vaziyetin derdini çeken, gayretli, hamiyetli birisi. Her fırsatta camiayı istikamete davet ederdi. Yanlış gidişlerin mecrasını doğru yöne kanalize etmek isterdi.
Asıl vazifesi, 1986 tarihinden itibaren manevi tasarruf altında başladı…
1986 dan itibaren hizmetin hüsn-ü tesiri ve selameti açısından değişik usul ve yollar takip edilse de, prensip ve esaslarda herhangi bir değişiklik olmadan el’an devam etmekte olan bu hizmet tarzı , mebde’ ve müntehayı birleşmiştir, Aczmendi’nin Risale-i Nur’un bürhanı ve güzel bir ayinesi olarak, Nebevî bir hizmet dairesi olduğunu göstermiştir.
Süfyaniyet’in işine yarayan, kasaları masaları mahfuz kalsın diye Kemalizm’le problemi, mücadelesi olmayan ve 230 ahkâm ayetini inkâr eden bir siyasetçiyi kayıtsız şartsız destekleyen bir nurculuk tatbikatına mukabil; 28 Şubat’ta Kemalist rejimin temel taşlarını yerinden oynatarak, bir daha belini doğrultamaz hale getiren ve “Onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat’î hüccetler ile gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hatta idam olsalar, Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.” diyen Üstadımız’ın emr-i alileri muvacehesinde meselenin ciddiyetine münasip tarz ve üslupla, mebde’den müntehaya ve bilhassa son zamanlarda neşredilen “Kemalizm Dini Çöktü” isimli eseriyle mahiyetinin tam bilinmesini sağlayan Aczmendi Nur Talebesi Müslim Efendi olmuştur.
Sefahet ateşleriyle dolu bir Cehennemi andıran mekteplere büluğa ermiş kızlarını ve kadınlarını hiçbir sıkıntı duymadan gönderen, sonradan ihdas olunan bu azim bid’aya, bu dehşetli cinayete nurculuğun vazgeçilmez farzlarındanmış gibi taraftar olan bir nurculuk tatbikatına mukabil;
“Fitne-i âhirzaman’ın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor” tarzındaki ihtaratları…
“Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yaptığına” dair işaratları…
“Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum Karşısında bulunan Lise mektebinin büyük kızları onun avlusunda gülerek raks ederken, onları, o dünya cennetinde cehennem hûrileri hükmünde gördüm.” gibi hakikatleri can kulağıyla dinleyip;
“Nasıl olur da, gözümüz gibi sakındığımız namuslarımızın ‘mebzul metaı’ ve ‘cehennem hûrileri’ olmalarına razı olabiliriz” diyerek, Müslümana yakışır bir gayret ve hamiyetle ilk fırsatta kız Kur’an kursları açarak biçare nisa taifesini perişan hallerden koruyup, himayesine alan yine Aczmendi olmuştur.
“Dünyaya ait işlerde kanunları ben yaparım, sistemleri ben kurar, ben idare ederim” diyerek Allah’a başkaldıran Demokrasi’yi baş tacı eden, 1960 dan sonra ortaya çıkan yanlış nurculuk anlayışına mukabil;
“En mukaddes maksadım, şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbik-tir.” diyen…
“Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.” bilen…
“Onüç asır evvel şeriat-ı garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir.” emreden Üstadının yolundan giderek:
“Ey Müslümanlar! Şeriat hükümlerinin haricindeki izmleri, sistemleri, sapkınlıkları kabullenmek, inanmak ve onlara taraftar olmak insanı dinden imandan çıkarır. İtikadî yanlışa düşüp mürted olursunuz!” gibi ciddi ikazlarıyla, en baştan şu ana kadar kurtuluşun sadece Şeriat ve Sünnet-i Seniyye hükümlerine inanıp yaşamakla mümkün olabileceğini gösteren, Aczmendi olmuştur.
Âhir zamanın dehşetli icraatlarından olarak İslamiyet’e üç büyük darbe vuruldu.
Bunlardan birisi İslamî kıyafet; sarık, cübbe, çarşaf gibi şeair ve örf, adet, anane yasaklanmak suretiyle İslam’ın sokak hâkimiyeti ortadan kaldırıldı. Maatteessüf felsefe ağırlıklı nurculuk Kemalizm dininin tam istediği potaya girdi. Hizmet ve laiklere İslam’ı anlatmak için laikler gibi giyinmek ve yaşamak lazım gibi fasid bir mülahaza ile Süfyaniyet’in hayattar ve diri kalmasına sebebiyet vermelerine mukabil; herhangi bir mecburi durum yokken kravat, takım elbise, manto gibi sefih, mimsiz medeniyet alametlerini giyinmenin İslam milliyetini hafife almak, İslam milletiyle alay etmek ve Avrupalılara tabi olup, onlara iltihak etmek demek olduğunun idrakiyle o nevi kıyafetleri reddederek layık olduğu çöpe atıp, sarık, cübbe, şalvar, çarşaf gibi şeairi layık oldukları yüksek mevkiye taşıma gayretini güden, her fiil ve davranışında Hz. Resulullah’a (A.S.M) benzemeye çalışan yine en başta Aczmendi’dir.
Baştan itibaren ve el’an bu anlayış ve tavır hiç değişmemiştir, aynı ciddiyetle devam etmektedir.
İslam’ın üç ana hayat damarlarından bir diğeri medrese, tekke ve dergâhlardı.
Önünde cami, arkasında tekke, dergâh, yanlarında medrese ve Kur’an kursları olan genç, ihtiyar, çocuk, fakir, zengin, âlim, amî milletin her ferdinin, her isteyenin rahatlıkla gelebileceği Cadde-i Kübray-ı Kur’aniye olan cami merkezli, canlı, hayatlı bir hizmet modeli. Hem faydalı, hem de İslam’ın ruhuna uygundu. Üstadımızın hayal ve hedefindeki tarz bu idi.
Va esefa ki, “Yeni hizmet tarzı” dedikleri asıldan sapmış nurculuk anlayışında, yalnız mektep tarzı ön plana çıkmıştır. Bu hizmet tarzında fakir fukara takımının aristokrat tabaka ile görüşmesi yasaklanmıştır. Üniversite mezunu olmayana bu hizmette söz hakkı verilmez!(asm) Efendimizin asr-ı saadetindeki birbiriyle kaynaşık İslam’ın izine bile rastlanılmaz. Büyük tüccar ve sanayiciler, tabipler, mühendisler, hâkimler vb. gibi kasalı masalı takım farklı zeminlerde buluşur… İşportacı, işçi, köylü, küçük esnaf ve sanatkâr gibi fukaralar dershanelerde buluşur. Tamamen asr-ı saadet ruhuna muhalif felsefe ağırlıklı İstanbul Nurculuğu…
Risale-i Nur felsefe mesleği değildir. Mürşidi, irşad silsilesi, evradı, ezkârı olan ve mensuplarını hakikat ilmiyle irşada kavuşturan bir tarikat hareketidir. Bildiğimiz alışılagelen tarikatlardan farklı, aynı zamanda başka ehl-i tariklerin mürşidini, evradını, ezkârını muhafaza ederek kendisine yer bulabildiği imana ve Kur’an’a hizmet dairesidir. Başlangıcından beri Aczmendi hizmetinin geçirdiği safhalara dikkatle nazar edenler pek aşikâr olarak görürler ki, Aczmendi tatbikatı Risale-i Nur’un asıl gayelerine uygun cami merkezli bir hizmettir ve şimdi de aynı vaziyet hiçbir sapma olmaksızın devam etmektedir, Elhamdülillah.
Süfyaniyetin İslamiyet’e attığı darbelerin en büyüğü ve tarihte emsali görülmemişi harf inkılabıydı. Bununla milletin geçmişiyle olan bağları koparılmış oluyordu. Kur’an harfini kaldırmaktan gayeleri; güya bütün dünyanın kullandıkları Latin harflerini kullanmak değildi. İnönü’nün de itirafıyla, “milletin şerefli mazisiyle olan bağlarını koparmaktı.”
Yine bu gayet ciddi meseleyi de, İstanbul merkezli nurculuk kabil-i ihmal gördü. “Bu işler eski de kaldı, şimdi teknolojik imkânlar çoğaldı, matbaa ve her türlü neşriyat vasıtaları böyle meşguliyetlere ihtiyaç bırakmıyor!” gibi idrak düşüklüğüyle Kemalist rejimin payandası durumuna gelen bozuk bir nurculuk anlayışına mukabil;
Kur’an hattını yeniden ihya etmenin elzemiyetini müdrik olarak baştan beri Aczmendi dergâhlarında bu hizmet yapılıyor. Zaten Risale-i Nur’un asıl hedefi de İslam’ın bu mühim üç kal ‘asını yıkan Süfyaniyet’in dehşetli tahribatını ortadan kaldırıp Hilafet-i Muhammediyeyi tekrar mevki-i muallasına oturtup, İttihad-ı İslam’ı yeniden sağlamaktır.
Son günlerde yaşanılan terör hadiselerine ve Fetö denilen vatana ihanet şebekesinin içyüzlerine, menfur emellerine ışık tutan ve bilhassa Çanakkale savaşından daha ziyade ciddiyete haiz 15 Temmuz vatan müdafaasında ön saflarda yer alan, bulundukları yerlerde her akşam meydanlara koşan yine Aczmendi mücahidleri olmakla, Fetö’nün ve PKK’nın memleketimizde açtığı derin yaraların deva ve merheminin Risale-i Nur’un Aczmendi anlayışı ile tatbiki olduğunun açık delili ve ispatı olmuştur.
Aczmendi’nin cemiyette bıraktığı iz ve nasıl ma’kes bulduğunun cevabını Risale-i Nurdan kolayca bulabiliriz; “Müslümanlar ile ülfet ve muhabbetleri mümkün olmayan kâfirlere muhabbet boşa gidiyor. Onların muhabbetiyle karşılaşılamaz” Risale-i Nur’da geçen bu kaideye göre Sünnet-i Seniyye hayatının tatbikçisi ve hamili olan Aczmendi’den bütün küfür âlemi ve onlara benzeyen kalbi hasta, ruhu kirli, vicdanı çürük, aklı sarhoş münafıklar, fasıklar elbette haz etmeyeceklerdir. Fakat kalbinde imanın hakikatını taşıyan Müslümanlar Aczmendi’yi görür görmez içleri açılıyor, ferahlıyor ve sevinçle hürmet ve muhabbet izharında bulunuyorlar.
Bunun örneklerinin iki türlüsü de Aczmendi’ler tarafından ibretle yaşanıyor.
Ne diyelim; mukadderat bu mübarek camiayı ve hadiselerini bu zamanın insanının önüne bir turnusol kâğıdı gibi çıkarmış ki, elmas kömürden ayrılsın, vatanperver ile vatan haini ve dinli dinsiz birbirinden fark edilsin.
Bu güzel davanın banisi ve müessisi başta Üstadımız Hazretlerine ve bize kadar intikalinde hak sahibi olan Sultan Feyzi-i Kastamoni, Hüsrev Efendi, Hulusi Efendi ve emsali olarak aziz büyüklerimize ve H. Müslim Efendi başta olarak emeği geçen erkek-kadın tüm Aczmendiler’e hürmetlerimle teşekkür ediyorum.
Cenab-ı Hak hepsinden ebeden razı olsun.
Âmin. Bî hürmet-i Seyyid-il Mürselîn (asm)
Muharrem Suludere
2021