Ailelerimizin Sıkıntılı Vaziyetlerini Bize Karşı Kullanıyorlardı
(Adnan Katipoğlu)
Yıl 1996, Yer Eskişehir Cezaevi Elazığlıların kaldığı koğuştayım. Saat gece 00:00 Koridordan bir ses yankılanıyor “Adnan Katipoğlu, Adnan Katipoğlu” diye diye bizim koğuşun önünde durdu. “Buyurun benim.” dedim. “Baş gardiyan seni çağırıyor” dedi. “Hadi gidelim derdi neymiş bakalım.” dedim.
Neyse gittiğimde cezaevi ziyaretçi yeri gibi bir yer ama arada cam yok, baş gardiyan ortada iki kişi de yanında oturuyorlar. “Buyurun, hayırdır” dedim. Soğuk ve donuk bir sesle “Bir oğlun olmuş” dedi. “Suphanallah daha 2 ay var doğmasına” diye söylendim. “Ben bilmem, cezaevini arayıp haber verdiler” dedi ve yanındaki iki kişiyle arkasına bakmadan gittiler.
Koğuşuma geri gittim. Yüreğime hüzün çöktü. Yedi aylık doğmuştu oğlum. Gardiyanın haberi kara haber gibi vermesi, içimde kuşku uyandırdı. Sabaha kadar uyuyamadım. Kendi kendime diyorum “Ya anası vefat etti yada oğlum.” Sabah kahvaltı etmeden “Müdürle görüşmek istiyorum” talebiyle bir dilekçe verdim.
Bir müddet sonra gardiyan geldi, “Beni takip edin” dedi. Kapıyı çaldım girdim. Müdür ayağa kalktı “Buyurun buyurun” diye nazik bir sesle koltuğu gösterdi.
“Dilekçede yazdığım gibi gece haber geldi, bir oğlum dünyaya gelmiş amma ve lakin daha iki ayı vardı doğmasına, annesinin ve çocuğun durumlarının iyi olup olmadığını telefon edip öğrenebilir misiniz” dedim.
“O kolay hele sen otur” dedi. El mahkûm oturdum. “Ne var ne yok iyi misiniz?”…..“Elhamdülillah iyiyiz “
“Arkadaşların nasıl?”….. “Onlar da iyiler sağ olun” Bir mühlet sonra odaya kravatlı üç veya dört kişi daha geldi. Müdür kendisi açısından kritik suallerine başladı.
“Eee… arkadaşlar mahkemeye çıkacak mı?” Bende ses yok. “Kaç kişi sarıklarını çıkaracak.” Bilmiyorum diye geçiştirmek istiyorum. (içimden ya sabır hele bir ailemden haber alayım diyorum.)
“Müdür Bey, benim telefon etmem gerekiyor” diyorum. “Ya o kolay kolay, siz mahkemeye çıkacak mısınız…?” Müdür takmış mahkemeye.
Çayımdan bir yudum alıyorum; “Ya ailem öldü mü kaldı mı bir telefon etsem.” diyorum. “Merak etme seni görüştürürüz.” diyor ve ardından konuyu mahkemeye getiriyor. “Sarık çıkaran kaç kişi?”
“Ya yok öyle bir şey.” diyorum. “Bavulunu buraya (idareye) getirenler var. İstersen sen de bavulunu buraya getirebilirsin.” diyor. Diğer müdürler tasdik ediyorlar. Hışımla ayağa kalktım. “Bana bak müdür, cezaevi bahçesine idam sehpalarını kursanız, hiçbir Aczmendi asla sarığını çıkarmayacak ve bu Kemalist rejime teslim-i silah etmeyecektir!” dedim. “Sen niye gelmiştin…? “Telefon edecektim.” dedim. “Burası postane mi? Gardiyan gardiyan, çabuk mahkûmu koğuşuna götürün.”
Elhamdülillah, o gün Dünya’ya gelen oğlum Abdülkerim hayatta ve afiyete olduğu gibi, o çetin günlerde yolumu bekleyen hanımım da hayatta… Ve hayatın sadece bu Dünya’dan ibaret olmadığını bizlere öğreten en başta Üstadımız ve Müslim Efendi olmak üzere, Allah tüm mücahit alimlerden razı olsun ki onlar vesilesiyle bu çetin imtihanlara sabredebiliyorduk.
Adnan Katipoğlu