Ankara 1 Nolu DGM'ye Karşı Müdafaa
(Abdülmetin Sayın)
Ankara 1 No’lu DGM Başkanlığına;
Sayın Hakimler Heyeti,
Hakkımda verilen kararın gerekçesini okuyunca şu memlekette kendini bir insan olarak hissetmenin “Benim bir inancım var, bir düşüncem, bir fikrim var; bunların gereği olan bir hayat tarzım var” demenin, soğuk ve sıcak duşunu yaşadım.
Soğuk… Çünkü yazık bu memlekete. Sıcak… Çünkü insan olmanın lüzumunu anlamanın ve bu yöndeki azim ve gayretin, kamçısı oluyor bu ve benzeri haksız yargılamalar.
Sayın mahkeme heyeti gerekçeli kararında, 127 kişinin savunma metnine 27 satır bile ayırmazken, kendisinin 27 satırlık gerekçesini, belki 27 kez tekrar be tekrar ifadelendiriyor. Adeta varmış olduğu kanıya kendisini de inandırmaya çalışıyor.
İlk duruşmada bizlerin ifadelerini alırken, CUMUK’un “Irk, cinsiyet ve kılık, kıyafet farkı gözetmeksizin her sanığın ifadesi alınır sonrasında karar verilir.” maddesini gerekçe gösteren heyet, kanundaki bu ifadelendirme hakkını üç yıllık duruşma seyrinde sadece bir kez tanıyor sanıklarına. Sanki daha sonraki duruşmalarda o kanun geçerli değilmiş gibi veya ilk mahkeme sonrasındaki duruşmalarda sanığın söyleyebileceği hiçbir şey olamayacakmış gibi. Hem de iddianameye ilk mahkeme sonrası defaatle eklemeler olduğu halde!
Adeta “Ölmeden önce son arzun nedir?” demek nezaketinde bulunan heyet, bu tavrıyla bir taraftan özgürlük, hürriyet ve adalet abidesi kesiliyor. Diğer taraftan da “Sadece ilk mahkemede içeri aldık sonraki duruşmalarda içeri bile sokmadık” demekle, muhalif olan askeri hakimine özür beyan ediyor.
Uygarlığı çulda çaputta görüpte, farklı kıyafetlerdeki vatandaşını “orta çağda kalmakla” “gericilikle” itham eden böylesi bir yargılamanın ön yargısı ve taraflılığı açık ve nettir.
Suç bizde tabi, bizim samimiyetimizde, mertlik ve açık yürekliliğimizde. Karşımızdakini insan bilerek onu aldatmayı veya yanıltmayı kendimize ve karşımızdakine yakıştıramadığımızda. Aksi takdirde “Köprüyü geçene kadar dayı” demesini bilseydik, kıyafetlerimizi ve ifadelerimizi değiştirseydik, tüm bunlar olmayacaktı herhalde. Fakat biz karşımızdaki heyeti insaflı, vicdanlı ve adaletli olarak telakki ettik. Ta ki açıktı ve sizler de biliyorsunuz ki; duygu ve düşüncelerimizin, tavır ve hareketlerimizin terör ve anarşiyle en ufak bir alakası yoktur ve olamaz da.
Görülen o ki, çeşitli ön yargıların ve inkâr edilemeyecek siyasi ve askeri baskıların neticesinde verilen bu haksız ve insafsız karar, tarih sayfalarına “Adalet ve hukukun yüzüne sürülmüş siyah bir leke” olarak geçecektir.
Evet hiç kimse karşısındaki insanları kılık kıyafetlerinden ötürü küçümseyip hor görme ve onu gericilikle itham etme hakkına sahip değildir. Bu bir DGM Hâkimi dahi olsa, adalet ve hukuk önündeki bir insan ve vatandaş olarak, benden en ufak bir ayrıcalığa sahip değildir. Aksine bir düşünce tarzı, değil hukuktan, insanlıktan bile nasibini almamış bir kafa yapısının eseridir.
Bir seyahat özgürlüğü hakkına teşebbüsü, organize terör hareketi göstermek cerbezesine düşen böylesi bir yargılamada “Buluttan nem kapılmış”, “Pireden deve yapılmıştır.”
İşte gerekçeli karardaki “Akı kara gösterme” çabalarına örnekler: Şu cerbezeye bak ki, her kravatlıya “Bununla başkasını boğabilirsin” veya her yanında çakmak bulundurana “Bununla şehri ateşe verebilirsin” der gibi, Kur’an’da 14 yerde ismi zikredilen ve taşınması sünnet olan asalar hakkında “Saldırı ve savunma amaçlı kullanılabilir” denilmiş. Doğrusu böylesi bir ifadenin bir hukukçu tarafından zikredilmesi çok esef verici bir durum.
Camidekilerin bir kısmını içinden bir kısmını avlusundan ve bir kısmını da dışarıdan toplayıp bir araya getiren kendisi değilmiş gibi “Topluca ve organize hareket ediyorlar” denilmiş. Hadi diyelim ki polis bir araya getirmedi de bizler toplandık. O halde bizler TEM’deyken bir kısmını Ankara çevre yolun-dan, diğer kısmını dergâh denilen bir mescitten, hatta ve hata bir kısmını da Bursa ve Samsun illerindeki evlerinden alınıp hepimizi bir araya toplayan organizasyonu da mı biz gerçekleştirdik? Bunu gerçekleştiren emniyetin bizzat kendisi değil midir? Bu nasıl bir toplu ve organize harekettir ki her biri dört-beş parçadan oluşmuş ve birbirinden çok alakasız ayrı ayrı yerlerde bulunan ve ör-güt başı denilen kişinin de bu gurupların hiçbirinde bulunmadığı bir tarzdadır.
Kaldı ki tüm bu parçaların bir arada bulunduğunu düşünsek dahi bu bir suç değilken, anlatmaya çalıştığım; gerekçeli karardaki adaleti yanıltma çabasıdır.
Açıkça görünen o ki, ismi önceden konulmuş bir kararın tatbiki için 20 Ekim 1996 da düğmeye basılmış ve hedef görülen insanlar, kimi yollardan, kimi cami ve mescitlerden, kimi evlerinden toplatılmış ve devamındaki mahkeme sürecinde ise “Eş dost pazarda görsün” misali bir yargılamayla işin kulpu uydurulmaya çalışılmıştır.
Gerekçenin adı; “Yıldırma, sindirme, tehdit” konulmuş.
Kim yılmış? Kim sinmiş? Kimin gözü korkmuş? İşin orası meçhul…
Ortada olan ise, uydurma gazete manşetleri… İşte gerekçe; BASIN…
Ne diyelim, bu günkü basını delil olarak alanları, Allah bu basının eline düşürsün inşaallah (Amin)
Ele geçirilen örgüt dökümanları ise bir başka garip;
DEF: Bir çalgı aleti
SIYAH BAYRAK: Bildiğimiz siyah kumaş
KILIÇ: Maket olan genelde alüminyumdan yapılmış mescitlerde hutbenin yanında bulunması sünnet olan bir eşya.
Geriye kalıyor bazılarının bazı demeç ve söylemleri: Söyleyip söylemedikleri bence meçhul olmakla beraber, söylemiş olduklarını düşünsek dahi, söylediklerinin hesabını vermek söyleyenlere düşmez mi? Bu söylemlerin başkaları aleyhinde kullanmanın hukukta yeri var mı?
Adilane karar vereceğinizden ümit varım.
Neticenin kayyumu Allah’tır.
Saygılarımla…
Abdülmetin Sayın
14.06.2000