Ben Ümmiyim. Üstada Talebe Olabilir miyim?

(Ahmet Ayaz)

Bir gün her zamanki gibi Cezaevinde yatsı dersini müteakiben koğuşta geziyordum.

Rahmetli Bekir Efendi bana; “Ahmet Edendi beraber bir ders yapalım mı?” dedi. “Olur” dedim.

Dersten sonra; “Ben ümmiyim. Acaba ben risaleleri okumadan da Üstada talebe olabilir miyim? Sizler hem Risaleleri okuyor hem de anlıyorsunuz. Ben Risale-i Nur talebesi olamayacağım diye tedirginim.” dedi.

Baktım gözleri doldu ve hüzün ile “Yarabbi bana bu Medrese-i Yusufiye’de şehadet nasip et” dedi.

“Belki o zaman Üstadıma talebe olamasam dahi, o yolda şehit olarak kervana dahil olabilirim” diye çok içten ve İhlas ile dua etti.

Sonra da “Sen de şahit ol Ahmed Efendi benim bu duama” dedi. “Ruz-i Mahşerde seni şahit tutacağım” diyerek hüzün ile ranzasına gitti.

O gece rahmetli Selçuk, Bekir Efendi’nin yatakta inlediğinini ve ateş içeresinde yandığını ve ter içinde olduğunu söyledi.

Bende kalktım yanına gittim. Evet gerçekten de öyle idi. Ateş içerisinde yanıyordu. Hemen gardiyan çağırdık. Revire aldılar ama sonra durumu ciddi diye hastaneye sevk ettiler. Zaten sonrası malum.

“Bekir Efendi! Ben senin o geceki duana şahit oldum. Allah şehadetini mübarek etsin.” (Amin)

 

Ahmet Ayaz

Allah'a Emanet Ol Kızım!

(Erdal Yüksel)

Eskişehir Cezaevindeydik. Bekir Ağabeyin okuma yazması yoktu. O yüzden mektubunu benden yazmamı rica etmişti. O söylüyor ben yazıyordum. 

Bir kızı vardı, adı Zehra. O mektubu yazarken Bekir Ağabeyin hastalığı iyice ilerlemişti. Sanırım cezaevinden sağ çıkamayacağını hissediyordu. Kızıyla ilgili söylediği cümleleri hatırlamıyorum. O kadar yakıcıydı ki hafızam muhafaza edemedi. 

Mektubu yazarken Bekir Ağabeyin yüzüne baktım. Bir yüzde birbiriyle ters olan bu kadar mana nasılda cem olmuştu. Yüreğinin derinliklerinden haber getiren bütün kuşlar yüzüne konmuştu. Hastalığın getirdiği harabiyet ve bitkinlik, yaşama dair umudunun kaybetmiş olmanın siyahlığı, yakınlarına olan özlem, bir daha onları göremeyecek olma ihtimaliyle hızlanarak akan bir kanamaya dönüşmüştü. Kızına duyduğu özlem ve merhamet öyle bir volkan gibi patlayıp fışkırdı ki bütün diğer duygu ifadelerini kaplayıp taşlaştırdı. Aktif, sıcak, kanayan sadece o vardı. Yani kızına olan merhamet seli… 

Bir ara gözü kilitli kapıya kaydı. Sustu ve uzun uzun baktı. 

Sanırım o kapının açılmasını, kızı Zehra’nın gelip boynuna sarılmasını bekliyordu. Olması sıfıra yakın bu ihtimale umut ekiyor ve büyütüyordu. Dışarıdan gelen her çıt sesiyle gözbebeği büyüyor, kalbi hızla atıyordu. Zehra’nın ayak sesi olabilirdi. Fakat Zehra gelmiyordu. O sesler soğuk cezaevinin koridorlarından geliyordu. Buna inandığında Bekir Ağabey biraz daha çöktü. Omuzları çöktü… Başını eğdi… Gözlerini yumdu… Bekir Ağabey ölüyordu, Kabir kapısını görüyordu. Sanırım artık ölüme hazırdı. Kızını, biriciğini dünya gözüyle göremeyecekti. “Zehra’yı göremeyeceksem ölüm buyursun gelsin” der gibiydi.

Ah Bekir Ağabey! Biliyordu öleceğini. Bunu bilen bir babanın kızına “Yavrum” diye seslenişindeki hüznü kim bilebilir ki? Olayları kenardan seyreden biri olan bu sıkleti kaldıracak kabım yoktu. Evet bir daha kızını, can paresini, yavrusunu göremeyecekti. Hastalığı günden güne artıyordu. Bunu biliyordu ve “Kızım” diyordu, “Geleceğim” diyordu, “Seni kucaklayıp koklayacağım” diyordu. Gözünden damlayan iki damla yaşla birlikte mektubunun son cümlesini söyledi: “Allah’a emanet ol kızım.”

 

Erdal Yüksel

(Bekir Abi’nin kızı babasının cezaevinde olduğu süre zarfında hep onu sayıklamış. Ona olan özleminin de etkisiyle beyin travması geçirir. 2021 yılında 26 yaşlarında Hakk’ın rahmetine kavuşur. Rabbim onu babasını cennette buluştursun. Amin) 

Yorum bırakın

Scroll to Top