İnsanlar Ne Maksatla Yaratılmışlarsa,
Hayat Onları O Yöne Sevk Eder
(Seyfullah Turan Ayvaz)
İnsanlar ne maksatla yaratılmışlarsa, hayat onları gayr-i iradi o yöne sevk eder..
1987 yılında, Bursa’da bir ticari mesele münasebetiyle Ubeydullah Zeki Abi ve Zekeriya Savaş ile tanıştım. Değişik vesilelerle sohbet etme ve konuşma fırsatı buldukça arkadaşlığımız ilerledi.
Kendilerinin Risale-i Nur okuduğunu, Elaziz’de Müslüm abi diye sitayişle bahsettikleri bir zat ile irtibatlı olduklarını öğrendim.
Ubeydullah abi ve birkaç arkadaşının kaldıkları evlerine, sohbet için gitmeye başladım. Bunlardan birinde Mehmet Feyzi Efendiye ziyarete gidileceği ve arzu edersem benim de iştirak edebileceğim söylendi.
Güzel bir yolculuktan sonra, Kastamonu iline vardık ve Mehmet Feyzi Efendi’nin evinde, hem kendisinin elini öpmek ve sohbetiyle müşerref olmak, hem Elazığ’da Müslüm Efendi ve ders halkasına iştirak eden ilk kardeş ve abilerimiz ile tanışmak, hem de Kayseri’den gelen Muharrem Bey ve arkadaşlarıyla ve merhum Feyzullah Efendi ile tanışmak imkanım oldu.
Bu mesele açılınca illaki söylerim; Müslim Efendi’nin Mehmet Feyzi Efendi’ye olan hürmet tarzı, gerçekten “gassal elindeki mevta” ifadesinin mücessem haliydi adeta.
Ve yine hatırlamaktan hazzettiğim bir başka mesele de şudur ki; Müslim Efendi, Mehmet Feyzi Efendi’ye, “Efendim çayınızdan bir yudum alabilir miyiz?” diye ricada bulunmuş ve bu vesileyle, her birimiz Mehmet Feyzi Efendi’nin birkaç yudum aldığı çayından, birer kaşık içme lütfuna mazhar olmuştuk.
Bu sohbetle ilgili başka iki hususu da şu tarzda hatırlarım:
Mehmet Feyzi Efendi “Birbirimize kalben dua edelim” dedi. Ve yine sohbet-i şeriflerinin bir yerinde, Hacı Efendi “Efendim lütfedin biz olalım!” tarzında mukabele ettiği bir kısım hatırlıyorum. Lakin Feyzi Efendi ne söylemişti de Müslim Efendi böyle mukabele etmişti, orasını hatırlamıyorum.
O seyahatten sonra Ankara’ya hep beraber geçildi. Abdulalim Efendi ile ilk tanışmamız da burada oldu. Biz aracımıza merhum Feyzullah Efendi’yi aldık ve Bursa’ya döndük. Bu bir günlük seyahatimde, hayatımın daha sonraki kısımlarında kader birliği edeceğimiz herkesle tanışma fırsatı bulmuştum.
Kısa bir süre sonra Mehmet feyzi Efendi’nin vefat haberini aldık. Allah şefaatlerine nail eylesin. (Amin)
Bu seyahatin ardından Müslim Efendi ve yakın çevresindeki ders arkadaşlarıyla olan irtibatımız devam etti. Elazığ’da Dergah tabelasının asılmasının ardından, biz de bulunduğumuz yere dergah tabelası asarak hizmetimize devam ettik.
Tanıştığımız ilk andan itibaren, kendimi hep bu camianın bir ferdi olarak hissettim. Söylenenleri ve şahısları kabul noktasında bir zorluk çekmedim. Bundan sonraki hayatımın tüm seyri, hadiseler karşında rüzgârın Aczmendi’yi sürüklediği yönde, adeta bir saman çöpü gibi akıp gitti…
Tarihte her dönem ve her topluluk için mukadder olan merhaleler Aczmendi Tarikatı için de geçerlidir ve görünen o ki hizmetimiz birbirinden farklı dönemler ihtiva edecektir.
Nasıl ki Risale-i Nur hareketi için neşriyat, muhakemat, fetret ve umuma sirayet dönemleri olmuştur. Aczmendi Hareketinde de bu tarz merhaleler olması bir hikmete binaen mukadderdir..
Kaç Yıllık Savcıyım Böyle Bir İfade Görmedim
1994 yılı Mart ayında Bursa valiliği önünde Çanakkale zaferi kutlamaları yapılırken, saygı duruşu adı altında bir dakikalık hareketsiz bekleme esnasında bizim Feyzullah Parlak durmamış yürümüş.Tabii olarak kıyafeti ve elinde asası ile bu sıradan yürüyüş bir protesto eylemi gibi algılanarak gözaltına alındı ve tutuklandı.
Basın da bu tutuklama haber olunca “Aczmendi Dergahı nedir ve ne maksatla kurulmuştur?” soruları merak edilip yerel gazete ve televizyonlardan konuşma yapmak üzere randevu alarak dergahımıza gelenler oldu.
Biz de sorulan sorulara bir hizmet fırsatı gözüyle bakarak, eğip bükmeden, gayet düz cevaplar verdik. Konuşmalarımızın bazı yerlerinde “Bunları yayınlayamayız biraz daha perdeli konuşsak, sizin için daha iyi olur. Zira bunlar suç unsuru teşkil etmektedir.” dediler. Lakin daha evvel Hacı Efendi’ye danıştığım ve “Geldiği gibi ver gitsin” emrine binaen hiçbir sözümü esirgemedim.
Feyzullah 15 Mart’ta gözaltına alınmıştı. Röportajlar 27 Mart’ta yayınlanmaya başladı. Üç gün üst üste iki gazetede tam sayfa şeklinde uzun uzun yayımladılar. Biz sansür koymamıştık ama onlar bazı yerleri nokta nokta şeklinde sansürleyerek yayınlamışlar. Buna rağmen yayınlanan kısımlarla ilgili savcılık talimatıyla soruşturma başlatılmış ve dergahımıza baskın yapma kararı alınmış.
Bize daha evvelden -bir kanaldan- baskın olacağı haberi gelmişti. Normalde böyle bir haber gelince, arkadaşları dergaha gelmemeleri hususunda ikaz etmem gerekirken, bunun “tedbir altında hizmeti perdelemek” olarak telakki ettiğimden işi seyrine bıraktım. Muhtemeldir ki, mutat gelmeyenleri arayıp davet etmişte olabilirim.
Arkadaşlar da sağ olsunlar “Madem baskın olacak, niye ortadan kaybolmuyoruz?” demediler. Öğlen civarı polis geldi, topluca orada bulunan bütün arkadaşları benimle birlikte Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesine aldılar. Tüm arkadaşlarımız sırasıyla ifadeye çağırıldı. Normalde gazetede bir suçumuz varken, ifadeler marifetiyle suç dosyamızı 10 katına çıkarttık.
Savcı bana “Bilmem kaç yıllık savcıyım böyle bir ifade görmedim. Siz kendinizi zorla müebbete mi mahkum ettireceksiniz?” deyince, ben kendisine “Sözlerimizin hiçbirisi yalan değildir, isterseniz safiye Ayla ile Müzeyyen Senar’ı çağırıp sorabilirsiniz.” diye cevap verdim. Doğrusu savcının söylediklerime sevindiğini hatta iştirak ettiğini düşündüren bir ses tonu vardı. Müspet birine benzettim.
Amel-i Salih Havuzuna Attığımız O Günleri Yaşamış Olmaktan Dolayı Mutluyum
Emniyet ifadelerini zaten hiç sormayın her biri ayrı bir hatıra ve güler misin ağlar mısın tarzında konuşmalarla doluydu.
Biz sisteme ve sistemin kutsallarına en ağır cümleleri söyledikçe polislerin gözlerinde sevinç pırıltıları meydana geliyordu. Muhtemelen onlar da düşünüp söyleyemediklerini bizden duyunca mutlu oluyorlardı. Fakat “Bunları yazmayalım” deseler de biz “aynen yazmaları” konusunda onları ikaz ediyorduk.
Buna rağmen ifadeleri mümkün mertebe suç unsuruna uzak tutmaya çalıştılar. Yanlış hatırlamıyorsam, 17 kişiydik. İfadelerimiz sonunda mahkemeye çıkarılıp tutuklandık. Tutuklanmamızdan sonradan haberi olan arkadaşlar bu esnada bize destek olmak için dışarıda bekliyorlardı.
Zaten her mahkemeye sevkimiz ayrı bir olay oluyordu. Dışardaki kardeşlerimiz tekbirlerle karşılayıp, tekbirlerle uğurladı bizi.
Yaşı küçük iki arkadaşımızı ilk duruşmada bıraktılar. Diğerlerini cezaevine gönderdiler. Feyzullah da zaten cezaevindeydi. Fakat onun mahkemesi ayrı yürüyordu. Arkadaşlar 1 ay sonraki ilk mahkemede tahliye edildiler. Ben 5 ay kadar yattım.
Avukatlar sağ olsunlar, 8-10 sene hapis yatacağımızı söylemişlerdi. Çok şükür Allah’ın inayeti, hizmetin bereketi ve kardeşlerimin cesaretinin kerameti olarak, Rabbimiz bizi uzun süre hapishanede tutmadı..
Cezaevine ilk girdiğimiz gün sakallarımızı kesmek istediler. Arkadaşlarla direndik, oldukça patırtı kütürtü çıkınca, bir sonraki güne bırakarak o gün vazgeçtiler.
Ertesi gün üçer beşer kişilik gruplar halinde bölündük. Gardiyanların mesai devir teslimi esnasında iki mesainin gardiyanları topluca geldiler. Tabii ki birbirimize girdik. Neticede saç ve sakallarımızı kestiler. Bu hadise, bende -kısa süreli de olsa- travma meydana getiren tek hadise olmuştur.
Bugün buradan baktığımda, amel-i salih havuzuna attığımız güzel bir mücahede olarak gördüğüm o günleri, yaşamış olmaktan mutlu ve mesudum. Bu ve bundan sonraki böylesi sıkıntılar ve çileler, hapis ve benzeri hadiseler alem-i manada ve bu ülkenin siyasi ve içtimai dönüşümünde zerre miktar da olsa müspet bir tesir yapmış ise, bu bizim için ve âlem-i baki namına en kıymetli bir hazinedir.
Seyfullah Turan Ayvaz