Kemalizm'in Tuzağı, Mü'min'in Basireti ve Üstad'ın Hediyesi
Yıl: 1996-97, Yer: Metris ve Ulucanlar Cezaevleri…
Merhum Cumhurbaşkanı Özal döneminde hak ve hürriyet alanlarının genişlemesi, yerel basın yayın imkanlarının ziyadeleşmesi ve muhafazakâr kesimin ekonomik ve siyasal imkanlara kavuşmasının akabinde, her on yılda bir halka ayar vermeyi adet edinen Kemalist ideoloji, yeni bir darbe hazırlığı içerisinde girmişti.
28 Şubat Postmodern Darbesi olarak tarihe geçecek bu girişim, bin yıllık bir döneme hükmedeceği hayaliyle planlanmış olsa da tam aksi yönde bir fonksiyon icra ederek; rejimin temellerini bir daha yerine oturmayacak bir tarzda sarsan, hadiselerin tetikleyicisi olmuştur.
O dönem itibariyle birçok İslamî hareket faal bir vaziyet içerisinde hizmet yürütmüş olsa da Aczmendiler’in her bedeli göze alır bir tarzdaki kararlı ve inançlı faaliyetleri, Müslümanlar için büyük bir cesaret kaynağı oluyor, ehl-i hamiyete ve ehl-i imana şevk aşılıyordu. Bu gibi durumlarda rejim açısından yapılacak şey belliydi;
“Aczmendiler itibarsızlaştırılacaktı…!”
Rejimin bu minvalde (Aczmendiler’i itibarsızlaşma yönünde) hareket ettiği, hadiselerden 16 yıl sonra (2012 yılında) açılan 28 Şubat Darbe Davasına konu olan BÇG (Batı Çalışma Gurubu) faaliyet raporuyla sabit olacaktı. İlgili BÇG raporlarının çok küçük bir kesitini buradan nakledip ayrıntıları tarihçemizin “28 Şubat” başlıklı kısma havale ediyoruz.
Evet, münafıkane iş görmeyi kendine prensip edinmiş Kemalist anlayış, geçmiş dönemlerde olduğu gibi 28 Şubat Döneminde de (Devletin bütün imkanlarını seferber ederek) sinsi planlar yapmış, bu planlamaların merkezine Kadıköy baskınını koymuştu.
Müslim Gündüz Efendi’nin itibarına yönelik olarak işlenen bu suikast planlaması çerçevesinde, onlarca kamera eşliğinde evinin kapısı kırılıp, aile mahremiyeti tüm Dünya’ya teşhir edilmiş ve Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yoğunluk ve süreklilik içerisinde, konu aylarca görsel ve yazılı medyada gündemde tutularak, büyük bir algı operasyonu yürütülmüştü.
Bu operasyonla Müslim Efendi’nin şahsında Aczmendi’yi vatandaşın gözünde itibarsızlaştırarak, Müslümanların cesaretlerini ve dirençlerini kırmak isteyen zihniyet, Müslim Efendi’yi Metris Cezaevine tevkif ederken, işbirlikçi medya ilk birkaç gün Metris Cezaevi önünde nöbet tutmuştu. Zira iki farklı ihtimal dahilinde, Müslim Gündüz’ün ölüm haberini vereceklerini düşünüyorlardı.
Birinci İhtimal: Metris Cezaevine hâkim ve İslam davasında gözünü budaktan sakındırmayan İBDA gençlerinin, yapılan yoğun karalamaya aldanarak, Müslim Efendi’yi linç edeceklerini düşünüyorlardı.
Lakin İBDA kahramanları Kemalist rejimin beklentisinin aksine, “Fasıktan gelen habere itibar etmemiş” ve düşmandan gelen ok istikametinde dostunu çoktan seçmişti.
İBDA Hareketi mensupları Müslim Efendi’yi büyük bir hürmet ve ihtiramla karşılamış ve Müslim Efendi’yi cezaevine getiren memurlardan birinin baskın ekibinden olduğunu fark etmeleri neticesinde de -cezaevi şartlarının elverdiği nispette- gereğini yapmışlardı.
İkinci İhtimal: Aile mahremiyeti tüm Dünya’ya teşhir edilen Müslim Gündüz’ün, karşı karşıya kaldığı bu ağır duruma tahammül edemeyerek “İntihar edeceğini” düşünüyorlardı.
Her iki beklentinin de karşılıksız kalması, Kemalist zihniyetin ve ona payanda vaziyet gösterenlerin bu memlekette neden muvaffak olamadığını göstermesi açısından önemli olduğu kadar, Müslümanların, “Bedel ödemekten çekinmeyen kahraman ruhlarını, kadere imandan gelen sarsılmaz tevekkülünü, Allah’a iman ve intisabı sayesinde en şiddetli hadisat karşısındaki mukavemetini, dostunu-düşmanını ayırt etmekteki şaşmaz basiretini göstermesi bakımından da gayet ibretliktir.
Bu münasebetledir ki, ehl-i iman ve vatanperver hiçbir Anadolu evladı, bu alçak kumpası yutmamıştır.
Dışarıdaki ahval bu minvaldeyken, hadisatın şiddet merkezindeki Müslim Gündüz, Metris Cezaevindeki İBDA kahramanlarıyla beraber, rejimin gidişinin işaret fişeği hükmündeki bu baskın için kurban kesiyor, sazlı sözlü tebriklerini kabul ediyordu.
Metris Cezaevindeki bu büyük ve sarsılmaz dayanışma, rejimi rahatsız etmiş olsa da Müslim Gündüz’ü İBDA gençlerinden ayırarak başka bir cezaevine nakletmek çok mümkün görünmüyordu. İdare birkaç ikna teşebbüsünden sonuç alamayınca, cezaevine asker sokmak suretiyle Müslim Efendi’yi Metris’ten alarak Ankara Cezaevine nakleder.
Böylesi bir minval ve atmosfer içerisindeyken, Ankara Hacı Bayram Nur Dershanesinde vakıf Sami Sarıca isimli bir zat, Müslim Efendi’yi Ulucanlar Cezaevinde ziyarete gelir.
Gençlik yılarındaki vakıf hizmetleri itibariyle Müslim Efendi ile tanışan bu zat, kısa bir hasbıhalin akabinde, sebep-i ziyaretini şöylece izah eder.
Sami Sarıca:
– Neden geldim, biliyor musun? Müslim,
– Bilmiyorum.
Sami Sarıca:
– Ben, Üstad’ın (ra) emri ile geldim…
Dün gece rüyamda Hz. Üstad’ı gördüm. Cebinden para çıkardı ve bana “Şu yüz lirayı al, Ulucanlar’da hapiste olan Müslim’e götür. Benim yolladığımı söyle” dedi.
“Ben senin burada olduğunu bilmiyordum. Bu vesileyle öğrenmiş oldum, hakkını helal et.” dedikten sonra oradan ayrılır.
(Sami Sarıca 11 Mart 1998 günü parayı Müslim Gündüz Efendi’ye teslim etmiştir.)