Lahika 23 - 307 - 309 - 310 - 311 - 282
(Müslim Gündüz)
LAHİKA 23
(Esedullah Tevekkeli, İbrahim Amidi, Parlak Feyzullah, Abdülmetin vd. cevaben)
بسم الله الرحمن الرحیم السلام علیکم ورحمةالله و برکاته
Aziz, kahraman, yılmaz, usanmaz, usandırılamaz, mütesanid kardeşler Esedullah Tevekkeli, İbrahim Amidî, Parlak Feyzullah, Abdülmetin ve diğer kardaşlarım,
Hepinizin Ramazan-ı Şerifinizi ve Leyle-i Kadrinizi ve İyd-i Mübarekenizi tebrik eder, dünya ve ahiret saadetleri dilerim.
Rabbimiz bu ahir zaman gariplerine lûtfunu esirgemedi ve esirgemiyor. Şer güçler şaşkın ördeğe döndüler. Bir seneden beri estirdikleri terör fırtınası kendilerini vurdu. Müzmahil oldular daha da olacaklar inşaallah.
Topyekûn bir fare telaşı içerisindeler. “Ne halt ettik de bu elmas kale duvarına çarptık?” diyorlar. Bütün mevcudiyetleri ile dünyaya müteveccih oldukları halde, dünyayı da bilmiyorlar.
Ey ahmak-ul-hükemadan tahammuk etmiş sarhoş ahmaklar; Hz. Bediüzzaman’dan yediğiniz ağır darbeler hâlâ mı aklınızı başınıza getirmedi? Hangi akılla onun kurduğu granit iman suruna kafanızı tekrar tosladınız!
Ey sersemler, Risale-i Nur mağlup olmaz. Çünkü; O Kur’an’la bağlıdır. Çünkü O kâinatın kıvamıdır. O’nu bozmak için kâinatı bozmanız lazım … Her neyse…
Aziz Kardaşım Esedullah Efendi.
Gönderdiğiniz 11 ve 12 Aralık 1997 tarihli iki mektubunuzu da aldım. Rabbim ne muradınız varsa ihsan eylesin. Amin.
Mektubunuzun birisinin içerisinde Ahmet Feyzi kardaşımıza gönderilmiş bir mektup vardı. Allah’ın işine bak ki o şaşkın zavallı, Ahmet Feyzi gibi bir sert kayaya çarpmış. Hacı Hulusi Efendi’nin (K.S.) buyurduğu gibi “Yel kayadan ne götüre.” bununla birlikte Rabbim şerirlerin ve şaşkınların şerrinden muhafaza eyleye, diye dua edelim. O bîçarenin kurtulması için de dua edelim.
İkinci mektubunuza gelince; o mektubu yazarken kaleminizin kalbinizle beraber; aklınızı ve tedbirinizi devre dışı bıraktıkları sarahatle görülüyor. Kalpten gelmiş ne diyelim.
Sualleriniz var. İmam-ı Gazalî (ks): “Allah-u Teala’yı ve dinini bilen peygamberlerin varisi olan âlimlerin siyasetleridir ki; bunlar hiçbir sınıfın zahirî işlerine karışmayıp kimseyi Zecr ve Men’ edemeyecekleri gibi, umum insanlar da kendilerinden istifade edemez. Ancak münevver tabakanın Batınına hitap edebilirler.”
SUAL 1: Bu mertebeye gelmeyen ve zahirî ilimleri bilenler mi Zecr ve Men’ ile mükellef oluyorlar?
CEVAP 1: Zecr ve Men’, hukukun; hukuk-u ibadı muhafaza için kullandığı metodlardır. Bu müessesenin ve bu maksadın dışında nerede ZECR ve MEN’ varsa o tahakkümdür, istibdattır ve zulümdür. Varis-i Enbiya olan ulema, zulümden ve tahakkümden münezzehtirler. Onların işi (münevver tabakanın) yani; istidadında nurlanma kabiliyeti bulunanların batınına nur göstermek ve ifaza etmektir. Çelik kabiliyeti olmayan madenlere, mıknatısın verebileceği bir şey yoktur. Mükellefiyet muhatab bulununca tahakkuk eder. Zahir hocaların, bu inceliklerden bîhaber yaptıkları işler ise tahakkümden, zulümden ve istibdattan hâlî değildir. Hz. Üstad’ın, Emirdağ Ormanları’nda kendisini ziyarete gelen Eşref Edib’e “Kardaşım, sen bu gölgede otur, biz namaz kılıp gelelim” demesindeki incelik ne mertebededir…
SUAL 2: Emr-i bilmaruf, nehy-i anilmünkerden varislerin Hz. Peygamberimizin (asm) zecr ve men’ ettiği gibi mesul olmayışlarının sırrı nedir? Peygamber Efendimizin (asm) yaptığını yapmayanlar nasıl varis olur? Eğer batına hükmederek emri ve nehyi tatbik edebiliyorlarsa (ki öyledir) tâbilerinin ihtiyarları ellerinden alınmış olup tekliften azade olmuş olmuyorlar mı?
CEVAP 2: Hz. Peygamber (asm) hem devlet reisi, hem ordu komutanı, hem kadı, hem şeyhülislam, hem aile reisi… idi. Efendimiz’in men ve zecr kullandığı yerler; devlet reisi ve kadı olan vasıfları itibarıyladır. Beşir ve nezir olan vasıflarında men’ ve zecr yoktur. Varis olan ulema ise, eğer kadı ve devlet reisi gibi hukuk-u ibadı muhafaza mevkiinde değillerse veraset, men ve zecr yapmamayı gerektirir.
İnsanların ihtiyarları, kabiliyetlerine karşı mevcut değildir. Nasıl ki teneffüs bir kabiliyettir, ihtiyar ile onun önüne geçilemez. Aynen öyle de; istidadında nur kabiliyeti bulunana nur gösterilince ihtiyar o nuru almaya engel olamaz. Çünkü istidatta var. İşte (varis) ulemanın yaptığı budur. Bundan cebriye manası çıkmaz.
SUAL 3: Bizlerin durumu nedir? Nehy-i anilmünker ve emr-i bil maruf ile mükellef miyim? Değilsem ne yapayım? Mükellefsem nasıl uygulayayım da mesuliyetten kurtulup emaneti eda edeyim?
CEVAP 3: Bizlerin durumu bilvekâle varis-i Nebi Hz.Bediüzzaman (ra) ve Risale-i Nur hesabına hareket etmektir. Hareketlerimiz Hz. Gazali’nin (ra) buyurduğu umumi İslam prensibine aykırı olmamakla beraber hususiyeti olan bir harekettir. Ferîd makamının mazharıdır. Ferd ismine mazhardır.
Burada bir hususa iyice dikkat edilmelidir ki o da şudur: “Temasül tezadın sebebidir” sırrınca ve “Hazm olunmayan ilim telkin edilmemeli” düsturunca Risale-i Nur ve Hz. Bediüzzaman, akıl ve vicdan midesine indirildikten sonra senin hususiyetlerinle oradan hayata çıkmalı.
SUAL 4: 24. Sözdeki melaikelerin nezaretlerinin varis-i nebilerin nezaretleriyle benzer ve benzer olmayan tarafları.
CEVAP 4: Melaikelerin nezaretleri: İhtiyarı ve iradesi olmayan (emr olunduğu gibi hareket eden) bir mahlukun, yine ihtiyarı ve iradesi olmayan diğer bir mahluka nezaretleridir. Enbiyanın ve varislerinin nezaretleri ise; ihtiyar ve irade sahibi bir mevcudun yine ihtiyar ve irade sahibi diğer bir mevcuda nezaretleridir. Aralarında çok büyük fark vardır.
SUAL 5: Benim durumumda olanlar (melaikelerin nezaretleri) tarzında bir tatbikatla mükellef midirler? Mükellef iseler eklenecek bir husus var mıdır? Değilse…
CEVAP 5: Sizin durumunuzda olanlar Bilvekale varis-i nebi Hz. Bediüzzaman gibi hareket etmekle mükellefdirler.
SUAL 6: Zahir ulemasının varis-i nebiler gibi vezaifini ifa ederlerken dikkat edecekleri hususlar esasat-ı ihlas dışında neler olmalıdır?
CEVAP 6: Zahir ulemanın nasibine aktan karayı okumak düşmüştür. Evvela adam olmaya çalışmalılar. O kemalatı iktisab edinceye kadar da düsturlar muvacehesinde hareket etmeye azami dikkat sarfetmeliler.
Kardaşım İbrahim Amidi. Mektubunuzda üç sual var:
S1: Maddi hastalıklar acaba manevi hastalıklarla bağlı mıdır? Maddi kalb hastalığı manevi kalb hastalığını da getirir mi?
C1: Hastalar risalesinde bu sualin cevabı fazlasıyla var. Bilakis, bu zamanda sizler gibi bahtiyar gençlerde bulunan maddi hastalıklar her yönüyle maneviyata faydalıdır. Fakat biz daima şifa ve afiyet dilemeliyiz.
S2: Cin taifesinde mürşid-mürid ilişkileri var mıdır? Onlardan peygamber gelmiş midir?
C2: Cin taifesi de teklifle muhatap olduklarına göre kendi hayat tarzları içerisinde aynen insanlar gibidirler. Hz. Peygamber’den (asm) sonra onlardan peygamber gelmemiştir.
S3: Risalelerde tavsiye olunan 2806 lafza-i Celal, 1000 kelime-i tevhid gibi zikirler şahsi farzlardan mıdır? Bunların nefis terbiyesiyle alakaları var mıdır?
C3: «Şu kısa tarîkın evradı, ittiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir. Ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır. (Zeyl)» Meslekî farzlar bunlardır. Bunun dışındaki virdlerde şahıs kendi tercihiyle kendisine farz yapabilir.
Rabbim sana da annene ve babana da acil şifalar ihsan eylesin. Amin.
Kardaşım Parlak Feyzullah: 11 Aralık 1997 tarihli mektubunuzu aldım. Allah razı olsun. Miraçta gönderdiğiniz Miraç hediyesi ayetin yazılı olduğu tabloyu aldım. Duvara astık. Kardaşım Kırıkkale’deki o kardaşımız talebe-i ulûm olarak vefat etmiştir. (Allahu a’lem)
Kardaşım Abdülmetin Efendi: 3 Aralık’ta yazılan mektubunuz için teşekkürler.
Hepinize binler binler selam, Allah’a (cc) emanet olunuz. Abdülalîm ve İlyas Efendilerin selâmları var.
Dua ve istiğfarınıza çok muhtaç kardaşınız,
Müslim Gündüz
22 Aralık 1997
LAHİKA 307
(Harun Reşid Efendi'ye cevaben)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ . اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ
Aziz kardaşım ve sadık dostum Harun Reşid Efendi;
Binler selâm eder dareynde saadetler dilerim…
Bir kaç sual sormuşsunuz;
S-l. Müsbet davranış ne manayadır?
S-2. Hz. Mehdi müsbet davranış halinde mi olacaktır?
S-3. Müsbet hareket nübüvvet tavrı mıdır, velayet tavrı mıdır?
Bildiğim kadarıyla arz edeyim:
C-l. Müsbet davranış şu demektir: İnsan; kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyeden meydana gelmiş bir varlıktır. Bu kuvveler her biri üç mertebeye ayrılır: İfrat-Vasat-Tefrit.
Kuvve-i şeheviye: İfrat mertebede fücur, vasat mertebede iffet ve tefrit mertebede humud denilen bir hal üzeredir.
Kuvve-i gadabiye: Tehevvür, şecaat ve cebanet mertebelerine ayrılır.
Kuvve-i akliye ise: Cerbeze, hikmet, gabavet sınıflarına ayrılır.
İşte müsbet hareket: İffet ve Şeceat ve Hikmet mertebelerine gِöre hareket etmektir. Bu hususun tafsilâtını İşaratü’l İ’caz’da bulabilirsiniz.
C-2. Hz. Mehdi (ra), müsbet hareket üzerinde bulunacaktır. Zira diğer mertebeler yani vasatın dışındaki ifrat ve tefrit mertebeleri zulümdür.
C-3. Müsbet hareket adalettir. Adalet doğrudan doğruya şeriata baktığından nübüvvet kemâlatındandır.
Umuma binler selâm.
(Niğde’ye gönderilen mektub)
Biçare Kardaşınız
Müslim Gündüz
15 Nisan 1998
LAHİKA 309
(Hanifi Efendi'ye cevaben)
Aziz kardaşım Hanifi Efendi,
14 Nisan 1998 tarihli mektubunuzu aldım. Allah razı olsun. Beni sevindirdiniz. Cenab-ı Hak ne muradınız varsa lütfuyla ihsan eylesin. Amin.
Aziz kardaşım, bazı rüyalar yazmışsınız. Rüya tabirinde maharetim yok. Fakat rüyalarınız çok zahir, onun için aklıma gelen bir iki manayı size yazacağım.
Birinci rüyadaki “Toz toprakla bana yapılan eziyete müdahele ederek beni kurtarmanız…” (Allah hayretsin); bulunduğunuz çevrelerde hayali ve vehmi iftiralarla bana yapılan haksız hücumları def’ edeceksiniz veya ediyorsunuz.
İkinci rüyada gördüğünüz İslam’a hizmet edecek olan zat; şahıs değil, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisidir. Size bir insan suretinde görünmüş…
Üçüncü rüyada “sarık sarmanız”; Allahü a’lem, Peygamber Efendimizin Sünnet-i Seniyelerine uyarak hayat geçirmeye muvaffak olacaksınız… Allah hayretsin.
Gelelim diğer suallerinize:
Evvela itiraf edeyim ki, suallerinizin her birisine cevap vermek için küçük küçük kitapçıklar yazmak gerekiyor. Bununla birlikte gayet kısa cevaplar vermeye çalışacağım.
S.l- Müslim Gündüz kimdir? Soyu nereden gelmektedir?
C.l- Çok samimiyetle ve riyasız söylüyorum ki Müslim Gündüz; kabil-i ihmal ne dünya ne ahiret, elinden hiçbir şey gelmeyen, kaderin kendisine biçtiği güzel halleri de su-i ihtiyarıyla bozan biçare bir insandır. Hasbel-kader içerisinde bulundurulduğumuz şu Kur’an hizmetinin dışında kayda değer hiçbir meziyeti yoktur Müslim Gündüz’ün. Suri hayatımla alakalı kısmı ise; bir zaman bir münasebetle bir parça yazmıştım. Takriben 70-80 daktilo sayfası tutmuştu. Zannediyorum Zafer Efendi’de vardır veya size temin edebilir. Oradan istersiniz.
Soyumuz hakkında yazılı hiçbir bilgi ve belge yok. Babamın yarı ömrü de dahil, dedelerim şarkın çok sarp dağları arasında ve çok büyük yoksulluklar içerisinde hayat geçirmişler. Birinci Dünya Harbi ise, mevcut olanı da alıp göِtürmüş. Rahmetli babam, sadece; nüfus kanunundan (soyadı kanunu) evvel bizim sülalenin lakabının Uhudoğulları olduğunu ve bizim kabile olarak Arabistan taraflarından geldiğimizi söylüyordu. Bu husustaki malumatın hepsi bu kadar.
S.2- Risale-i Nur’a nasıl başladınız? Aczmendi hareketi sizinle mi başladı? Daha evvel neden başlamadı? Bediüzzaman Hz.lerinin talebeliğini yapmış mısınız? Diğer Risale-i Nur talebelerinin Aczmendi’ye gِöre durumu nedir?
C.2- Risale-i Nur eserlerini 1961’in Ocak-Şubat aylarında okumaya başladım. O zaman Karabük D.Ç. Fabrikaları’nda çalışıyordum. Aczmendi hareketi Risale-i Nur hareketidir. Onun için Aczmendi hareketinin başlangıcı Hz. Bediüzzaman’ın (ra) Burdur’a nefyedildiği tarih olan 1925 senesinden başlar.
Bediüzzaman’ın (ra) talebeliًğinden maksat, o Hazreti göِrmekse, maalesef dünya gِözüyle gِörmek nasip olmadı. Çünkü vefatından 9-10 ay sonra Risaleleri okumaya başlamıştım. Malumdur ki, Hz. Bediüzzaman’ın (ra) gِörmenin mazhariyeti baki kalmak şartıyla, Risale-i Nur’a talebe olmak, Hz. Bediüzzaman’ı göِrmek şartına bağlı değildir. Risale-i Nur’a talebe olmanın şartları 26. Mektup’ta yazılıdır (26. Mektup 10. Mes’ele). O şartlar kıyamete kadar bakidir. O şartlara uyan Risale-i Nur talebesi olur.
Diğer Risale-i Nur talebeleri külliyen Aczmendidirler. Çünkü Aczmendi tabiri Risale-i Nur’un tabiridir (4. Mektup). Risale-i Nurlarla alakadar insanların hepsi ya dost ya kardeş veya talebe olarak Aczmendidirler. Daha pratik ve anlaşılır bir şey söyleyeyim: Risale-i Nurları hem kendi şahsında hem de elinin yettiği her yerde tatbik etmek için okuyanlara Aczmendi Nurcu denilir. Risale-i Nurları başkasına anlatmak için okuyan Nurculara da Aczmendi olmayan Nurcular denir.
S.3- Aczmendi hareketi neden M.Gündüz ile başladı? Risalelerde olsa da cem’iyyette bilinmiyordu bu Aczmendilik?
C.3- Daha evvel dediğim gibi Nurculukla eşdeğer olan Aczmendilik, Hz. Bediiüzzaman’la (ra) beraber başlamıştır. Ancak hizmetini üç devrede tamamlayacak olan Risale-i Nur hareketi, li-hikmetin bir ismini (Aczmendi), göِzlerden uzak tutarak, başka bir devre için saklamış. Yani öğrenilen hakikatlerin şahsî hayatında ve cemiyet hayatında yaşanmasının hikmeti… Cenab-ı Hak kudretini göِstermek için en mühim neticeleri en basit ve kabiliyetsiz sebeplerden meydana getiriyor. (Üzüm salkımı ile üzüm çubuğu gibi). Muhakkak ki böylesi bir inkişafın benim gibi bir biçareden suduru da bu kanunun bir gereğidir.
Kardaşım, Risale-i Nur hareketi (hareket olarak) Mehdiyet hareketidir. Bu davada şahıslar asla medar-ı nazar değillerdir. Cemaatin şahs-ı manevisi hükmediyor… Şahıslar davaya nisbeten kabil-i ihmaldirler.
Hasan Mezarcı Kardaşımız hakkında malumat istiyorsunuz. Mezarcı Efendi, 10 sene müftülük, 3-5 sene camilerde imamlık yapmış hafız-ı kelam bir zattır. Her ne kadar büyük haksızlıklara maruz kaldıysa da bence hapis hayatı onun için çok iyi olmuştur. Bütün eski malumat ve tecrübelerinin değer kazanmasına sebep olmuştur. Hayatının seyir çizgisi tamamen değişmiştir. İnşaallah rıza-yı ilahi dairesinde devam eder.
Ahmet-İlyas-Süleyman ve Abdülmetin Efendi selam ederler.
Kardaşınız, Müslim Gündüz
20 Nisan 1998
(Amasya’ya gönderilen bir mektuptan)
LAHİKA 310
(Kürşad Bey'e cevaben)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz Kardaşım Kürşad Bey,
Binler selam eder, hizmet-i imaniye ve Kur’an’iyede müdavim olmanızı Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
15 Nisan 1998 tarihli mektubunuzu aldım. Allah razı olsun. Mektuplarınız ve sualleriniz sıkıntı değil, bilakis ferahımı mucib olmaktadır. Yalnız sualleriniz çok külli ve mühim olduğu halde cevaplarımın o nisbette doyurucu olmadığı muhakkaktır. Artık nazar-ı müsamaha ile bakacağınızı ümid ediyorum.
İki sualiniz var:
S.1- Şeriata aykırı hiçbir hakikat olamaz. İslam’ın batın yolu tasavvuf, zahiri ise şeriattır, diyor ve öyle kabul ediyoruz. Peki şeriatın hem zahiri hem de batını var mıdır? Bu itikad bozukluğu değil midir?
S.2 – “Mutlak tevhid mümkün değildir” söِzünden, öz olarak ne anlamamız gerekiyor?
Bu iki mühim sualinize bildiğim kadarıyla cevaplar:
C.l – Bu sualinizin cevabı, İmam-ı Rabbani Hz’lerinin Mektubat’ında ve Hz. Bediüzzaman’ın Telvihat-ı Tis’a namlı eserinde tafsilatıyla izah edilmiştir. Bu suale tam ve tafsilatlı bir cevap yazmak için bir kitap yazmak gerekiyor. “Arife işaret kafidir” kavlince, Telvihat-ı Tis’a’dan aldığım bir parçayı cevap olarak yazıyorum:
“Şeriat, doğrudan doğruya, göِlgesiz, perdesiz, sırr-ı Ehadiyet ile Rububiyet-i Mutlaka noktasında, hitab-ı İlahinin neticesidir. Tarikatın ve hakikatın en yüksek mertebeleri şeriatın cüzleri hükmüne geçer, yoksa daima vesile ve mukaddime ve hadim hükmündedirler. Neticeleri, şeriatın muhkematıdır. Yani: Hakaik-ı şeriata yetişmek için, tarikat ve hakikat meslekleri, vesile ve hadim ve basamaklar hükmündedir. Gitgide, en yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mana-yı hakikat ve sırr-ı tarikate inkılab ederler. O vakit şeriat-ı kübranın cüzleri oluyorlar. Yoksa bazı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı zahirî bir kışır, hakikati onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir.
… Vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise, semere-i vahiy olan âdâb-ı şer’iye, o derece semere-i ilham olan âdâb-ı tarikatten yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için tarikatın en mühim esası sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.”
Kardaşım, şeriatın her tarafı özdür, kabuğu yoktur. Tarikatte yani tasavvufta ve hakikatte inkişaf ede ede şer’î emirlerin zevkine ulaşır. Şer’î emirleri yaparken, yapmacıktan ve zorlamadan kurtulur, zevk ve arzu ile yapar. Yani, tasavvuf ve hakikat birer basamak olarak şeriatın emirlerini bilhakkın ve rızaya uygun bir biçimde yaşamaya yardım ederler. Bu itibarla bunlar da şeriatın özünde mevcut ve onun cüzleri hükmündedirler. Malumdur ki bir şeyin hazırlığı o şeydendir.
Daha evvel arz ettiğim gibi bu mesele çok geniş izah isteyen bir meseledir. Zannediyorum ki bu kadarı maksada kafidir. Şeriatın zahirini inciten mesleklerin hiçbirisi hak olamaz. Yani zahire uymayan batın; batıldır.
C.2- Tevhid mertebeleri yakîn mertebeleriyle yakından alakadardır. Rabbimizi ilme’l-yakin olarak mı, ayne’l-yakin olarak mı, yoksa hakka’l-yakin olarak mı biliyoruz? Diyelim ki hakka’l-yakin mertebede biliyoruz. Amma hakka’l-yakinde de nihayetsiz mertebeler var. Acaba biz hangi mertebede biliyoruz?
Mahdud bir mahluk, gayr-ı mahdudu yani nihayetsizi nasıl bilecek? Elbette ki nefsü’l-emirdeki haliyle asla bilmeyecektir.
Musa (as) gibi bir ulûlazm peygamber-i zişan, Rabbu’l-İzzet’in bir kelâ-mını dahi dinlemeye tahammül edemedi, baygın düştü. Sair insanlara ne de-mek düşer.
O halde küllî bir itikad ile. Nefsü’l-emirdeki Rabbimize (keyfiyetten ve tasavvurdan münezzeh olarak) iman ediyoruz. O kadar…
İtikadın dışındaki her izah mutlak tevhidi anlatmaktan çok çok uzaktır. Vesselam. Oradaki arkadaşların hepsine binler selam.
Kardaşınız Müslim Gündüz 26 Nisan 98
(Kırklareli’ye gönderilen bir mektup)
LAHİKA 311
(Niğde Cezaevinde yatan kardeşlere cevaben)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَه . اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّه
Aziz Sıddık Kahraman Kardaşlarım,
Bir müddettir Konya Medrese-i Yusufiyesi’nden gelen Şualar’ın tashihiyle meşgulüm.
Bir iki gündür de 13.Şua’yı tashih ediyorum. Dün gece bizim koğuşa çok yakın bir koğuşun veya jandarma kulübesinin (tespit edemedik) kapısını açmak için çekiçle bir hayli uğraşıldı. Demek açamadılar ki, sonradan bir spiralle epeyce uğraştılar ve sonra ses kesildi. Bu vaziyet takriben iki saat sürdü. Ben mutadı üzere gece meşguliyetimi bitirdikten sonra sabah namazı sıralarında biraz tashihat yapayım dedim. Tashihat sırası ise, 13.Şua’da mezkur bulunan, Hz.Üstad’ın Denizli Hapishanesi’ndeki kapı kapanma hadisesine gelmişti. Bu tevafuka hem hayret ettik hem de barekallah dedik.
Anladık ki, biz başıboş değiliz. Bizi istihdam eden “birisi” var. Gündüz olunca İlyas-Ahmed ve Süleyman Efendilere göِsterdim.
Kardaşlarım, bilhassa 13. Şua’nın mektupları ve meseleleri (bir devir 60 senede değişir kaidesi nazara alınarak) aynı aynıya Aczmendi Nur talebeleriyle münasebettar görünüyor.
Normal derslerimizi, şu anda Lem’alardan takip ettiğimiz halde, bu tevafukun hatırı için dünkü dersi 13.Şua’dan yaptık. Ben dedim: “Bu mektupları yazarak çoğaltalım ve kardaşlarıma göِnderelim.” Meğer Ahmed Arslan da o anda aynı şeyi düşünüyormuş. Sonra dedim; “Bu 13. Şua’nın bütün mektupları madem üç Medrese-i Yusufiyede ve dışardaki bütün kardaşlarımda var. O halde sanki biz yazmış göِndermişiz gibi yeniden ve çok daha ciddi bir mütalaa ile okunsun.”
Sizin hizmetlerinizle iftihar etmenin dışında bir marifeti olmayan kardaşınız
Müslim Gündüz
(15 Mayıs 1998 (Niğde’ye gönderilen bir mektuptan)
LAHİKA 282
(Müslime Hanım'a cevaben)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَه . اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّه
Aziz, Kahraman Kızım, Müslime Hanım;
Mektubunuz beni çok sevindirdi ve çok duygulandırdı. Sena bacımın ahvalinden bahsederken, rahmetli anamın resmi karşıma geldi.
Anam daha bebekken babası 1. Dünya harbinde şehid düşmüş. Küçüklüğünde oynarken düşmüş. Sol kolunun köprücük kemiği kırılmış. Sahipsizlikten alıp bir kırıkçıya göِtürememişler. Bu sebeble de sol kolu sakat kalmış. O tek eliyle 13 çocuk büyütmüştü. Sonradan dördü öldü. Biz 9 kardeş hayatta kaldık. Bize sol eliyle hiçbir şey yedirmedi. Yani, yediremedi.
Anam ziyade temizliğe dikkat eder ve çok kibar bir hanımdı. Sena bacımın vesilesiyle ta ciğerimden tekrar anamın sevgisini hissettim. Allah bacımı dünya ve ahiret saadetine garketsin. Amin.
Çok şükür şu anda sıhhatim ve rahatım iyidir. Başta annen, baban ve aile efradın olarak tüm dostlara binler selâm. Sümeyye kızıma da çok çok selâm. Ubeyd efendiye selâm.
Allah’a emanet olunuz.
Müslim Gündüz
27 Mart 1998
(Adıyaman’da mukim Müslime Armut’a Müslim Gündüz’den gönderilen bir mektup)