Lahika 34 - 35

(Ferid Bolatkale - Müslim Gündüz)

***

LAHİKA 34

(Ferid Bolatkale)

اسْمِهِ سُبْحَانَهُ  وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُه

Aziz, Müşfik, Muhterem, Üstadım Efendim Hazretleri,

Kâinattaki zerrat adedince selâm eder, manen günahkâr başımı daima okşadığını hissettiğim şefkatli avuçlarınızdan sonsuz hürmet ve muhabbetle öperim.

Müşfik Efendim, sizi ziyaretlerimde yaşadığım şiddetli tıkanıklık ve unutkanlık, halimi arz etmeme daima mani oluyor. Dilime gelen birkaç ifade ise manasızlaşıp uçup gidiyor. Hâlbuki bir babanın evladına gösteremeyeceği şefkat ve merhameti yıllarca siz muhterem Efendimizden görmekteyiz. En sıkıntılı anlarımızda bir tatlı tebessümünüz bizlere her şeyi unutturur ve bizleri içimiz içimize sığmaz bir sürûra gark ederdi. Bazen gaflet ve günahlara dalıp yuvarlanırken, sizden gelen müşfik bir ihtar, bizi kendimize getirirdi,

Çünkü benim için hayatımın bütün mana ve ehemmiyetini kaybettiği bir halet-i ruhiye içinde sizi tanıdım. Issız bir çölde bir ab-ı hayat, uçsuz bucaksız fitne ve dalalet denizinde bir sefine-i necat olarak sizin eteklerinizden tutundum. Hayatım yeniden manalandı ve ruhum yeniden canlandı. O zamanki haletimi ifade etmeye çalışırken şu beyit kale­mime gelmişti:

Yalnızlık, yansızlık, yönsüzlük …. İşte dinsizlik.

Yan ve sızla, dön ve izle, sus ve dinle…. İşte sonsuzluk.

Yıllarca aldığımız felsefe eğitimi kalp ve ruhumuzu öyle muzdarip bir hâle getirmişti ki, sanki kalbimiz bütün hak ve hakikatlere karşı tam sağır ve kör bir hale gelmişti. Rabbimin bir lütfu olarak sizinle karşılaşmamız, bütün hastalıklarımıza birer tiryak hükmündeki sohbetlerinizin Cenab-ı Hakkın bir eser-i inayeti olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bizlere ve tüm ehl-i imana birer manevi şifahane hükmüne geçmiş olan Aczmendî Dergâhlarını Rabbim yeniden hayatlandıra. Amin.

Aziz Efendim, çok dağdağalı ve telaşlı bir vaziyette geçen son 11 aylık dönem, bizleri dehşetli bir yalnızlığa ve garibliğe fırlatıp attı…. Geçenlerde arkadaşlara umûmen yazdığım bir mektupta “Dün cemiyette garîb bir cemaat olarak başlamıştık, bugün ise cemiyette garîb birer ferd olduk” demiştim. Ne kadar doğru olduğunu bilemediğim bu tesbit beni ye’se düşürmedi. Aksine bu dönemin, ferd ferd herkese ayrı ayrı bakan bir imtihan ciheti olduğunu düşündürüp, ciddiyete sevk edi­yordu. Lakin yalnızlığın imtihanı bizi öyle takatsiz bırakmıştı ki; şaşkınlık derecesinde bir biçarelik vermişti…Yoksa bu kudsî davanın elek altı olanlarından mıyım? – Rabbim üzerimizden merhamet ve lüfunu eksiltmeye- Rabbımızın lütfuna nankörlük edip baş aşağı olanlardan mı olduk! Ne oldum Allah’ım ne ol­dum!

Aziz Efendim, bu biçare halime gözyaşlarım çare olmuyor, perişanlığımı ifade edemiyorum. Daralıp daralıp gevşiyorum. Geçenlerde bu sıkıntılar katbekat artınca, Ankara’ ya ziyaretinize gel­dim; fakat hiçbir şey anlatamadım. Sizin şefkat dolu tebessümünüz bizi hayata tekrar tekrar bağlayan tek bağımız.

Muazzez Efendim, himmet buyurun, dua buyurun bu günahkâr, perişan evladınızı; tembel, işe yaramaz, talebe olma liyakatini bir türlü elde edememiş; hayatta daima beceriksiz kalmış, Risale-i Nurun nurlu yolunda nakıslığıyla daima serseri dolaşmış; eli boş, kalbi yaralı, ruhu daim feryad etmekten çılgına dönmüş bu biçare Ferîd’inizi bırakmayın Efendim!

İki cihanı zindan eder dostun firakı.

Allahım! n’olur ayırıma, dostundan bu günahkârı.

Müşfik Efendim! Kalemi elime alırken böyle bir mektup yaza­cağım hiç aklıma gelmemişti. Yüksek afvınıza sığınarak gönderiyorum. Bu vesileyle leyle-i Miracınızı tebrik eder, dest ve damenlerinizden hürmet ve muhabbetle öperim. Rabbım siz Efendimi, rıza dairesinden ebediyyen ayırmasın. Amin.

Duanıza Muhtaç Günahkâr Ferid-i Hâfi  (Elaziz’den)

LAHİKA 35

(Müslim Gündüz)

Azîz, Sıddık kahraman Kardaşım Ferid-i Hafi,

…….

İnsan bazan nesir kılıfında manzum yazıyor. Sizin edebiyatınız zaten malum. Bir de firkât, hirkât sarınca doğrusu mektub mektubluktan çıkıp, bir kompozisyon çalışması şeklini almış. Aralıklı olarak dört mısra ile de hisler kalıplara dökülmüş.

…………….

Aslında mektubunuz, mesleğimizin bir düsturunun yaşanan şeklini şerh etmekten ibarettir. Yani: Şevk-i mutlak… Evet, işte kavuşamamanın; ete, kemiğe ruha, kalbe dökülen Kezzabı… Şevk-i mutlak…

Her ne ise ben sizi Hoca Hanımla birlikte düşünüyorum. İnşallah aile yuvanız örnek teşkil edecektir. Cennet bahçelerinden bir bahçe olacaktır.

…………………

Ayrılığı, ümitsizliği, yeisi, başkaları düşünsün, bize ne…

………………

Hoca Hanımın yaptığı ve yapacağı hizmetler inşaallah büyük semereler veriyor ve verecek.

Aciz ve Biçâre Kardaşınız

Müslim Gündüz 8 Aralık 1997

(Bir önceki mektuba verilen cevabi mektuptan)

Yorum bırakın

Scroll to Top