Müslim Efendi’nin Etrafında Oluşan İlk Ders Halkası
(Ubeydullah Zeki Özdemir)
1985’de Bursa’dayım, Risale-i Nur hizmetinde bulunuyorum. 1986’da hacı Hulusi Efendi vefat edince, bulunduğum cemaat beni Risale-i Nur dershanesi açmam için Elaziz’e gönderdi. Hulusi Efendi hayattayken, Elaziz’de dershane açmamız münasip görülmemişti.
Yola çıkmazdan evvel, Elaziz’deki Risale-i Nur hizmetini yakından bilen abiler, bana çeşitli tavsiyelerde bulundular. Bu tavsiyeler içerisinden biri vardı ki, sonraki tüm hayat seyrimi değiştirecek bir mahiyetteydi.
“Elaziz’de Demirci Müslim var. Hem Nurcu, hem Ülkücü, hem Kürt, hem Milli Nizam Partisinin kurucusu, hem Tarikatçı, hem de siyasi bir deha. Onu yapacağın hizmete dahil edebilirsen, imkanları geniş olduğundan ve etraf çevresinde itibarı bulunduğundan hizmete büyük bir kuvvet olur. Lakin sakın onunla mevcut Risale-i Nur anlayışı ve hizmet tarzı hususunda münakaşada bulunma, ilzam olursun.”
Birbirinden çok farklı ve adeta biri diğeriyle bir araya gelmeyecek tarzdaki bu kadar çok vasfın, bir adamda bulunması beni hem hayrete hem meraka sevk etmişti.
Elaziz’e varınca, ilk işim bir dershane yeri kiralamak oldu. Akabinde merak ettiğim o acip şahısla tanışmak için adresini arayıp buldum. Kapısını çaldım. Açtı fakat, misafir kabul edemeyeceğini söyledi. Yüzsüzlük ve ısrarlarım neticesinde beni içeri aldı.
O tarihlerde Müslim Efendi inziva halinde. Mecburiyet olmasa evinden çıkmıyor. İnsanlardan tevahhuş eden bu vaziyetini Hulusi Efendi vefat etmeden önce kendisine sorduğunda, Hulusi Efendi: “İnziva halin neyi gerektiriyorsa, öyle davran. İnzivada kalmak için kendini zorlama ve çıkmak için de bir gayrette bulunma.” emirlerinin gereği evine kapanmış bir vaziyet içerisinde, sadece Risale-i Nur hizmetine bakan hususlarda misafir kabul ediyor.
Kısa bir hasbihal ve tanışma faslının akabinde ikindi ezanı okundu. Kendisi “Kardeşim, benim terk etmediğim bir usulümdür ki, ikindi namazının akabinde Risale-i Nur dersi yaparım.” dedi. Ben de (eğer kabul ederse) derse iştirak etmek istediğimi belirttim.
Namazın akabinde, bir önceki gün dersin kaldığı işaretli yerden, okumaya başladım. Ders; 24 Söz’ün 2 Dalı’ydı. Büyük şaşkınlık ve heyecan içerisindeyim. Zira bu kısım son birkaç yılımda içinden çıkamadığım, cevabını bulamadığım Risale-i Nur’un dehlizlerinden biriydi. Defaatle etraf çevremdeki abilere sormuştum. Fakat en iyi cevap veren “Senin dersin henüz oraya çıkmadı.” tarzında kaçamak cevap veriyordu. Tevafuk bu ya, o an okuyacağım yer tam da burasıydı.
Okumaya başlamamla, derinlemesine izahatlar da beraberinde geldi. Müslim Efendi konuyu açtıkça açıyor, hayalimin ötesindeki tatminkar cevaplar bir birini takip ediyordu. Bu füyuzatlı ve istifadeli dersin ardından, peşini bırakmadım.
Sonraki gün… sonraki gün… derken, sıklıkla yanına gidip geliyor, beraberimde de Risale-i Nur’un derin konularında benim gibi çıkmaza düşmüş tanıdıklarımı Müslim Efendi ile tanıştırıyordum.
Müslim Efendinin inzivada olduğu ev küçük bir evdi…Derse katılanlar 3, 5, 10, 20’yi bulunca ne abdest için ne ders için ve ne de namaz için bulunduğumuz mekân, kifayet edemez bir vaziyet gösterdi.
Hemen bitişiğimizde, Müslim Efendi’nin babasından kalma bahçeli ve geniş bir toprak ev daha var. Kardeşi Recep burada ikamet ediyordu. Bir müddet sonra Recep’e kooperatif çıktı ve buradan taşındı.
Bu bahçeli ve geniş evle ilgili birkaç ufak tadilat sonrası dersler buraya alındı. “İlk Toprak Dergah” diye ifadelendirilen yer burası…
Tabi beni Elaziz’de hizmet başlatmak için gönderenler, insiyatiflerinin dışında hareket ettiğimi fark edince, beni Kayseri’de vazifelendirdiler.
Burada Muharrem Efendi, Abdulalim Efendi, Feyzullah Efendilerle teşrik-i mesaim genişlemesinden istifade ile onları da Elaziz’e Müslim Efendi’nin derslerine yönlendirdim.
Hizmet merkezimiz bu durumu da fark edince, benimle olan irtibatı kopardılar.
Önceki hizmet hal-kasıyla aramdaki irtibatın kopması, beni kendi şahsi dünyamı imar edip şekillendirecek bir atmosfere itmiş olsa da eski bir kısım arkadaşlarla temasım devam ediyordu.
Seyfullah Efendi ve Enes Efendi vesair tanıdıklarımı da Elaziz’e yönlendirdim.
Hacı Efendi derslerinde nazarı kesinlikle kendisine çevirmiyor, Üstad’ın (ra) hayatta olan talebeleri, Mehmet Feyzi Efendi ve Mustafa Osman Efendi’yi nazara veriyordu.
Bu münasebetle aralıklı olarak onları da ziyaret ediyordum. Tabi Nurcu camiayı aşıp onlara ulaşmak, ciddi bir ısrar ve iştiyakla ancak mümkün oluyordu.
Bu ziyaretlerimin ilkinde, ismi Risale-i Nurlar’da sıklıkla geçen Mustafa Osman Efendi’ye gideceğim bir merhalede bana tavsiye edilen şuydu;
“Gitme! Ziyaretten hoşlanmayan, gidenleri azarlayıp kovan asabi bir zat.” Bu tavsiyeyi dinlemedim tabi. Yanımda …… ile beraber gittik. Kapıda elini öpmek istedim: “Kardeşim nereden çıkarıyorsunuz bu bid’atleri, Risale-i Nur Sünneti ihya için gelmiş. Sadece anne ve baba gibi yakın akraba ve varis-i nebi gibi zatların elleri öpülür.” dedi.
Elini öpme imkanına kavuşamamış olsam da iki avucu arasında kalan elim vasıtasıyla 45 dakika müddetince, tüm vücudumu dolaşacak bir tarzda içimi kaplayan tatlı bir sıcaklığın hazzını doyasıya yaşadım. Meğer büyüklerin adetindenmiş, elini uzattığı kişi çekmediği müddetçe kendisi elini çekmezmiş. Doğrusu büyüklerin bu adetini bilmemem, benim için çok büyük bir kazanca vesile olmuştu.
Ayak üstü sohbetimiz devam ederken, bir an merhum annemle ilgili uzun bir müddet kalbimi meşgul eden bir husus aklıma geldi. Kendisine sormadığım halde, Mustafa Osman Efendi birden sohbet mevzumuzu değiştirip kalbimdeki endişelerimi izale edecek bir tarzda müşkilimi cevapladı. En nihayet ayrılırken; “Efendim, nasipse Elaziz’e gideceğim. Demirci Müslim abiye bir emriniz olur mu?” diye sordum..
“Müslim.. Müslim.. Kahraman Müslim… O ricaldendir. Yanına varırsan, el ve ayaklarından öptüğümü söylersin” dedi. Adeta şimşekler kafamda çaktı.
Elaziz’e döndüğümde, Müslim Efendi’nin Hanköyündeki bahçede olduğunu öğrendim. Yanına gittim ve Mustafa Osman Efendi’ye yaptığım ziyaretten bahsederek: onun kendisi için söylediği ifadeyi nakledince (nakletmez olaydım); Adeta bir çuval gibi yıkıldı, olduğu yere…“Estağfirulllah estağfirullah…. Biz o kapının bağlısıyız, türabıyız…” dedi.
Ubeydullah Zeki Özdemir