Risale-i Nur’un Dünü, Bugünü ve Yarını

Author picture

Yazıya başlamadan bir hatıra:

Saadetli günlerimizin birinde Kastamonu’da Sultan Feyzi Efendi Hazretleri’nin huzurunda bulunuyordum. Sonradan Yazıcı olduklarını anladığım kardaşlardan iki üç kişi daha geldi. Oturur oturmaz problemlerini açtılar. Hülasası şuydu:

Hüsrev Efendi Hazretleri son zamanlarında sık sık ağır hastalıklar geçirmeye başladı. Başlamış olduğu tevafuklu Kur’an-ı Kerim’in 9. Nüshasını bitiremeden ölmesinden korkuyoruz dediler. Sultan Feyzi Efendi gayet sakin bir tarz-ı ifade ile;

“Kardaşım Hüsrev Efendi gibi zatlar vazifeli şahıslardır. Onlar işlerini bitirmeden ahirete intikal etmezler. Endişe etmenize gerek yok.” dedi. Nitekim aynen öyle de oldu.

Mehmed Feyzi Efendi
Sultan Mehmed Feyzi Efendi

Evet, Kastamonu Lahikasında emredilmişti:

“Risale-i Nur’un mesaili; ilim ile fikir ile niyet ile ve kasti bir ihtiyarla değil; ekseriyeti mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.”

Risale-i Nurlarla alakalı küçük küçük mesail bile ilim ile fikir ile niyet ile olmuyorsa, Risale-i Nur’un kendi hareketinde ilim, fikir ve niyet nasıl olabilirdi? Elbette mümkün değildi.

Biz biçare talebelerine ise onun yolunda bulunmak ve bu vesileyle ahiretini kurtarmaya çalışmaktan başka bir vazife düşmemekteydi.

Şimdi Risale-i Nur’un dününü, bugününü ve yarınını kendisinden öğrenmeye çalışalım.

Risale-i Nur Hareketinin Hizmet Devreleri

Risale-i Nurların neşri 1926’da başladı. Bir devir 60 senede sona erer kaidesi ile (Sikke-i Tasdiki Gaybi) 1986’da bir devir bitti. İkinci bir devir başladı. Bu yeni başlangıç da niyet ile, fikir ile ve kasti bir iradeyle olmadığından Nur camiasının kahir ekseriyeti olup bitenin farkında bile olamadılar.

Risale-i Nur’un dünü, hakaik-i imaniyenin neşri ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak zamanı idi. 1986’da sona erdi. Bu zaman içerisinde; Abdulkadir-i Geylani, İmam-ı Rabbani ve Şah-ı Nakşibend gibi zatlar dahi olsalardı vazifeleri sadece ve sadece bu hakikatlerin neşrine çalışmak olurdu. (5. Mektup)

1986’da Hulusi’nin diyarından Risale-i Nur’un sünuhat nev’inden bir inkişaf-ı fevkaladesi oldu. “Feraiz-i diniyeye ve sünnet-i seniyeye tarikat perdesi altında hizmet…”  devresi girmişti. Yani ikinci devre. Bu devreyi Binbaşı Muhyiddin Bey ta 1905’li senelerde, tarikatlar ruhundan çıkacak bir güneş olarak rüyasında görmüştü. 1940’lı senelerde Hz. Üstada yazmıştı ve ehemmiyetine binaen Kastamonu Lahikasına konulmuştu.

28.Mektub’un rüya bahsinde de bu devrenin başlangıcı, kuvve-i velayetle ortaya atılacak diye vasıflandırılmıştı. Bunların hepsi oldu ve geçti. 

Görenedir görene hesabı, bildiğinden başkasını muhal telakki eden bir zihniyet Türkiye’yi ve Süfyaniyet’i dibinden sallayan bu azim Risale-i Nur hareketini göremedi. Hala da görebilmiş değil.

Risale-i Nur’un 2. Hizmet Devresinin Ana Vasfı

Demek ki Risale-i Nur’un 2. Hizmet Devresinin ana vasfı;

“Feraiz-i diniyeye ve sünnet-i seniyeye TARİKAT PERDESİ ALTINDA hizmet etmektir”

Peki, Risale-i Nurlar şimdi tarikat zamanı değil dememiş miydi? Bunu nasıl izah edeceğiz. Evet demişti ama (ŞİMDİ) kelimesini kullanarak. Demek (ŞİMDİ) geçerse şekilde değişebilir ve değişti.

Tüm ezberlerini bir tarafa bırakarak benim bu dediğim şekilde 5.Mektubu okusun aziz muhterem Nurcu kardeşlerim. Evet, 2. Hizmet Devresinin lazımı olan Aczmendi Tarikatını Hz. Üstad ta 1921’de yazdığı Mesnevi-i Nuriye eserinde emretmişti. Mesnevi-i Nuriye eseri de o dört hatveli Aczmendi Tarikatı’nın nefis terbiyesi ve manevi terakki derslerinden ibarettir.

Risale-i Nur'un Dünü Bugünü ve Yarını
Aczmendi Toprak Dergah - 1986

Fakat iş başkalaştı. İslam’da Süfyaniyet hareketi çıkmıştı. Ona karşı nübüvvet kandilinden süzülen bir Nur ile mukabele lazım geliyordu. 

Onun için hakaik-i imaniyeye hizmet öne alındı, “Tarikat perdesi altındaki dine hizmet devresi” ise geriye çekildi.

Risale-i Nur’a Sadakat Boynumuzun Borcudur

3 . Said Devresi’nden bil-istifade, Risale-i Nur’un nasıl bir çıkmaza sokulduğunun şerhine geçecektim. Fakat görüyorum ki ondan evvel izahı gereken bazı hususlar var. Onun için bu zarureti öne aldım. Nasip olursa esas mevzuya ileriki satırlarda tekrar döneceğim.

“Madem Risale-i Nur imana muhtaç gönüllerde tesiri yapıyor. Bir Said değil bin Said feda olsun…” 

[Emirdağ Lâhikası-2, 69]

İmana muhtaç gönüllere tesir eden onları imansızlığın derin gayyasından tutup çıkaran Risale-i Nurlar’ın gerekli tesiri icra etmesine engel Said ise eğer, bir değil bin Said feda olsun diyor müellif-i muhterem.

Biz anladığımız kadarıyla Risale-i Nurlar’a bir tehlike gelmek ihtimalini değil, vurulmuş darbeleri gördükten sonra bunu önlemek için bir hatırı değil binler hatırı yıkamazsak o mübarek Üstadımızın yüzüne nasıl bakarız? Bu mübarek eserlere sadakat borcumuzu nasıl öderiz? 

Haci Hulusi efendi
Hacı Hulusi Efendi

Şu hususu hiçbir Nurcu aklından çıkarmamalıdır. 

“Risale-i Nur telifinin bittiği tarih olan 1944, Mehdiyyet hareketinde bir milattır. 

O tarihten Evvelkiler vardır ve o tarihten Sonrakiler vardır.”

Evvelkilerde; Hazret-i Bediüzzaman, Hulusi, Hüsrev, Küçük Hüsrev Feyzi vardır. 

Mehdiyyet hareketinin meslek ve meşrebini yazan yaşayan ve muhafaza ederek yolunda istikametle gidenler vardır. 

Sonra gelenlerin kıymetleri bu dört esasa ve erkana uydukları nispettedir.

Davamı Masonlara Satacaksınız

Hazret-i Üstadımızın Zübeyir Ağabey’e söylediği “Davamı Masonlara satacaksınız” sözü herkesten ziyade beni üzdü ve dehşete düşürdü. Evvela sözün doğruluğu Hüsnü Ağabeyimiz’in beyanlarından teyid edilmiştir. İsteyen araştırabilir.

Sanien,1965’te Süleyman Demirel Adalet Partisi Genel Başkanı olarak Başbakan olduktan sonra hiç şüphe etmiyorum ki; icraatlarının en önemlisi Risale-i Nur Camiasını rejimin payandası durumuna getirmiş olmasıdır.

Demirel’in 33 dereceli Mason olduğu alemce malumdur. Yani İngiliz’in emir ve komutasıyla hareket eden bir T.C Başbakanı iktidarda kalmıştır. 

Zübeyr Gündüzalp Ağabeyin Etrafını Çevrelemiş İstanbul Cuntası

Zübeyr Gündüzalp
Zübeyr Gündüzalp Ağabey

Adalet Partisi’ni Demokrat Parti’nin devamı olarak gören Zübeyir Ağabey ve etrafını çevreleyen İstanbul Cuntası var. 

Zübeyir Ağabey oldukça hasta ve daimi müsekkin ilaçlar kullanmaktadır. 

Çevresinden gelen haberlere göre kararlar vermekte ve söylediği sözlerin dışarıya nasıl intikal ettirildiğini anlamaktan bihaber yani hasta bir vaziyettedir.

Sebeb ne olursa olsun sadece koca Nur Camiasının otuz sene kırk sene Demirel gibi bir Masonun peşinden sürükleyen bir Zübeyir Ağabey’e sadece bunun için dahi olsa Hazret-i Üstad’ın o sözü çok mu ağırdır?

Bizler Aristo ve Eflatun’un Değil, Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un Talebeleriyiz

Bir Nur talebesi muhalefetini de seviyeli yapar. Kaderin payını daima düşünür. Kendisinin aldanmış olabileceği ihtimalini hiçbir zaman nazardan uzak tutmaz. Hele muhalefet ettiği zatlar, Hulusi Bey ise veya Mehmed Feyzi ise veya Hüsrev ise muhalefetini bin bir pişmanlık psikolojisi içerisinde ancak yapabilir.

O Hulusi ki hakkında, “Aziz kardeşim, çendan Abdulmecid benim nesebi kardeşim ve 20 sene talebemdir. Fakat ne o ne hiçbirisi benim Hulusim’e yetişmiyor.” ifadesi Hazret-i Bediüzzaman’ın mübarek satırları arasında Risale-i Nurlar’a kaydedilmiştir. 

O Hüsrev ki, hakkında “Ben size ilan ederim ki Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım.” ifadeleri Risale-i Nur’da yer almıştır.

O Küçük Hüsrev olan Feyzi ki, Risale-i Nur’un sır katibi olduğu eserlerde yazılıdır. Ve onun hakkında Hazret-i Üstadımız’ın dilinden şu kelimeler dökülmüştür: “Selef-i Salihin senin gibi bir talebeye malik olduğum için bana gıpta etmektedirler.”

Efendiler biz Aristo’nun Eflatun’un Voltaire’in talebeleri değiliz. Bizler Hazret-i Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un talebeleriyiz. Biz Nebiler’in yolundayız. Bizde büyüğe hürmet etmek prensiplere sadakat göstermek esastır. 

Risale-i Nur
Hacı Hulusi Efendi

Rütbeli subay elbisesiyle 1926 gibi bir senede Eğirdir’den atına atlayıp Barla’daki Hazret-i Bediüzzaman’ı ziyarete gitmekteki keyfiyeti ve indallah makbuliyeti acaba sonradan gelenlerin tüm hayatlarındaki tüm makbul hizmetleri karşılayabilir mi ?

1926’da eli kolu bağlı Isparta’dan alınıp dört dağın ortasında kuş uçmaz kervan geçmez bir köy olan Barla’ya götürülüp bırakılan bir Bediüzzaman.. tanıdığı kimse yok..  selam verenleri içeri alıyorlar. 

Otel yok, han yok. Köyün ortasında öylece kalmış bir Üstad’a Muhacir Hafız Ahmed Efendi’nin sahip çıkıp alıp evine misafir etmesindeki keyfiyet acaba şu İstanbul Cuntası’nın binlerce sene ömrü olsa ve hepsini Risale-i Nur Hizmeti’ne verseler kıymet terazisinde batmanlara mukabil bir gram yer işgal eder mi dersiniz?

Afyon hapsi kahramanlarından Safranbolulu Mustafa Usman Efendi, 1962-63 senelerinde fakire şunu söylemişti ”Kardeşim Hazret-i Üstad’ı müstesna kılarak diyorum ki; Hüsrev’in tek başına yaptığı hizmet tüm Nur Dairesi’nin yaptığı hizmetten fazladır.” 

Bu Hüsrev’e -haşa binlerce defa haşa- “Bunak” diyen malum İstanbul Cuntası acaba hangi yüzle Hazret-i Üstad’ın talebesiyiz diyebileceklerdir?

Husrev Efendi 1 webp
Hüsrev Efendi
Muhacir Hafiz Ahmed Efendi 1 webp
Muhacir Hafız Ahmed Efendi
Mustafa Usman Efendi 1 webp
Mustafa Usman Efendi

Bir seçim arifesinde “Neden alenen Adalet Partisi’ni desteklemiyorsun?” deyip, İstanbul’dan bir arabaya dolup Kastamonu’ya Mehmed Feyzi Efendi’yi dövmeye giden cunta nurculukları… kat’i bildiğim bir hadiseden bahsediyorum.

Masonlar’ın ağına düşerek Risale-i Nur dairesinde maddi ve manevi tam bir hayr’ul halef olan Hulusi’yi, Hüsrev’i ve Küçük Hüsrev olan Feyzi’yi akim bırakmakla Risale- i Nur Dairesi  ne hale geldi? 

3. Said Devresi

Üstadımız’ın hapis hayatı 1949’da Afyon Hapishanesi’nden tahliye olması ile son bulmuştu. Yaşı 77’ye varmıştı. Kendileri bu hayat devresi için 3. Said Devresi ismini koymuştu. Bütün bütün dünyaya arkasını dönmüş, hizmetten ve ahiretten başka ne varsa vücut âleminin dışına atmış bir Said (r.a) hayatı…

Türkiye’nin şarkına Hulusi’yi, garbına Hüsrev’i, şimaline de Mehmet Feyzi’yi birer kutup gibi yerleştirmişti. Ali İhsan Yurt Bey’in Hz. Üstad’dan naklettiği şu sözünü Sultanahmet’teki evinde kendi ağzından dinlemiştim: “Ben, Hulusi, Hüsrev ve Feyzi Anadolu’yu elimizde tespih gibi çeviriyoruz.”

Daha hiçbir kuvvet Risale-i Nuru Anadolu’dan söküp atamazdı. Çünkü şarkta Hulusi, garpta Hüsrev, şimalde Feyzi, merkezde Hz. Üstad vardı.

Risale-i Nur Dairesinin Erkanlarını "Baş Olmak Sevdası" İle Suçlayan İstanbul Nurcuları

1960 senesi Kadir Gecesi’nde Hz. Üstad ahirete intikal etti. Geriye büyük bir eser ve büyük bir dava bırakmıştı. Gereken oydu ki; Hz. Üstadımız’ın mübarek naâşı defnedilmeden evvel onun koca davasına maddeten ve manen sahiplik edecek çapta bir talebesi onun yerine konulsun ve Nur dairesi ona bağlansın idi.

Durum öyle olmadı. Bilhassa Mehmet Kayalar Ağabey’in bütün gayretlerine rağmen, Avukat Bekir Berk ve Avukat Necdet Doğanata’nın önderliğindeki İstanbul ekibi ağır bastı. “Biz işlerimizi meşveretle yürütürüz” diyerek “Cemaat başsız olmaz sözünün dinleneceği bir merci olmalı” diyen herkese “Bu baş olmak sevdasındadır” iftirasını atmakta beis görmediler. 

Bir İngiliz nizamı olarak Kemalizm, Hz. Bediüzzaman’ın davasını başsız bırakmakla ona en büyük darbesini indirmiş oluyordu.

Mehmet Kayalar
Mehmet Kayalar Ağabey
Avukat Bekir Berk
Avukat Bekir Berk
Avukat Necdet Doğanata-webp
Avukat Necdet Doğanata
Nurculuğun Tarihçesi-Tenvir-Neşriyat- Muhammed Sıddık Şeyhanzâde
Nurculuğun Tarihçesi

Burada Bingöllü Muhammed Sıddık Şeyhanzâde kardeşimin “Nurculuğun Tarihçesi” isimli eserine aldığı bir hatırayı aynı aynen nakledeceğim;

“Bir gün Üstad’ın sağ olan talebelerinden ve şoförü Hüsnü Bayram şöyle bir hatırasını anlattı: Ben ve Zübeyir Gündüzalp, Üstad ile beraberdik. 

Üstad birden Zübeyir Gündüzalp Ağabey’e döndü ve dedi: 

“-Neden öyle gözlerime bakıyor ve süzüyorsun? Evet siz benim ölümümü bekliyor ve kolluyorsunuz. Evet bu ne zaman ölecek diye. Ben öleyim ki, benim davamı Masonlar’a satasınız.” diye dehşetli bir şekilde kaşlarını çattı. 

Biz hayrete ve dehşete düşmüştük. 

Bu hatırayı burada naklediyorum ki, ifadenin canlı şahidi halen hayatta olduğu için böylece nakletmiş olalım diye. (Sh.490)

1949’a kadar Anadolu’nun her köşesinde samimi Nur talebeleri, herkes evinin bodrumunda, samanlığında, harmanda sap yığınının arkasında Risale-i Nurlar’ı yazıyor ve dağıtıyordu. Merkezde görünen tek insan Hz. Bediüzzaman’dı. 

Güçlerini devlet eliyle ancak onun vücudunu ortadan kaldırmak için kullanabiliyorlardı. 19 defa ağır zehir verdiler. Açlığa, yoksulluğa, soğuğa, hastalıklara terk ettiler. Fakat onu Allah tutmuştu bir zarar veremediler.

Artık dessas İngiliz için tek çare kalmıştı. Hz. Üstad’ın çevresindeki insanlarla ona ve davasına zarar vermeye çalışmaktı…

1950’den Sonra Başlayan 3. Said Devresi

1950’den sonra  Hz. Üstad kendisi için 3. Said Devresi adını vermişti. Mesela kendisine hizmet için kapısında duran ağabeyimizle dahi zaruri ihtiyaçları için günde birkaç kelime edebilen bir Said (r.a) halet-i ruhiyesi…

Gün geliyor ihtiyaç hissediyor bir mühim makama bir mektup yazıyor. Hizmetindeki hazır gençlerden birisine verip gönderiyor. “Bana vekâleten bu mektubu falancaya ver”  diyor. O da götürüp veriyor. Veya bir hava almak ihtiyacı oluyor “ya faytonla veya taksiyle bir iki ağabeyimizin eşliğinde dolaşıp geliyor.” Üstadımız’ın 3. Said Devresi’nde takriben on senesi bu minval üzere geçmiştir. 

Husnu Bayram webp
Hüsnü Bayram Ağabey

1960 senesinin Ramazan ayında ani bir kararla, kendisine bir talebesi tarafından tahsis edilen taksiyle, gayet acele olarak Urfa’ya doğru yola çıkıyor.

Yolculuğunda şoförlüğünü Hüsnü Bayram Ağabey yapmaktadır. Takriben bin kilometre yol.

Üstadımız gayet hastadır. O zaman “Gavur Dağları” ismiyle bilinen Osmaniye ve Kömürler arasındaki dağlarda bir durak yaparlar.

Üstad “-Burası neresidir?” diye sorar.

“-Gâvur dağlarıdır efendim” cevabını alınca, “-Hayır, hayır. Burası Nur Dağlarıdır.” der. Ve o tarihten sonra haritada bu dağlar “Nur Dağları” olarak geçmeye başlar.

Rıza-yı İlahiye’ye Mazhar Olmuş Sıradan Bir Faziletin Değeri

Hz. Bediüzzaman gibi bir sultanın şoförlüğünü yapmak, ibriğini taşımak, havlusunu tutmak, tenezzühe birlikte çıkmak şereflerin en büyüğü. Elbette her kula nasip olmayacak fevkalade mazhariyetler. Yalnız şunu unutmamak lazım ki; çok yüksek faziletler vardır, Rıza-yı İlahiye’ye mazhar olmuş sıradan bir faziletin yanında çakıl taşı kadar dahi olamaz. 

İstanbul’un fethi çağ kapadı çağ açtı. İltifat-ı Peygamberiye de mazhar oldu ama o fetih faziletlerinin tamamı, Uhud Harbi’nde Hz. Sa’d İbni Vakkas’ın düşmana attığı bir ok kadar İndallah bir makbuliyet taşır mı dersiniz ? Tüm Osmanlı Tarihi’nin şanlarla dolu zaferleri; Hendek Harbi’nde Esedullah-ul Garip Hz. Ali’nin Amr’ı parçalaması kadar bir kıymet ifade eder mi sanırsınız ?

Şunu demek istiyorum. Risale-i Nurlar’ın telifinin bittiği 1944 senesine kadar olan devrede Risale-i Nur’a hizmet etmiş hususan Üstadımız’ın medh-ü senasına mazhar olmuş zatlar “Tasdikat Sahibi” zatlardır. Onların Risale-i Nurlar’ın telifinde “Muhatabiyet” sırrıyla hisseleri vardır. Yani onlar Hz. Bediüzzaman’ın yalnız eserlerini muhafazaya memur talebeleri değil, aynı zamanda onun manevi varisleri idiler.

İltifat Tekebbür Yerinde Kullanılmaz

1960 Hz. Üstad’ın vefatı ile birlikte, Üstad’ın şoförlüğünü yapan, ibriğini taşıyan, faytonda yanına oturan zevat-ı muhteremler büyük bir oyuna geldiler. Ben dediler, biz dediler. Risale-i Nur’un hayatını 1950’den başlattılar. Evvelkileri, erkânları, esasları, tasdikat sahiplerini yok saydılar. Onlar eskide kaldı dediler. Bu Risaleleri madem ki biz her tarafa ulaştırıyoruz, merci de biziz, esas da biziz dediler.

Şunu anlamadılar ki; “ Araba üzerindekini bir yerlere ulaştırır ama üzerindekinden daha kıymetli olamaz.

Ben şahsen ağabeylerimizin düştükleri bu oyunun İngiliz tesirinden azade olduğuna inanamıyorum. 

Evet, yüz defa evet, bin defa evet… O gün Üstad’ın etrafındaki genç takım samimi idiler. Lakin samimiyet İngiliz oyununa alet olmayı mazur gösterecek bir mazeret olamaz. 

Üstadımız’ın bana vekâleten şu mektubu şuraya götür dediği zat oldu Üstad’ın değişmez ve değiştirilemez maddi ve manevi vekili!   

Üstadımız’ın şoförlüğünü yaparak Isparta’dan alıp Urfa’ya götüren ağabey, öyle bir ağabey oldu ki, yeryüzü durdukça artık ağabey olarak kalacak…    

Üstadımız’ı faytonla gezdiren, Üstad’ı otelde gördüm diyen artık öyle bir ağabey oldu ki, bir dediği iki olmaz bir şah mevkiine yükseldi.  

Risale-i Nur’un semereleri böyle mi olmalıydı?

Bütün bu yanlışları Hulusi Bey tek cümleyle özetlemişti: “İltifat tekebbür yerinde kullanılmaz.”

“Risale-i Nur’un Dünü, Bugünü ve Yarını” için 1 yorum

  1. Zafer Bingöl

    Allah ebeden razı olsun.Ahirete intikal edenlere rahmet eylesin .Cümlemize Şefaetlerine nail eylesin.Dünyada ahirettede
    Allah’ım lûtfet ,yardımını esirgeme,rızana uygun olsun.Âmin!…
    Allahüekber amin.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top