Risale-i Nur'dan Hakiki Anlamda İstifade Etmenin İki Şartı

(31.10.2020 tarihli sohbetten)

“Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur’ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikînin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor. Fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecâtına göre, o feyzi, o âb-ı hayatı, yine onun feyziyle gösterebiliriz.”  (Yirmi Sekizinci Mektub’un, Üçüncü Risalesinin, Üçüncü Noktası)

turuk: yollar; tarîkatlar  menba: kaynak  mürşid: irşad edici, doğru yolu gösteren  nâkıs: eksik, noksan  istidad: kabiliyet, yetenek   feyiz: mânevî gıda, bereket   massetmek: emmek   ehl-i kalb: kalb ehli olanlar, kalb yoluyla mânevî olarak ilerleyenler   sahib-i hal: hâl sahibi olan salih kişiler derecât: dereceler âb-ı hayat: hayat suyu

Risale-i Nur’dan İstifade Etmenin Mühim Bir Yolu Ehl-i Kalp Olmak ve Sahib-i Hal Olmaktır

Demek ki Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin eserlerinden tam istifade etmenin mühim bir yolu ehli kalp ve sahib-i hal olmaktır diyor. Burada anlatılanın akla iyi yatması için şöyle basitçe bir misal verelim. Mesela, şu anda burada odamızda bir radyo, televizyon ve internet gibi neşriyatlar (yayınlar)  var. Odamızın içi frekanslarla dolu. Odada bulunanlardan cebinde kimin Radyo varsa o Radyo dinleyebilir, kimde televizyon varsa o da sahip olduğu Televizyonda renkli resimleri hareketli olarak görebilir hatta duyabilir.

İnternet modemine sahip bilgisayarı veya cep telefonu olan kişi de kablosuz internet sinyalleri vasıtasıyla insanlarla sesli ya da görüntülü konuşabilir. Kısaca bu odanın içinde herkes ancak kendi cihazına göre istifade edebilir. Risale-i Nur’dan hakiki istifade etmek ehl-i kalp ve sahibi hal olmak ile mümkündür. Yani kendinde bu cihazatlardan bulunan Risale-i Nur’u anlar ve ondan faydalanır.

1024x683 1

Risale-i Nur okumakta  herkesin istifade eder. Bu ayrı bir durumdur fakat kamil manada faydalanmak için ehli kalp ve sahibi hal olmak gerekir. Kişi ehl-i kalp ve sahib-i hal değilse Üstad Neyi göstersin? Cihazı yok, alıcısı yok, radyosu yok, televizyonu yok.

Bunlar Risale-i Nur’un çok mühim, çok önemli  ve kritik yerleridir. Çok kesin ibarelerdir. Demek ki ancak ehli kalp ve sahibi hal üstadın beyanatlarından istifade edebiliyor. Üstad hazretleri onların derecatına göre Kur’an’ın feyzinden istifade ederek onlara bir şeyler söyleyebiliriz diyor. 

Ehl-i Kalp ve Sahib-i Hal İstemekle mi Olur?

Eh-i kalp istemekle değil ama sahib-i hal çalışmakla olur. Yani çalışmanın yeri var. Sahib-i hal olmak Salih bir kimse olmak demektir. Ubudiyet ve hizmetinde ciddi olan kişilere Salih yani Sahib-i Hal denir. Sahib-i hal olan kişinin dünyadan ziyade ahiret endişesi vardır. Böyle olan kişi sahib-i haldir ve bunda çalışmanın yeri vardır. Fakat ehl-i kalp olmak Allah vergisidir. 

Ehl-i Kalp ve Sahib-i Hal Olmanın Emare ve Belirtileri Nelerdir?

1024x683 1 1

Onu ehli olan zat bilir. Bunu ne ben bilirim ne de sen bilebilirsin. Bu sebepten dolayı o mübarek zatların huzurunda sohbete katılmanın çok ehemmiyeti vardır. Kurak bir iklime kaldık ne yapalım? Mehmet Feyzi Efendi bazılarına ehl-i kalp diyordu. Hulusi bey de diyordu. Her ikisinden de şu kişi ehl-i kalptir dediklerini duydum. Söylediğim gibi kimin ehl-i kalp olup olmadığı bu gibi zatların bilebileceği bir şeydir. 

Lakin kişi kendisinde şunu görebilir. Risale-i Nur kendisinde ne mana ifade ediyor? Şöyle basit bir misal ile söyleyeyim. Baban, kardeşin, amcan, dayın, amca ve dayı oğulların gibi en yakın akrabaların ile birlikte bir odada oturuyorsun. Senin o odada bulunanların her biri ile yakın akraba olduğun halde her birine karşı farklı şekillerde alaka-i merteben vardır. Babana karşı farklı bir alaka-i merteben vardır. Kardeşine daha farklı, amcana ve sırayla diğer tüm yakınlarına farklı farklı alaka mertebelerin vardır. Onların da sana olan mukabeleleri ve münasebet tarzları bu alaka-i mertebeye tesir eder. 

Sen insan olarak şunu anlarsın. Risale-i Nur kendisi için hangi alaka-i mertebededir. Kısaca Risale-i Nur senin için hayatın neresindedir? Bunu en iyi sen kendin bilir ve hissedersin. Risale-i Nur senin hayatının neresinde hayatının ne kadarını işgal ediyor? Risale-i Nur senin amca oğlun mu kardeşin mi baban mı?  Risale-i Nur’a alakan ne kadar? İşte bu alakadarlığın kuvvetiyle kesin olmasa bile Allah’ın inayetiyle “Rabbim bana ehl-i kalp olma tarafını” vermiş diyebilir.  

Fakat ehl-i kalp olmakla alakalı durumunu kesinliği rasat ehli bir zatın huzurunda onun “Evet sen ehl-i kalpsin demesine bağlıdır. Ne yapalım böyle kesat bir zamana kaldık! Feyzi Efendi Allah ona rahmet etsin bir defa da olsa görüşmek lazımdır diye buyurmuştur. Bir defa da olsa görüşmek lazım. Elde yok avuçta yok ne yapalım? Ne yapacaksın!

“Demek, Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir.” Yirmi Sekizinci Mektup, Üçüncü Mesele olan Üçüncü Risale.”

Lügat manalarının bilinmesiyle Risale-i Nur anlaşılmaz

Kalbi, ruhi ve hali mesail-i imaniyedir. Kalbî olmayan, kalbine gelen anonsu ne yapcak yani? Kalbine gelen bu sinyali nasıl değerlendirecek? Burada bu odada bir sinyal var ama kalbi var ama çalışmıyor yani radyosu çalışmıyor. Havayı teneffüs eder başka bir şey yapmaz.

Onun için Hulusi bey şöyle diyordu: “Lügat manalarının bilinmesiyle Risale-i Nur anlaşılmaz”. Bu da ayrı bir sözüdür. Şöyle ki, adam okuduğunu güzel anlamış ve güzel anlatıyor. Bu Risale-i Nur’u anlamak değildir. Üstadın bu sözünden anladığımız, kişi ancak ehl-i kalp ve sahib-i hal ise ve bu iki cihazata sahipse ancak o zaman Risale-i Nuru hakiki manada anlar. 

Gözün muhatabiyeti başka burnun başka kulağın başkadır. Öyle değil mi? Şurada bir şey konuşuluyor kulağı olan duyuyor. Bu konuşulanı burnu olan değil, gözü olan değil sadece kulağı olan duyuyor. Bir koku olduğunda sadece burnu olan onu alıyor Bu kokuyu ne göz görüyor ne de kulak duyuyor. Kısacası sendeki cihaz müsaitse alıyorsun. Dolayısıyla sadece Lügat manalarını bilmekle Risale-i Nur anlaşılamıyor. Kişi sesin frekanslarını tekniğini her şeyini ezberlemiş ama kulağı yok. Sesin her türlü filmini fırıldağını biliyor ve anlatıyor, işin sadece tekniğini öğrenmiş ama kendisinin kulağı yok sesi duyamıyor. 

Oku Oku Oku ama dersimiz Elif'ten Be'ye çıkmadı

Bununla alakalı bir olay anlatayım. Hacı Hulusi Efendi’nin dersine İstanbul’dan birisi gelmişti Hulusi bey ona buyurdu ve dersi okutmaya başladı. Risale-i Nur dersi okunurken ve okuma esnasında ve Hulusi efendi tarafından yapılan izahatlar anında dehşetli feyiz zuhur eder ve o feyizle anlatmaya devam ederdi. Hulusi Efendi’nin dersi okuttuğu bu genç feyzin aşikar olduğu bu anlarda sohbeti “-Efendim okuyalım mı?” diye sürekli kesiyordu. Hulusi efendi bu genç arkadaşın ders kesmelerini görmezden gelerek o feyizli sohbete yine de devam ediyordu. Dersi okuyan o gencin “- Efendim okuyalım mı?” diye yaptığı üçüncü teşebbüsten sonra ona dönerek “Oku Oku Oku ama dersimiz Elif’ten Be’ye çıkmadı.”

Yorum bırakın

Scroll to Top