Taraf Dergisi Mülakatı
(Şükrü Emiroğlu, 1993)
Geçtiğimiz ay hakiki Risale-i Nur talebesi Aczmendiler yine gündemdeydi. Ankara’yı ziyaret etmek isteyen Aczmendiler, Vekil Başbakan İnönü’nün emriyle şehre sokulmadılar. Bu konuda ve ilginizi çekeceğini düşündüğümüz daha birçok mevzuda Müslim Hoca ile görüştük.
Röportajı arkadaşımız, Şükrü Emiroğlu gerçekleştirdi.
TARAF DERGİSİ: Aczmendi Hareketinin doğuşundan, tarihçesinden bahseder misiniz?
CEVAP: Aczmendî Hareketi, Bediüzzaman Hazretlerinin 1925’ de Van’dan alınıp Burdur’a nefyedilmesiyle başlar. Eserleri de 1926’da Barla’da yazılmaya başlanmıştır. Barla’da yazılan 4. Mektup’da Hazreti Üstad: “Der tarik-ı Aczmendi lazım amed çâr-çiz; fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz” demek sureti ile, Risale-i Nur talebeliğinin bir isminin de ‘‘Aczmendi’’ olduğunu emretmiştir.
Yalnız, Üstad Hazretleri Aczmendi tabirini 4. mektubun dışında hemen hemen hiçbir yerde kullanmamıştır. Onu zamana havale etmiştir. Çünkü biliyorsunuz o dönemde çok yoğun bir baskı vardı; Takrir-i Sûkunlar, bilmem neler.
O kanunlara göre değil “Ben bir tarikat mensubuyum” demek, o işte uzaktan yakından en ufak alakası olanı dahi vatan haini olarak ipe çektiler. Bunun için Üstad Hazretleri müteradif olan, Risale-i Nur talebesine denk olan, bu ismi sadece orada emretmiştir. Zamanı gelince ortaya çıkar diye… İşte Cenab’ı Hakk’ın işi, bizimle beraber ortaya çıkarttı.
Bu ismin kullanılır hale gelmesi ise; 1985 ‘de bizde, yani şahsım itibarıyla bir ruhi inkılap vücuda geldi. Mukavemet imkanı olmayan bir ruhi hadise; cemiyeti terk etmek ve inzivaya çekilme şeklinde tam olarak anlatma imkanı olmayan haller. O zaman Hacı Hulusi efendiye de durumu arz etmiştik. “Halini zorlamakla değiştirme.” demişti. Biz de hali üzere bıraktık. 1985–1993. İşte 8–9 senedir böyle münzevi vaziyetteyiz.
Risale–i Nur’un Acz, Fakr, Şefkat ve Tefekkür tarikı olması hadisesini Cenabı Hak bu şekilde ortaya çıkarıverdi. Aslında mevcuttu ama işlenir hale getirdi. 1985’den sonra. 1989’dan sonrada bilfiil, dergahımız açıldı. Ve Aczmendî levhasını 1920’den sonra yasaklanan Dergâh levhasını, Allah bize lütfetti. Biz levhamızı astık.
TARAF DERGİSİ: Kamuoyunda ilk gündeme geldiğinizde, “Bunlar Nurcu değil, karanlık güçlerin yeni bir oyunu…” tarzında haberler çıktı bazı gazetelerde. Zaman Gazetesi’nde hatta “Bunlar İBDA’cıya benziyor” diye yazdılar. Bu tavırları nasıl karşıladınız? Kasıtlı mıydı bu haber. “Karanlık güçler” ifadesi falan.
CEVAP: Bu kardeşlerimin hatalarıdır. O hatadır. Biz samimiyiz. Bizim karanlık güçlerle alakamız yok, neremizden baksanız her tarafımız görünüyor. Ne karanlık tarafımız olacak bizim?. Müslümanız, ehl-i imanız. Olduğumuz yer belli, adresimiz belli. 33 senemiz şu işte geçmiş. Eğer onlar tanımıyorsa bile Risale-i Nur camiasında bizi tanımayan yoktur. Eğer tanımıyorlarsa ki biz öyle kabul ediyoruz. Bilmeden yaptıkları bir hatadır.
“Sonra İBDA’cılara benzeme” meselesine gelince samimi sözümüzdür; Biz İBDA hareketini İslami ekoller içerisinde ön uçta, fiili, mertçe, erkekçe mücadelesini veren ve ehli sünnet akidesi üzerinde mümtaz bir kadro olarak biliyoruz. İbda’cı bize nakise değil ki! Bilakis biz onlara yetişemediğimiz için üzüntülüyüz. Bizim meslek ve meşrebimiz değişik. Risale-i Nur meşrebinin kendine has özellikleri var. Onun için biz o gardaşlarla bilfiil koltuk koltuğa mücadele veremiyoruz. Ama her şeyi ile destekliyoruz.
TARAF DERGİSİ: Risale-i Nur hareketi hakkında İslamcı camiada oluşmaya başlayan “Bunlar bittiler, rejimle angaje oldular, devletin güdümüne girdiler.” şeklindeki kanaatlerden söz ettiniz. Said Nursi Hazretleri küfre karşı o yiğitçe başkaldıran tavrından uzaklaştırılarak; uzlaşmacı, teslimiyetçi ve pasifist bir hareket haline dönüşmesi de pratikte kolaylıkla görülebiliyordu. Bunları nasıl yorumladınız?
CEVAP: Biz Risale-i Nur hareketini 1960’a kadar Hazreti Üstadın bilfiil hayatta bulunduğu dönem ile, Üstadın vefatından sonraki dönem olarak iki devrede mütalâa ediyoruz.
Üstadın vefatından sonra “Onun izinden gidiyoruz’’ diye ortada dolaşanların haline bakmak kafi. Ben onların da niyetine değil, anlayışına bağlıyorum bu işi. Yani bu işte nasipleri o kadar. Fakat samimiyetle de olsa yaptıkları iş Risale-i Nur’a büyük bir zarar vermiştir! Bütün meseleyi okuyup anlatmaya çevirdiler. Hayattan sildiler Risale-i Nur’u. Yani İslam’ın hayat potansiyelini, hayatiyetini bıraktılar bir tarafa ondan sonra da, Avrupai bir hayat tarzında, masonik bir hava içerisinde bir Risale-i Nur talebeliği.
Risale-i Nur ile taban tabana zıt, kainatta hiç bir noktada birleşmeleri mümkün olmayan iki şeyi bir araya getirip sentez yapmaya çalışır gibi bir durum ortaya çıktı. Bunun Risale-i Nur talebeliği ile alakası yoktur!
Bilhassa 1967’den sonra bugün hali hazırda siyasi platformun tepesinde bulunan adamlar strateji değişikliği yaptılar. Biz o zaman hadiselerin içerisindeydik. Ben Ankara’daydım. Risale-i Nur Dershanelerinin perdelerini, sergilerini, bazı kanallardan devlet göndermeye başladı. Tabi o da bu neticeyi verdi.
1967’ye kadar Nur Hareketiyle cepheden hücum eden dinsiz TC farkında olmadan hareketimizi büyüttü. Kendi başına, Nur hareketiyle baş edemeyen dinsiz TC yetkilileri İngiliz, Amerikan, bilmem ne mason localarına danıştılar. İlahiyat fakültelerindeki Üçoklar, Beşoklar bilmem neler bir araya geldi
“Ne halt edeceğiz bu işin karşısında, büyüyor bu iş.’’ dediler.
Tabii İngiliz Gavuru bu işlerde mütehassıs. Dediler ki;
‘‘Cepheden taarruz etmeyin, koluna girin. Milletin nezdindeki itibarını sarsın bunların. Millet bunları, devletin güdümünde bir hareket olarak gördü mü işi biter bunların.’’
O zaman bunlar; bu önde, ortalıkta dolaşan genç takım bu işin; bu tehlikenin farkında olmadılar. İşin farkında olan büyükleri de saf dışı bıraktılar, dışladılar bir nevi. Hacı Hulusi Efendi Hazretleri gibi büyükleri saf dışı ettirdiler. Onları Risale-i Nur camiası içinde itibarsız hale getirdiler. Ondan sonra da ortalıkta dolaşan birtakım gençler, devletle kol kola girdiler!…
Öyle olunca da milletin Risale-i Nur camiasından beklediği ümitleri inkıtaya uğradı. Zahiren bir sayı çoğalması oldu fakat Risale-i Nur’da Üstad Hazretlerinin vefatından sonra ve de büyüklerin daire içerisindeki tesirleri izale edildikten sonra, lalettayin, rastgele bir yol tutturuldu…
Kimsede bu işin “Usulüne” dair en ufak bir fikir yok. Risale-i Nur’u yüzüne okumasını öğrenen, kendi kendine biraz da becerikliyse, üç beş tane üniversite talebesi topluyor, onların babalarından gelen paradan da kira alıyor. Ondan sonra onları bir odaya koyuyor; oluyor adı dershane. Bu iş bu kadar ucuz mu? Fakat aslı çöktü. Maya bozuldu yani. Hayatiyeti gitti. Bir mangal veya bir oda dolusu kor. Etrafı çevrilmiş olduğu yerde duran bir köz yığınını düşünün, bir de kıvılcım atan ve saçan yanan bir ateş. Elbette, kıvılcımdan korkulur. O közün yeri bellidir. Etrafı çevrilmiştir, tamamdır. O sönme mahkumdur. İşte Risale-i Nur camiasını bu kişiler vasıtasıyla, böyle etrafı çevrili bir köz yığın haline getirdiler.
Devlete zararsız, plaja da itirazı yok, camiye de. Masonik bir hava içerisinde, bir anlayış içerisinde bir Risale-i Nur, bilhassa 1970’den 80’e kadar kendinden beklenen fonksiyonu icra edemedi.
Söylediğim gibi, esas fonksiyon icra edebilecek lider kabiliyetindeki zatları da daire içerisinde tesirsiz hale getirdiler.
Ama bunu suiniyetle mi yaptılar, iyi niyetle mi? Ona ben karışmıyorum. Ben iyi niyetle kabul ediyorum. Ama netice bu çıkmıştır! Onları hıyanetle itham etmem, samimi insanlar çünkü. Hepsini tanıyorum fakat, kabiliyetleri bu kadarmış.
Bu büyüklükleri çiğnemenin cezasıdır. Bütün daireyi böyle bir çıkmaza soktular. Elhamdülillah şu anda su mecrasını bulmuştur. İnşallah böyle gider artık. Lütf-u ilahi ile…
Pasifizme ve Teslimiyetçiliğe Başkaldırı
TARAF DERGİSİ: Risale-i Nur’un doğru anlaşılabilmesi için, bir “Usul” mevzuunda söz ediyorsunuz. Sanıyorum, sizin şahsınızda Risale–i Nur’un böyle yeni bir çehreyle görünmesinin sebebi de bu.
CEVAP: Efendim, malum-u aliniz hiçbir fakülte, hiç bir meslek sınıfı, insanı oradan profesör olarak çıkarmaz. Veyahut, eğer kaynakçı ise, dünya çapında bir kaynakçı olarak çıkarmaz; ancak “Kaynak yapma usulünü” öğretirler adama. Kimyacı ise, o mevzuya yaklaşmanın tekniğini öğretirler ve ona diploma verirler; “Bu adam bu meslekte çalışırsa ilerler” yani “Mesleğin usulünü öğrendi” demektir. Yoksa o malum, falan okulu bitiren kimseye, okulu bitirdi diye profesör diploması vermezler.
Bunun gibi; Bir ilmin tedrisinde, ilk öncel o ilmin usulü mühimdir. Usûl! Usûl! Mesela Usûl-ü Hadis vardır. Usûl-ü Fıkıh vardır değil mi? Yani evvela o işe nasıl yaklaşacağız. O işin tekniği nedir? İçinde elektrik dolanan kabloyu çıplak elle tuttun mu gidersin öbür dünyaya. Onu tutmanın usulü başkadır. Çıplak elle değil.
Risale-i Nur’da Üstad Hazretlerinin vefatından ve de büyüklerin daire içerisindeki tesirleri izale edildikten sonra, lalettayin yani gelişigüzel ve rastgele bir yol tutturuldu.
Risale-i Nur bir hakikat ilmidir, bir ilmi inkişaftır. Kur’an’ın ilmi bir potansiyelinin ortaya çıkmasıdır. Üstad Hazretleri Risale-i Nur’un telakki tarzında hangi vasıtalara müracaat etmiştir?
Mesela en dinsizi, en imansızı bile Üstad Hazretlerinin üzerine gidemiyordu. Neyinden korkuyorlardı Üstadın? Velayet gücünden korkuyorlardı. Nitekim bunu Üstad müteaddit defalar Allah’ın izniyle ispat etmiştir. Isparta’da kendisinin üzerine böyle edepsizce gitmek isteyen bir müstantikin (Bugün savcı diyorlar) odasında iken: “– Bu memlekete yazık edeceksiniz!…” diye parmağını kaldırmasıyla beraber Burdur’da, Isparta’da, Eskişehir’de, Afyon’da dört-beş yerde birden zelzele oluyor.
Bunları tespit ediyorlar. Böyle olunca üzerine gitmekten çekiniyorlar. Risale-i Nur’un temelinde yatan hakikatler bunlardır; velayet gücüdür! Nefis terbiyesidir, ruh terbiyesidir. Yani Risale-i Nur evvela nefse dönüktür.
Halbuki 60’dan sonra bilhassa 1967’den sonra görüyoruz ki; kendi nefsine dönük hiçbir hareket yok! Sadece okuyup başkasına anlatma. Yani teyp vazifesi görme, düdük vazifesi görme gibi. Acayip! Risale-i Nur’un temeliyle tamamen ters bir vaziyet meydana geldi.
İşte bizim orada (Usul-u Resail-i Nur) ‘‘Risale-i Nur’da Usul’’ adlı eserde anlatmak istediğimiz, Risale-i Nur’un o kabiliyetlerinin tespitidir.
Mesela Üstad Hazretleri “Risale-i Nur hareketi bir tarikattır” diyor. Öyle tevilli filan değil açıkça. “Bu Risale-i Nur hareketi bir tarikat hareketidir.” diyor. Risale-i Nur’un Üstad’dan sonra gelen yukarıda bahsettiğimiz devresinde tarikat düşmanlığı ortaya çıkmıştır.
Mesela, Risale-i Nur kemalatı ikame etmeye gelmiştir. Risale-i Nur talebeleri kemalat düşmanı olmuştur. Eğer onlara talebe demek mümkünse tabi.
Risale-i Nur’da belirtildiği gibi, Velayet; bir hüccet-i risalettir. Velayetin inkarı doğrudan doğruya Resul Aleyhissalatü Vesselamı inkara gider. Sahabenin hepsi Veli idi. Ondan sonra gelen Tabiin, Tebe-üt tabiin ve bütün Meşayıh-ı Kiram Velidir. Allah’ın dostuna dost, düşmanına düşman! Veli olmanın tanımı budur.
Bu kadar yaygın bir velayet tereşşuhatına adeta bir Vahhabi gibi Vehhabi fikrinden mülhem, Risale-i Nur dairesinde velayet düşmanlığı ortaya çıkmıştır. Bunlar tabii çok yanlış, Risale-i Nur’un temeline aykırı şeyler. Bu da “Usul bilmemekten” oluyor! İşte bizim o “Usul kitabında” işlediğimiz bu ve buna mümasil hususlar vardır. Risale-i Nur dairesi içerisinde parçalanmalara sebebiyet veren temel esasları alıp incelemişiz orada. Ümid ediyoruz ki çok faydalı olmuştur. Bilhassa aktif, İslam’ın derdiyle yanan ve ehl-i sünnet akidesi üzerindeki diğer İslami Cemaatlerde, Risale-i Nur talebelerine karşı oluşan “Bunlar bittiler, devlete angaje oldular, devletle birleştiler.” fikrini, Elhamdülillah Aczmendîlik hadisesi yıkmıştır. Sizde bunu kabul edersiniz.
– Evet !…
Bu cihetle Aczmendîlik hadisesi aslında, nasıl ki Risale-i Nur; küfre, imansızlığa, dalalete, fıska, sefahete ve her türlü batıla karşı Kur’an’ın şahlanışıdır. Risale-i Nur talebeleri içerisindeki pasifize olmaya da baş kaldırma Aczmendîlikte olmuştur! Lutf-u ilahidir bu.
TARAF DERGİSİ: Son zamanlarda üzerinizde yoğun baskılar var. Yasa dışı sindirme teşebbüsleri oluyor mu? Malum “Yargısız infazların” her gün yaşandığı bir ülkedeyiz…
CEVAP: Vallahi nereden, kimden geldi, nasıl oldu bilemiyoruz. Öldürme girişimini kastediyorsunuz değil mi? Bir iki defa üstümüze araba sürdüler. Bilhassa bir defasında dergâha sabah namazına geliyordum. Bu senenin değil, geçen senenin Mayıs’ının sekizi miydi dokuzu muydu (1992)? Cuma sabahı. Gece karanlık. Biraz da erken çıkmıştım. Arabayı üzerimize sürdüler. Allah korudu. Önlerine çukur geldi veya çukur gördüler.
(Bu araç daha sonra araştırılıyor ve Askeri MİT’e ait olduğu tespit ediliyor. Onların üzerine gidilmesi sonucu onlar aracın polise ait olduğunu söyleyip hadiseyi örtbas etmeye çalışıyorlar. Ş.E.) Bunun gibi şeyler oluyor. Tabii çok yakın takibin farkındayız. Bahusus son olarak bir bayram münasebetiyle dost ve akraba ziyaretine gitmiştim İstanbul’a. Dönüşte Bursa’da namlunun ağzından kurtulduk.
– Ateş açıldı mı?
Ateş açılmadı ama bizi vurmaya geldiklerini o işi idare eden binbaşı itiraf etti! Hakkımızdaki ihbarın mahiyetini söylemedi. (‘‘Bunlar PKK’lı sormadan ateş edin” denilmiştir, herhalde.-Abdulalim) Fakat bizzat “Vurmaya gelmiştik.” dedi. Allah korudu. Bilmiyorum nasıl oldu. Gelenler resmi asker ve polisti.
TARAF DERGİSİ: İslamcıların daha da güçlenerek rejimi şiddetle sarsmaya başlamaları karşısında, solculara karşı uygulanan “Yargısız infazlar İslamcılara karşı da başlayabilir mi? Böyle bir tehlike söz konusu mu?
CEVAP: Bu bizim için tehlike değil!. “Yuhyi ve yumit. Ve hüva ala külli şey’in kadir.” Yaşatan ve öldüren O’dur. O her şeye Kadirdir. Bizim için şeref olur! Bizim ehl-i dalalet gibi sebeplerle işimiz yok. Bir ölür, üç yüz diriliriz. Biz!… Bizim itikadımız odur ki; ecelimiz dolmamışsa dünya bomba olup patlasa, bu işin içerisinden çizik almadan sıyrılırız! Eğer ecelimiz dolmuşsa, bütün dünya bizi muhafaza etse dahi bir saniye ileri götüremez hayatımızı. Bizim bu meselede endişemiz yok! Ölürsek şehidiz, kalırsak gazi… Elhamdüllah…
TARAF DERGİSİ: Şeriata en ağır saldırı ve hareketlerin yapıldığı bir ortamda, genel olarak İBDA-C’ler ve Aczmendîler’in dışında, fiili tepkiler az. Genel bir duyarsızlık var. Neye bağlıyorsunuz bu tepkisizliği?
CEVAP: Evet! Tepkiler olması gereken boyutta değil. Evvela bizim değişmez kanaatimiz, çok büyük hatalar yapılmadığı sürece, dahili tenkidi yapmamak. Diğer kardeşlerinde gücü ona yetiyor diyelim. O kadar anlıyor, nasibi o kadar. Bunu bir kötü niyete bağlamayı düşünmeyiz hiçbir zaman. Elinden o kadar geliyor, gücü ona yetiyor. Allah razı olsun. Ne kadar yapıyorsa. Hiç yapmasa ne diyeceğiz ne edeceğiz. Değil mi?
– Evet.
Değil mi ya! Ne kadar yapıyorsa Allah razı olsun. Yalnız biz kendi işimizi kendi yapacağımızı düşünürsek bir yerlere varabiliriz. Eğer biz bu memlekette var isek, şeriatı kahrettirmeyiz!
Bir adam varsa bir adam, küfür kendini tehlikede bilsin!. Bir tek Aczmendî var isek (hesabınızı zaten siz kendiniz biliyorsunuz ki biz sizin hesabınıza da konuşuruz) tek adam bir İbda’cı ve bir Aczmendi hayatta ise Türkiye’de küfür rahat uyumasın!
İslam gelecektir. Hiç bunu engellemenin çaresi yoktur! Onun için biz sayı çokluğuna, adam kalabalığına veya bilmem neye itibar etmiyoruz! Allah’ın kudretine istinad ediyoruz! Vaad-ı Peygamberi’ye güveniyoruz! Onun için eğer biz bu memlekette var isek “Şeriat kahrolsun!” dedirtmeyiz!. Onların ağzına bizzat “Şeriat var olsun!’’ dedirteceğiz inşallah.
TARAF DERGİSİ: İşgalci kliklerle İslamcılar arasındaki gerginlik gittikçe tırmanıyor. Ufukta ne tür gelişmeler görüyorsunuz. Mesela bir çatışma? Sıcak, fiili çatışma?
CEVAP: Biz çatışmayı önce fikir planında yapacağız. Nasıl fikir planında? 60 Milyon insanın karşısında 6 bin kişi ne yapacak yahu? Ayağa kalktığımız anda böcek gibi silinir gider bunların hepsi. Vatan bizim, toprak bizim, din bizim, anane ve adet bizim. Bu tepemizdekiler % 1’lik bir azınlık.
Ortada bir vaka var; 70 seneden beri inançlarının mahiyeti kendilerine unutturulmuş bir İslam kitlesi. Şuna benzetiyorum ben bunu; Bir aslanı alıp ormandan getirip narkoz vererek bir kafese koymuşlar. Karşısına da bir ayna. Ayna da öyle bir oyun yapmışlar ki, koca aslan aynaya baktı mı kendini kedi gibi görüyor. Pençesine bakıyor kedi. “Ben bu pençe ile kime vurabilirim!” diye endişe içerisinde, arada bir uyanır gibi olup bir nara atıyor, sonra gözleri tekrar yumuluyor, uyuşturmuşlar ya. İşte bu halde bir aslan.
Şimdi bizim elimizdeki iman ve Kur’an silahı o aynayı parçalayacak. O sahte ve batıl fısk aynası parçalandı mı; aslan kendini olduğu şekliyle yani arslan olarak görmeye başladığında, ona verilen uyuşturucu ve ahlaksızlık zehrini de kestik mi, o aslana kafes mi dayanır? Aslan kendine geldiği an kafirler ve münafıklar için tehlike başlamıştır. Bu bir avuç azınlık; Yahudi, dönme, mason, İslam düşmanı ve işbirlikçilerin de paçaları tutuştuğu için kaçma hazırlıklarına başlayacaklardır. Vizeye filan ihtiyaçları yoktur çoğunun. Atlarlar özel uçaklarına ya Londra ya New York ya İsrail. Oralarda da zaten daireleri vardır bunların. Onun için ileride bu “kaçma” hadiselerine şahit olacağız. Karşımızda adam diyecek adam yok ki! Kiminle çatışacağız?
Bu son hadiselerde polisin vaziyetini de gördük. Emin olun, bizim karşımıza 600– 700 tane o vurucu tim mi, çevik kuvveti mi onları getirmişler. 100–200 tane de asker. Polislerden bir kısmı arkasını döndü gözünün yaşını sildi. Ve bizzat; “Biz Müslümanlara tahakküm için mi buraya getirildik?” diye amirlerine itiraza başladılar.
TARAF DERGİSİ: Tabii ki, asıl önemli olan onlar değil, onları bize karşı kullanan kafalardır. Bize rağmen bize karşı kullanan kafalar.
CEVAP: Evet, onun için ileride “kaçma” hadisesine şahit olacağız. Bu tabansızlar, gemiyi ilk terk eden sıçanlar gibi kaçışacaklar. Biz rüştümüzü idrak ettiğimiz an olacak olan budur! El verir ki, biz her şeye hazırlıklı olalım!…
TARAF DERGİSİ: Diyanet İşleri Başkanı M. N. Yılmaz’ın, Aydınlık Gazetesi’nin “Şeytan Ayetleri” yayınıyla ilgili “Okumalı, tartışmalı” tarzda bir beyanı çıktı. Yine aynı gazete.
CEVAP: Bu Şeytan Ayetleri’nin böyle meşhur olması, Allah taksiratını affetsin diyelim, Humeyni’nin ya dengesizliği veyahut da hesaplı bir fetvasına dayanır. Yani bu “Şeytan Ayetleri” ne yazabilir? Hangi küfürleri edebilir? Akla ne küfürler gelebilir?
Bu küfürlerin en sunturlusunu Türkiye Cumhuriyeti 70 senedir yapıyor, tam 70 senedir! Daha dün, memleketin 60 milyon Müslüman vatandaşın Başbakanı koltuğunda oturan adam, sokak çocuklarıyla beraber sol kolunu kaldırıp “Kahrolsun Şeriat” diye bağırmadı mı? Al sana bir sürü Salman Rüşdü! Ne öyle uzağa gidiyorsun?
Kahrolsun Şeriat, kahrolsun Namaz, kahrolsun Oruç, kahrolsun Hacc. Ne kadar değer ve akide varsa. Şeriat nedir? Bunlar değil mi? Bunları söylemediler mi? Ya bu “Şeytan Ayetleri” başka ne diyor yani. Bunların söylediğinin dışında.
Humeyni’nin ya kendi kendini bilmez bir fetvası veyahut danışıklı bir döğüş; dünyada meşhur etmiştir bu kitabı. Yoksa onun gibi hırlayan köpek mi yok? Hangisi güneşte iz bıraktı? Ağzını dikiyor yukarı hırlıyor. Onlar da biraz hırlasın. Biz reaksiyon değil, aksiyonuz! Bizim itle köpekle dalaşacak halimiz yok. Bizim işimiz var işimiz! İnşaallah yakında bir kitap neşredeceğiz onu duydun mu sen?
– Evet gazetede okudum haberini.
İsmi, “Ahlaksız Zübeyde’nin Gayr-ı Meşru Çocuğu” Hele bakalım, Aleyhisselatü Vesselam Efendimize köpekler mi fazla iş çıkaracak, biz mi rejimin temelini sallayacağız, o zaman görürüz!.
– İnşaallah. Eseri sabırsızlıkla bekliyoruz.
Biz Aksiyonuz, reaksiyon değil. Bu M. Nuri Yılmaz kıravatlı değil mi?
– Evet.
Kıravatlı. Ütülü pantollu, ceketli. Kafasında o diyanetin külahı?
– Evet. Malum tip.
Bunlar bana, Bulgaristan’da filan esaret altındaki meslektaşlarını hatırlatıyorlar. Onlar böyledirler. M. Nuri YILMAZ. Diyanet reisidir. Allah razı olsun Ehl-i imandır. Fakat bu gibi şeyler yanlış. Neresi okunmalı yani, neyi tartışmalı. Sana küfreden adımın küfrünü mü tartışacaksın? M. Nuri Efendinin başında bulunduğu Diyanet Teşkilatının ehl-i sünnet akidesine göre neşredilmiş bir sürü eserleri var. Eksik bıraktıkları bir taraf mı var ki bir zibidinin kitabı için “Okunmalı” diyor?
Ben ateistim, ben dinsizim, ben imansızım diyen Allah’a düşmanlığını alenen ilan edecek kadar kudurmuş bir herifin tercüme ettirdiği bir kitabı Diyanet Reisinin tavsiye etmesi çok dikkat çekicidir. Büyük bir yanlıştır. Değil mi ya? Diyanet Reisidir, elbette ettiği laf bulunduğu makama yakışır değildir. Büyük bir kusurdur. O zelil Nesin “Ben ateistim” demiyor mu?
– Evet onu söylüyor…
“Ben dinsizim, imansızım, kitapsızım” demiyor mu? Biz ona çok bilimsel bir sual tevcih ettik, adam cahilliğinden cevap veremedi.
Mesela bir inek, çok özür dilerim mevzu olduğu için mecbur konuşuyorum çünkü başka lisanları yok bu adamların. Başka anladıkları dil yok. İnek tosun doğuruyor, büyüyor anasını filan tanıyor mu? Tabii bilmez anasını. Anasını da… Anladınız!
Biz bilimsel sorduk, yani sen hayvan mısın, insan mısın? (Sen önce, mücerret manada veya bilimsel olarak “Niye ananla birleşmediğinin” izahını yap!)
Ne kadar bilimsel bir soru sorduk, cahil adam cevap veremedi. Değil mi ya!
– Evet.
Eğer insansan insan anasını tanıyor, öküz tanımıyor. Yani sen insan mısın? Neslin Adem (as)’dan mı geliyor yoksa kırmızı kıçlı maymundan mı? Bunu sormak istedik ona. Bu soru tabi çok bilimsel geldi, fazla bilimsel sorduk, adamın kafası yok ki cevap versin. Böyle bir adamın tercüme ettirdiği bir kitabı eğer Diyanet Reisi şu şekilde söyleyerek tavsiye etmişse, hatadır.
Müslümanlar Kafirlere Karşı Şiddetlidirler
TARAF DERGİSİ: Türkiye’de değişik yayın organlarında Müslüman kisveli bazı yazar çizer takımı, İslam’ın değişmez birtakım hareketlerini tartışmaya açma çabasındalar. Biz bunları İslam itikadına yönelik, itikadı tahrif amacına yönelik; sistemli saptırma hareketleri olarak görüyoruz… Yok “İslam’da şiddet yokmuş”, yok “İslam sivil toplummuş” tarzında… Birtakım tartışmalar… Müslümanlar, Kemalist rejimine karşı güçlendikçe bu tür tartışmaların dozu yükseliyor.
Bunlar ilk defa değil. İlk tecrübeler de değil. Daha önceleri Münciye çıkmış. Şia çıkmış.
Şia kendi içinde 48 parçadır. Yani bu kabil itikadı bozucu teşebbüsler ilk değildir. Bunların bu yeni söylediği şeyler de dahil hiçbirinin Türkiye’de tutması mümkün değildir. Çünkü Türkiye’de Risale-i Nur gibi akaidi esas alan bir külliyat var. Yüzlerce ve binlerce bu işin müdafii ehl-i sünnet kahramanları ortaya çıkmıştır. Risale-i Nur muhkemdir. Ehl-i Sünnet akidesini; aklî, ilmî, Kur’anî, İmanî ve İslamî her yönden sabitleştirmiştir. Efendim, “Müslümanlıkta şiddet yok.” Müslümanlıkta nasıl şiddet yok? Yer yüzünde tek kafir kaldığı müddetçe Müslüman şiddetlidir!.
Ölçü: ‘‘Müslümanlar kafirlere karşı şiddetlidirler!” ayeti değil mi? Allah öyle emrediyor. Onlara bakarken gözleriyle onların evini yıkarlar, daha kılıca zaman kalmaz. Ne demek Müslümanlıkta şiddet yok? Müslüman adam öldürür. Şartı vardır. Öldürdüğü adam kafirdir cehenneme gider. Kendisi de gazi olur öldürdüğü için.
Tabii bundan çok değişik, farklı durumlar da vardır. Onların da hükmü duruma göre. Yani öldürmenin İslam’da mükafatı vardır. Ama şartları vardır ayrı mesele. Daha açık bir ifadeyle şartlarına uygun olacak şekilde İslamiyette şiddet vardır. Allah’ın şefkatinden ileri şefkat olmaz! Ne gibi? Mesela; şartları tahakkuk etti ve bütün deliller sabit oldu. Ve Kadı efendi evli bir erkekle, evli bir kadın arasındaki zina suçunu sabit gördü diyelim. O adamın recm edilmesi lazımdır. Şefkat, onu recm etmektir! Ona bir taş eksik atarsan, Allah’ın kanununa muhalefet etmiş ve zulmetmiş olursun.
Mesela; Kafir, İslam’a mütecaviz ise onunla harbedilir. Gereği yapılır. Onu Allah emrediyor. Cihadı Allah emrediyor; “Yücahidune fi sebilillah” Değil mi ya. O yüzden bu gibi şeylerin Türkiye’de tutması mümkün değildir. Türkiye’de şeriat, bin sene tatbik edilmiştir! Yaşanmıştır. Kökleri çok sağlam ve derindir. Bu sebeple bu tahrif çabaları vs. sonuç vermeyecektir. Boş çabalardır bunlar. Bunlarla bir yere varılmaz.
TARAF DERGİSİ: Bu şuna benziyor, Müslümanlar güçlendikçe bakıyorlar kendileri için tehlikeli bir geliş var. Yanlarına kendileri gibi bazı Müslüman kisvelileri de alıp; başlıyorlar hep bir ağızdan “İslam hoş görü dinidir, İslam’da şiddet yoktur…” Size ne oluyor? Bırakın ona Müslümanlar karar versin.
CEVAP: Ne demek! İslam kafire karşı şiddetlidir! Biz birbirimize karşı yumuşak oluruz. Birbirimizin kafasını da kırsak, gözünü de çıkarsak kardeşimizdir. Tamam. Ama “Ben Allahsızım, ben imansızım, ben dinsizim” dedi mi, kafir dedin mi iş değişir. O bakımdan, yeryüzünde tek kafir kalana kadar müminin kılıncı kınına girmez. Bitti. Türkiye’dekileri bitirsek, bu sefer Suriye, Irak, Suud’dakiler… Daha onlardan evvel, diğer kafirler. Nerede kafir var ve onlar biter, bizim de işimiz o zaman tamam. Orada da bitmez, ayrı mesele…
TARAF DERGİSİ: Bir de “İslam sivil toplumdur” “Bu anda herkes bulunduğu yerde dursun. Ne güzel kardeş kardeş yaşayıp gidiyoruz” derecesinde “İslam Devletine de karşı olan” ve Müslümanlık iddiasında bazı yeni tipler çıktı!…
CEVAP: Bizim Siyer-i Nebeviye’den aldığımız ders şudur: Biz, Ahkam-ı İlahiye ile idare olunan, şeriat nizamı ile idare edilecek devletimizi kurarız. Bu bizim kendi öz devletimize zarar vermeyecek; pasif ve bize cizye verecek, mağlubiyeti kabul etmiş olarak bizim cemiyetimizde, ırzları, namusları ve hayatları emniyette olarak bulunabilirler.
Bizim Siyer kitaplarından öğrendiğimiz uygulamaların bu şekilde olduğudur. Yani biz devletimizi kurarız şeriata göre idare ederiz. Ondan sonra, diyelim ki orada Yahudi vardır. Misal; Yahudi bizim devletimize zarar vermedikçe, umumi ahlaka zarar vermedikçe, umumi asayişi bozmadıkça kendi dininde, bugünkü yeryüzünde hiçbir yerde bulamayacağı hürriyetleri bulur. İstediği dinden, istediği şekilde hürdür. Bizim siyer kitaplarından öğrendiğimiz uygulamaların bu şekilde olduğudur. O kadar! Ortası yoktur bu işin! Yani biz şimdi onlarla eşit yaşayacağız; laik, demokratik, dinsiz, imansız ve kitapsız bir rejimin altında, Müslümana hiç sesini çıkarmadan yaşayacak öyle mi.?
– İşi o noktaya getirmek istiyorlar.
TARAF DERGİSİ: Eserinizde bir husus var; 1986’da bir dönemin bittiği ve ondan sonra “Şeriatı icra ve tatbik’’ döneminin başlayacağı şeklinde?
CEVAP: Bunlar müteşabihattandır. Yani Risale-i Nur’da müteşabih ve muhkem meseleler vardır. Bu bahsettiğimiz konu Risale-i Nur’un müteşabihat kısmındandır. Herkesin o şekilde inanmak mecburiyeti yoktur. İcbar edilemez. Risale-i Nur’dan ve onun büyüklerinden aldığımız derslere binaen vardığımız bir neticedir.
Risale-i Nur’daki Sikke-i Tasdik-i Gaybiye mecmuasında “Bir devir 60 senede biter” diyor. 1926’da Risale-i Nur’un telifi başlamıştır. 1986’da devir döner. Fakat bu bıçakla keser gibi, kesin hatlarla değildir.
Birinci devre; Hakaik-i İmaniyeyi neşr ve ehli imanı dalaletten kurtarma, tebligat devresidir. Yani esas meslek odur. Diğeri onun zımnında, gölgesindedir. Yoksa söylediğimiz gibi, bıçakla kesercesine “Bu iş bitti artık tebligatı durdurun…” manası değil…
Tebligat devam eder, fakat esas iş şeriata müteallik, şeriata dönük olur!. Nedir Şeriat? Yaşamdır, hayattır. İslam bizden ne istiyorsa onu yapmaktır. İslam bizden kendi nizamını kurmamızı istiyor. İslam bizden kafirlere karşı cihad istiyor ve bunu yapacağız. Malımızla canımızla yapacağız. İslam bizden kendi nizamını kurmamızı istiyor ve devletimizi kuracağız!
1986, 1926’dan sonraki 60 senenin dolduğu tarihtir. Sonra, birinci hizmet devresinin alameti durumundaki zevat-ı kiramın da hemen hepsi o tarihte bitmiştir. Hulusi Efendi Hazretleri birinci hizmet devrinin sembolü, sembol şahsiyettir. Risale-i Nur’un birinci ve en birinci talebesidir. O da 1986’da vefat etmiştir. Zaten hali alemde o noktaya gelmiştir. Yani bugün artık bu memlekette herkes de biliyor ki, bir arada duramazlar. Ya nur hakim olacak, İslam gelecektir veya küfür saltanatını devam ettirecek.
Şeriat Tahtının Varisi Türkiye'dir
TARAF DERGİSİ: Üstad Necip Fazıl’ın bir tespiti var bu konuda; “İslam Türkiye’de bozuldu, her yerde bozuldu… Ancak Türkiye’de düzelirse her yerde düzelir…” diye ona işarettir bu diye…
CEVAP: Aynen öyledir, aynen öyledir! İşaret değil aynen öyledir! Bunda hiç endişeye gerek yok. Bir şey kaybolduğu yerde bulunur! Hilafet halen Türkiye’dedir. Ve İnşaallah İstanbul tekrar hilafet merkezi olacaktır. Bunu yakında idrak edeceğiz.
TARAF DERGİSİ: K. Maraş’ta polis size tebliği getirmiş… Kıyafetlerinizle ilgili 1925–26’lardaki kanunu hatırlatıyor “Bazı kisvelerin giyilmeyeceğine dair…” diyerek…
CEVAP: Hangi kıyafeti giyeceğimizi onlara soracak değiliz. Tabii bunlar yapacaklar… Bunlar öyle adamlar ki, kendi kanunlarını herkesten önce kendileri çiğniyorlar. Kendileri bir şey söylüyorlar, ondan sonra bin pişman olup geri dönüyorlar… Diyorlar ki “Türkiye’de herkes serbest” Hakikaten öbür taraf serbest… Açıp baksınlar gazetelere, televizyonlara, sokaklara. Ar, namus, haya, ahlak? Bir şey var mı, kalmış mı? Şeref, haysiyet var mı? Kalmış mı?
Öyle şeyler artık Başbakanın, Cumhurbaşkanın, turistleri nasıl karşıladığı ortada. Açıkça karşılıyorlar… Serbestçe… Onların böylesine serbest olduğu bir ülkede biz?…
Yani şu memlekette bir adam, bir insan beş metre kumaş alıp, götürüp terziye: “Terzi efendi, bunu böyle böyle dik… Ben bunu böyle giyeceğim.” demek hürriyetine sahip olmayacak mı? Bunu gidip polise mi danışacağız biz? Polis bu verdiği yazıyla “Sen terziye gidip, istediğin elbiseyi diktirip giyerek dolaşamazsın… Gelip bana danışacaksınız. Nasıl elbise diktireceğini” demek istiyor. Diyor da orda zaten…
Biz de diyoruz ki; sen eğer bunun için polislik yapıyorsan, elindeki kanun bu ise; biz senin ne polisliğini ne de kanunu tanıyoruz!… Daha nihayet elinde ne imkan var?… Zindana atmak mı? Buyur! Dışarıda yaşamak ondan bin defa şerefsizliktir! Şerefimizle gider zindanda yaşarız? Biz, yani bu memlekette, istediğimiz elbiseyi diktirip giyemeyeceğiz öyle mi?… Şu topraklar üzerinde bir bitli turist kadar hürriyetimiz yoksa, bu memleketin zindanları dışarıdan bin defa şereflidir.
Bizi o meselede kıstıramazlar… Yine o yazıyı, tebliği veren adamı ben sevdim, beğendim. Şunun için beğendim; Erkekçe yazı verdi. Bizim şimdi bu sefer yolumuzu kestiler, Ankara girişinde. İkinci seferdir oluyor bu… Emniyet Genel Müdür Muavini gelmiş oraya. Ben tanımadım arkadaşlar dediler. Emniyet Genel Müdür Muavini imiş. Diyorum ki niye yolumuzu kestiniz?!
“Emir var”
Emri bize gösterin diyorum… Bizim yolumuzu kesiyorsunuz, başkasının yolunu değil… Emir bizim hakkımızda… Emri verin bize…
– Biz veremiyoruz.
”Eee, veremezseniz de nasıl yolumuzu kesiyorsunuz? Ne diye kesiyorsunuz yani?! Dese ki ‘‘Böyle giyindiğiniz için Ankara’ya giremezsiniz.” O erkekliği gösteremiyor. “Emir var.” dibi yok doruğu yok…
Emir var mı? Yok mu?
Ben ne bileyim?! Göster diyorum, bir satır, yazılı bir belge göster. Diyor ki “Gösteremeyiz…”
Hiç olmazsa bu erkeklik yaptı, yazılı emir getirdi… Tabii o da milletin uyanmasına sebep oldu. Maraş ayağa kalktı…
TARAF DERGİSİ: Aslında bu rejimin karakteriyle ilgili, İslam kokan hiçbir şeye tahammül edemiyor bu işgalci laikler…
CEVAP: Evet. Aslında devlet, TC Devleti, kendilerinin demi elinde değil ki! Ağaları öyle istiyor. Herhalde sigara yakmak için beyaz saraya gitmiyorlar, iki günün biri… Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Bakanları vs… Ateş almaya gitmiyorlar herhalde… Değil mi? Akıl almaya, talimat almaya gidiyorlar. Yoksa burada da “Kav kibritleri” var.
Talimatı alıyorlar; gideceksin böyle böyle yapacaksın… Geliyorlar buraya “Dostane ilişkiler” masalı okuyorlar.
TARAF DERGİSİ: Türkiye ‘de İslam inkılabı Said-i Nursi Hazretlerinin, sizin yorumladığınız işaretlerine göre 2000 yılına varır mı…..
CEVAP: Ulaşmaz inşaallah…. Bizim ümidimiz ulaşmayacağı istikametinde. Millette büyük bir meyil, bir hamiyet vücuda gelmiştir. Devlet sendelemektedir. Yanlıştır!.. Yanlış, biz buna sevinmiyoruz, kendi vatanımız, kendi milletimiz, kendi evladımız…Biz bu milletin zararına sevinmiyoruz. Biz bunlara akıllı olun diyoruz. İzanlı olun diyoruz. Kendi değerlerinize dönün diyoruz.
Bir tarafta koskoca bir buçuk, iki milyarlık İslam alemi, bizi kendisine baş yapmak istiyor, öbür tarafta gidip Amerika’nın uşaklığını, Alman’ın bilmem neyini temizlemek var… 70 senedir, bu uşaklar “Biz sizin tuvaletinizi temizleyeceğiz…” diyor.
Buradaki tahtımızı tacımızı terk ediyoruz. Bunlara düşman olmuşuz.
Biz diyoruz ki bu akılsız kafayı terk edin? Bunu diyoruz! Niye iki bin senesine kalsın! Millet uyanmıştır. İnşallah çok yakın bir gelecekte bunu göreceğiz.
TARAF DERGİSİ: Risale-i Nur için bir ara tahrif şayiaları çıkmıştı.
CEVAP: Yapmaya güçleri yetmedi… Yetmez de! Elimizde ilk yazma eserler var. Hüsrev Efendi Hazretleri elinden çıkma, ilk nüshalar var, Risale-i Nur’a bir şey yapamazlar. Tercüme edeceğiz dediler. Bu kuş dilini düzeltelim, bu memleketin evladına lisan öğretelim demiyorlar da kuş diline göre Risale-i Nur tercüme ediliyor.
Risale-i Nur Türkçe, nesini tercüme edeceksiniz?
Bugünkü tercüme, yarın “Dil kurutma müesesesi” marifetiyle iki sene sonra yine anlaşılmayacak. Hadi bir tercüme daha. Risale-i Nur Türkçedir. Anlamayan adam, lugat karıştıracak.. Kendisi lisan bilmiyorsa biz ne yapalım.
TARAF DERGİSİ: Biz bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz. Sizin istediğiniz bir şey var mı?
CEVAP: Allah razı olsun, zahmet etmişsiniz. Tanıştığımıza sevindim. Rabbimiz muvaffak etsin. Yalnız küfrün ekmeğine yağ sürmemek için, ehli iman hakkında ağzımızdan, rencide edici bir ifade çıkmışsa onları kayda geçmezseniz sevinirim. Bizim İran hakkındaki tavrımız da yumuşaktır… Bizi horoz gibi dövüştürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmeyelim.
Dahili meselelerimizi biz kendi aramızda halledeceğiz İnşaalllah…