TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığına
(Müslim Gündüz - 27 Mayıs 1991 Elazığ)
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu yetmiş seneden beri tüm icraatında İslâmî esasları yıkmayı ve tahrip etmeyi gaye edinmiştir.
“Ölürsem şehit kalırsam gazi!” diyerek “Tevhide dayanıp” en aşılmaz küfür kalelerini yer ile yeksan etti bu millet. Tevhidi kurtardım zannetti. Fakat “İstibdadın ta kendisi olan bir hürriyet, zulmün ta kendisi olan bir adalet” dayanılmaz bir boyunduruk gibi boynuna düştü.
Din yasak edildi ve bu yasağın bekçiliğine Diyanet Teşkilatı tayin edildi. İlim yasak edildi ve bu yasağın bekçiliğine de İmam Hatip ve İlahiyat Fakültesi vazifelendirildi. Müslümanlara, bahusus İslâm alimlerine öylesine zulümler reva görüldü ki; Tarihte eşine ender rastlanır. Bu zulümler ve bu emsalsiz manevî işkenceler halen devam etmektedir. Beldelerimiz, devlet eliyle icra edilen şirk adetleri ve aletleriyle lebaleb dolu vaziyettedir. Dininin geleneklerini ve emirlerini yaşamaya çalışan masum insanlar tamamen tükenmiş, kalanlar da boğulmak üzeredirler.
Doğrusu ümitsizliğe düşmüşüz. Bir devlet milletinin dinine, örfüne, adetine bu derece düşman olabilir mi? Hayretten hayrete düşüyoruz. Yetmiş sene gibi tarih ölçüsüyle üç nesil demek olan, uzun bir zamanda tatbik edilen maddi ve manevî tahakkümler, milletin “Üstün mefkûre sahibi olabilmek” hasletlerini dumura uğratmıştır.
Hatta Meclis bünyesinde kurulan bu komisyonunuzu da bir tuzak gibi görecek kadar ürkekleşmiştir. Devlet, “Mevcut rejimi tenkid edenleri tespit etmek için bu tuzağı kurmuştur” diyorlar.
Her ne ise; ben her şeye rağmen bu kuruluşu hayırlı bir başlangıç olarak kabul ediyorum. Onun için yedi seneden beri inzivayı ihtiyar ederek, İslam düşmanlığının borazanı halinde kullanılan radyo, televizyon ve gazete haberlerine kapattığım kapımı ve insanlarla görüşmemek için çektiğim perdelerimi, bir defaya mahsus aralayarak bu feryadımı sizlere iletiyorum.
Komisyon üyelerini Mü’min ve Müslüman bildiğimden şu hususu bilhassa tebarüz ettirmekte fayda mülâhaza etmekteyim: Allah’ın gadabından korkmak lâzım. Mukaddesatın üzerine bu derece pervasızca gidilmez. Sonra bir belâ gelir ki; o belâ, yalnız suçlulara münhasır kalmaz. Masumları da beraber helâk eder.
İşte devlet eliyle işlenen ve insan haklarını ihlâl değil, imha eden bir kısım hususları arz edeceğim:
- Cesur Türk Ordusunun ve faal ve kahraman Türk Milletinin kuvvetiyle vukua gelen İstiklal Harbi ve sonrasındaki terakkiyat haksız olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsına verilmesiyle binlerce adam kadar bir iktidar onun şahsında tevehhüm edilmeye sebep oluyor. Halbuki hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müspet mehasin ve şeref ve ganimet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ; bir tabur bir kaleyi fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfi tedbirler ile zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir. İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müspet terakkiyat ve hasenat Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsına ve menfi icraat ve seyyiat biçare millete verilmesiyle büyük bir haksızlık ve zulüm devam edip gitmektedir.
- Malumdur ki; Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı inkılaplarla İslamiyet’in tüm hayat damarlarını koparmıştır. İslâm’ı, bir daha hayat bulamaz bir derecede darbelere maruz bırakmıştır. Hal böyle iken, Müslüman evlatlarımıza eğitim ve öğretimin her kademesinde Onun sevgisi cebren telkin edilmektedir. Körpe zihinlere “Not baskısı” kullanılarak istemediği ve sevmediği bir kimsenin sevgisi zorla kabul ettirilmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmek dinen irtidat etmek demektir. Bunun büyük bir haksızlık olduğu aşikârdır. Binaenaleyh ya bu baskı kaldırılmalı veya onu sevdirmeye çalışan dersler, tercihli ders durumuna getirilmelidir.
- İslam inançlarına göre, Müslümanın kendi beldesinde Tevhidi zedeleyici şirk adetlerine asla müsamaha edilemez. Tevhid nuru ve iman ile kurtardığımız memleketimizin her meydanına Mustafa Kemal Atatürk’ün bir heykelinin dikilmesi ve bu heykellere belli günlerde ihtiram edilmesi, tamamen şirk manasındadır. İslâm buna asla cevaz vermez. Bu husus, bizleri inancımız itibariyle dehşetli rencide etmekte ve inançlarımızı tahrip etmektedir. Binaenaleyh insan haklarını ihlâl eden bu husus telâfi edilmelidir.
- Her meydana bir heykel, her resmî binanın önüne bir büst, her okula bir köşe, her odaya bir Atatürk tablosu…. Bunların devlet bütçesine getirdiği yük âşikardır. Evet bir urganda bir kıl kadar da olsa, bizim de bu devlet bütçesinde bir payımız vardır. Payımız veya vatandaşlığımız nispetinde konuşmağa hakkımız vardır. İşte o söz hakkımız ne kadarsa, o kadarını kullanarak diyorum ki: Bu büyük bir israftır, bu büyük bir akılsızlıktır, bu hal bu milletin sırtına vurulmuş merhametsiz bir yüktür. Bu haksızlığın önüne geçilmelidir.
Eğer bu haklı talebim semere verir, müşrik bir toplum manzarasına sokulan beldelerimiz Tevhide kavuşturulsa, biz de hürriyetimize kavuşuruz. Aksi halde yine inzivahanemizde dertlerimizi Kadı’l Hacat’a arz etmekte berdevam olacağız. Tekrar ediyorum ki; Gadab-ı İlâhiden korkmak lâzımdır.
Bu talebimiz dilekçeden ziyade mazlumane bir feryattır.
Altmış-yetmiş senedir devam eden feryatların bir sonuncusudur. Bu sonuncu feryada olsun kulak verip, mezkûr haksızlıkların ve daha buna mümasi olanlarının giderilmesine müzaharetlerinizi saygıyla arz ve talep ediyorum.
Hürmetlerimle…
Müslim Gündüz