Yaşadığımız Şehri Terk Etmek Zorunda Kaldık
(Talib Bacak)
Yıl 1993…
Rahmetli Bekir Efendi vasıtasıyla sarık cübbe giymek Maraş dergahında nasip oldu. İlk sarık cübbeli eve gittik, ailemiz karşı çıktı. Hatta abim dedi “Yarın eve böyle gelirsen üzerine benzin döker yakarım o sarığın ve cübbenin.”
Biz de durumu Maraş İmamı Bünyamin Efendi’ye arz ettik. Bünyamin Efendi bizi İstanbul’a göndermeye karar verdi. O zamanlarda kimin ailesi dergâha baskın yaptıysa o kardeşim Maraş’tan hicret ederdi. Başka bir şehre giderdi. Biz de öyle yaptık.
3 arkadaş İstanbul’a gideceğiz. O zamanlarda cep telefonu yok. Bünyamin Efendi dedi: “Siz bu akşam otobüse binin, Harem’de inin, ben İstanbul Dergahı’nı ararım, sizi sabah Harem’den alırlar.” Biz sabah Harem’e indik. Ama ne gelen var ne giden. Sonradan öğrendik; o gün İstanbul dergahının borcundan dolayı telefonunu kapatmışlar.
15-16 yaşında gençleriz. İstanbul’a hiç gelmemişiz. Adres soruyoruz, dalga geçiyorlar. Kimi doğuyu gösteriyor kimi batıyı… Çocuk aklı ya dedik, “10 kişiye soralım hangi tarafı çok gösterirlerse o tarafa gidelim.” ve öylece Üsküdar’a doğru yola koyulduk. Üsküdar meydanına varınca bir taksiciye dergâhı sorduk. Adam dedi; “Ben dergahı biliyorum sizi götüreyim.” Dedik “Abi bizim paramız yok.” “Binin kardeşim sizden para almayacağım” dedi. Öylece bizi dergaha götürdü.
Talip Bacak
Taşlanıyorduk
(Ahmed Hüsrev)
Risale-i Nurlarla 1995 yazın da tanışmıştım. Başıma ilk sarığı 1995 yılı içerisin de beyaz olarak takıyordum. Ders okuduğum nurcular beni ilk sarıklı gördüklerinde, “Bu şekilde dışarı çıkma insanlar arasına fitne sokarsın” dediler.
Bir gün sınıf arkadaşlarımı gençlik evine yemeğe davet ettim. Eve saçları uzun, başın da siyah sarığı, üstünde siyah yeleği ve altın da siyah şalvarı olan Mehmet Emin Abi çıkageldi. Hemen sordum “Kimsin? Hangi tarikat-dansın?” o da; “Ben Aczmendiyim” dedi. Telefon numarasını aldım. Sonraki gün aradım: Telefona Abdurrahman Efendi çıktı. Adres tarifini aldım. Yola çıktım.
Dergah’ın kapısından içeri girerken birden tam 1400 yıl öncesine gitmiş gibi oldum. Öyle etkilendim ki, dedim tamam işte aradığım yer. Oradaki kardeşlerimle tanıştıktan sonra eve döndüm. Tarih Nisan 1995 ilk haftası.
O hafta evden eşyalarımı aldım dergâha gittim, evi terk ettim.
Mayıs ilk haftası babamla amcam dergâha geldiler. Babam: “Eve gelmeyecek misin oğlum” dedi. “İnşallah sonra geleceğim” dedim. Onları gönderdim. Sonraki hafta eve gittim. Sokağa girdim evin önünde iki abim bekliyorlar onlara selam verdim. Biraz yanlarında durdum. Abim dedi ki: “Seni dövmeye niyetimiz vardı. Ama seni sokaktan gelirken gördüğümüzde içimize korku düştü”. Ben de “Bu Sünnet Seniyye’nin heybetinden olmuştur” dedim.
Eylül 1996 tarihinde dergâhın ihtiyaçlarını gidermek için biber salçası yapıp satmak istedik. Biberleri aldık, çektirip karşı komşumuzun evlerinin damına serdik. Bir ay sonra Kocatepe Mevlidine gitmiştik. Mevlit esnasında polis bizi topladı. Yaşım 17 olduğu için beni emniyete bıraktılar. Abdurrahman Efendi Adana’ya dönüp salçalarla ilgilenmemi ve satarak dergâhın borçlarını ödememi istedi. Öyle yaptım.
Bu sırada dergâh da Afgan dede, Mehmet Emin abi, Mustafa abi, Ahmet, Abdulbari, Cumali vardı.
28 Aralık sonrası çok sıkıntılı geçti. Ocak 1997 de 100 kadar sivil ve resmi polis gelip dergahımızı kapattılar. Biz yollarda yürürken sakalımıza küfür ediyorlardı. Tanıdıklarımız “Bu yol yanlış, bu yolu bırakın” diyorlardı.
Bir gün ablamın evine gitmek için sokağımızdan aşağıya doğru yürüyorum. Birden arkamdan taşlar gelmeye başladı. Arkamı dönüp baktım. 10 kadar çocuk beni taşlıyorlar. İçimden “Peygamber(asm) Efendimizi de böyle taşlamışlardı” diye düşündüm. Çocuklara ilişmeden yoluma devam ettim.
Ahmet Hüsrev