Yedinci İddia ve İftira (Prof. Dr. Ahmet Akgündüz)

(Abdülmetin Sayın)

Ahmet akgunduz resim e1728227801383Bu iftira ne sıradan bir köstebeğin ne siyasi arenada at koşturmaktan yalanı meslek edinmiş bir partilinin, ne de meşhur olmak hevesiyle yazılı ve görsel medyanın cazibesine kapılmış sakil bir şahsiyetin değil, belki de bunların hepsinin kendinde içtima ettiği bir düşük karakterin iddiası olmak münasebetiyle, tekzibi yapılmış ve hakikati ortaya çıkmış evvelki altı iftira kuvvetinde bir iftiradır.

Zira bu şahısın hayatı Risale-i Nur hizmetinde geçtiği ve Risale-i Nurlar’ın da “İman hakikatlerinin neşri ve Ahiret inancının tekmili” manasında kuvvetli dersler verdiği düşünüldüğünde, bu zatın Ahiret ve Mahkeme-i Kübra bilincinin diğer altı şahsın toplamından fazla olması beklemek ve hatta iman hakikatlerinden bihaber birçoklarının kendisinden şefaat istemek hakkı varken, attığı iftira ile diğer altı şahıstan daha kıdemli olduğunu ve müfterilik makamını tek başına doldurduğunu gösteriyor.

İfadelerimin ziyadesiyle ağır olduğunun farkındayım. Hatta yıllar önce bu iftiranın tekzibi için bir video röportaj planladığım vasatta, Müslim Efendi’nin bana tavsiyesi; “Bu zatın yaptığı İslamî hizmeti incitmeyecek bir tarzda hareket etmem” yönündeydi.

Ben de bu hassasiyetle tekzip çalışmasına girişmeden evvel Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ile irtibata geçmeye çalışmıştım. Fakat hiçbir şekilde muhatap alınmadığım gibi hazırladığım tekzibi -efkar-ı ammeye neşretmeden önce- resmi iletişim adresleri üzerinden kendisine ilettiğim halde geri dönüş olmadı.

Sayın Akgündüz, bu tutumuyla bana ders vermiş oldu ki; “Kul hakkıyla veya İslamî bir hizmetin karalanmasıyla ilgili bu derece hassasiyet göstermeme hiç gerek yokmuş.” Kendisinden aldığım bu ders münasebetiyledir ki, Akgündüz ile ilgili kısmı Müslim Efendi’nin bu konudaki hassasiyetinin dışında tutuyorum.

Peki Akgündüz ne demişti?

İşte bizzat yapmış olduğumuz Risale-i Nur dersindeki kendi video beyanatı:

Ahmet Akgündüz:

“Burada tabi Müslim’den de bahsetmek lazım; Şeyh Müslim. Şeyh Müslim’i en iyi tanıyanlardan biriyim ben.

Elaziz’e gidince de yine kim okursa okusun, “Ahmet Hoca geldi, bırak okusun” derdi. Tahdis-i nimet kabilinden söylüyorum.

(Hulusi Efendi’nin Risale-i Nur dersi okuttuğu esnada kendisi içeri girdiğinde, kürsüde kim olursa olsun, Hulusi Efendi onu kaldırıp Ahmet Hoca’ya ders yaptırırmış)

“Tabi ben derse başladım, o mübarek arada sırada bir kelime izah eder, iki kelime izah eder, daha fazla izah etmez. Bazen ayet ve hadis hatırlatır. “Değil mi Ahmet Hoca?” der, böyle bir insan. Şey tabi onun dizinin dibinde, Şeyh Müslim. Ama derse başladığımız an uyur. Herkesi rahatsız edecek derecede horlar. O da bakar ona güler. Ders bitince -en az iki defa yaşadım bunu- asasını sokar karnına, midesine dürter, “Şeyh Müslim kalk kalk, Risale bitti derdin kalmadı. Senin zaten Risaleyle alakan yok” bütün Risale-i Nur’la alakası bu kadar yani bu adamın. Hakikaten öyle. Yani, Hulusi abiye tarikatvari bir mürit gibi, bağlanmış, yıllarca onun dersine gitmiş ama hiç dinlememiş, anlatabildim mi? Böyle bir adam. Sonra tuttu, yok efendim tarık-i Aczmendi, alakası yok. O kadar hoşuma giderdi ki, midesine vuruyordu. “Kalk ders bitti” diyordu. “Senin dersin başladı” diyordu. Çünkü çay içmekten başka bir şeye yaramıyor.”

 Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün umuma yaptığı ve internet üzerinden de neşrettiği, Kader bahsiyle ilgili Risale-i Nur dersinden aktaracağımız bu kadar. 

muhammed Orakcioglu e1728228375985Akgündüz’ün anlattıklarının yalan olduğu Elaziz’de Hacı Hulusi Efendi’nin Risale-i Nur derslerine katılan herkesçe malum olmakla beraber konuyla ilgili, daimî bir tarzda Hacı Hulusi Efendi’nin derslerine iştirak etmiş dört zata mikrofon uzatıp, Ahmet Hoca’nın en az iki defa şahit olduğu böylesi bir vakaya şahit olup olmadıklarını sorduk.

Bunlardan birincisi Muhammed Orakçıoğlu’ydu.

Muhterem Orakçıoğlu ile sadece bu konu özelinde değil, Hacı Hulusi Efendi ile ilgili merak ettiğimiz birçok hususta hasbihal etmek için irtibata geçtik. Sağ olsun Elaziz Büyük Çarşı arkasındaki mağazasında bizi kabul etti.

Çok kibar, nezih ve Hacı Hulusi Efendi’nin sohbet meclisinin kokusunu insana hissettiren muhterem bir zat Orakçıoğlu.

Suallerimizin hepsine samimane bir tarzda cevap vermekle beraber, Hulusi Efendi’nin o güne kadar neşredilmemiş bazı mektuplarının bulunduğu bir kitapçığı da bize hediye etti.

Hasbihalimiz içerisinde konuyu Akgündüz’ün Müslim Efendi hakkındaki beyanatına getirince, “Beni mazur görünüz. Zira Üstadımızın ve Hulusi Efendi’nin değişmez bir kaidesi olarak, ‘Menfi ihtilafatlar hakkında, düşünmüyor ve konuşmuyorum’. Üstadımız, benzer tarzdaki meseleler kendisine getirildiği vakit, elini muhataba cephe edecek tarzda kaldırır (kendisi de bana karşı kaldırarak) ‘bana menfi meselelerle gelmeyin’ buyururmuş. Ben de bu kaideye hürmeten konuşmak istemiyorum” dedi.

Bu konuda bilgisine müracaat ettiğimiz bir başkası ise, “Hulusi Efendi’nin sohbet meclisi” hatıra getirildiğinde ismi geçecek ilk on kişiden birisiydi. O’nu ismini vermeden kendisiyle yaptığımız video görüşmeyi hikâye etmek istiyorum. Zira bu hikâyede gayet derecede ibretlik bir manzara ile karşı karşıya kaldığımızdan -ilgili şahsın hukukunu muhafaza adına- isim tasrihinde bulunmak istemiyoruz.

Bu zat, beni -sarıklı- gördüğünde mesafeli durup görüşme talebimizi ta başından reddedeceği düşüncesiyle, kendisini telefonla aradım.

Risale-i Nur dairesini ilgilendiren bir tarihçe çalışmamız olduğunu, bu konuyla ilgili Hacı Hulusi Efendi Hazretlerinin derslerinde sıklıkla bulunan biri olması münasebetiyle kendisinden de istifade etmek istediğimizi belirttim.

Kendisi Hacı Hulusi Efendi ile ilgili İhsan Atasoy’un bir kitap çıkardığını, orada yazılanların üzerine söylenebilecek bir şey olamadığını belirtti.

Biz de bu kitaptan haberdar olduğumuzu, fakat bizim video belgesel tarzında bir çalışma yaptığımızı belirtip, bu münasebetle kendisini de ziyaret etmeyi arzu ettiğimizi söyledik.

Yapacağımız çalışmada değişmez bir kaidemiz olarak, iki mühim ayrıntıyı da kendisine arz ettik. Birincisi; “Size sormayı planladığımız dört sual var. Bu sualleri kayıt öncesi sizinle paylaşacağız.” dedik. İkincisi; “Vereceğiniz cevapları ilgili video çalışmasına yerleştirdikten sonraki nihai halini de sizinle paylaşacağız. Müsaadeniz olmayan yerleri kısmen veya tamamen çıkaracağız.” dedik. Bu sözümüzün akabinde görüşmeyi kabul etti.

İşyerinde çalışan alevi kökenli bir arkadaşı ve cemaatten üzerinde sünnet kıyafeti bulunmayan bir kardeşimizi organize edip, kamerayı ellerine verdim ve buluşma adresine gönderdim.

İlk üç sual doğrudan Hulusi Efendi’nin Risale-i Nur hizmetine bakan mühim tespitleriyle ilgili olmakla beraber dördüncü sual, Akgündüz’ün açıklamaları sadedinde Hulusi Efendi’nin sohbet tarzına dairdi. Sual şu tarzda planlanmıştı:

Öncesinde ilgili video kendisine izlettirilecek ve akabinde sual şu tarzda tevcih edilecekti.

“Akgündüz’ün açıklamalarını izlediniz. Sormak istediğimiz şey şu: Hacı Hulusi Efendi derslerine iştirak eden birinin uyuması durumunda karnına asasıyla dürtüp, “Kalk kalk, Risale bitti, derdin kalmadı. Senin zaten Risaleyle alakan yok” diyecek bir zat mıydı?

Sual bu tarzda hazırlanmıştı.

Gönderdiğim arkadaşlar çekimleri tamamlayıp, iş yerine gelince arkadaşlara ilk sualim şu oldu.

“Videolu Akgündüz suali için ne cevap verdi?”

Benim korkum, o günkü çalışmamız için çok önem verdiğimiz bu suali cevapsız bırakmasıydı. Fakat öyle olmamış, cevap vermiş hem de Hulusi Efendi Hazretlerini tanıyan, bilhassa sohbetlerine iştirak etmiş olanların “Keşke hiç cevaplamasaydı” diyeceği tarzda bir cevap vermiş.

Çekimi yapan Alevi arkadaş anlatıyor:

“Hocam, dördüncü sualden önce istediğiniz gibi konuyla ilgili videoyu açtık kendisine seyrettirdik. O seyrederken benim şahit olduğum, yüzü gözü birbirine karışıyor, adeta hayretten hayrete kapılır bir eda içerisinde videoyu izliyordu. Video bitti. Suali sorduk. Cevap olarak “Ben o gün derste yoktum” dedi.

Evet, “Keşke hiç cevaplamasaydı” dediğim cevap bu; “Ben o gün derste yoktum…”

Sanki Hulusi Efendi Hazretleri derslerine katılan birine bu tarzda kaba davranmak ihtimali varmış da muhterem o günkü dersine denk gelmemiş.

Bu cevap karşısında o kadar çok hayrete düşmüştüm ki…

Nasıl olur da Hulusi Efendi’nin derslerine en ciddi tarzda devam eden on kişiden bir olan bu zat, Müslim Gündüz’e yapılan bu karalamanın temize çıkmaması adına, Hacı Hulusi Efendi gibi dost düşman herkesin nezafet, nezaket ve kibarlığına hayran kaldığı bir zatın karalanmasına rıza gösterebilirdi?

İşin doğrusu nasıl olduğunu da bir sonraki mülakatta görecektim.

Bu mülakatı beni tanıyan ve Müslim Efendi’yle de irtibatını devam ettirip koparmayan bir abi ile yapacaktım. Bu münasebetle görüşmeye doğrudan kendim gittim.

Kısa bir hasbihalden sonra, hazırlayacağımız video çekiminin nihai halini kendisinin onayı olmadan yayınlamayacağımızı belirtip, Hacı Hulusi Efendi ve Müslim Efendi özelinde hazırlamayı düşündüğümüz bu çalışmayla ilgili, kendisine tevcih edeceğimiz sualleri gösterdim.

Cevabı samimi, net ve kesindi:

“Henüz işyerimin devrini çocuklarıma yapmadım. Memurun biri çıkar vergi levhanda nokta eksik, virgül yok” der, başıma iş açarlar dedi.

O günün atmosferinde bu gerekçeye anlama verememiş, hatta ‘hakkını helal etsin’ bir derece kendisine kırılmış da olsam, 2014 yılandan itibaren deşifre olan FETÖ yapılanmasıyla anlamış olduk ki; FETÖ, Devlet kuvvetine istinat ederek sadece askeriyeyi, siyaseti, ticareti ve sosyal hayatı tanzim etmiyor, Risale-i Nur camiasını da baskılıyor ve şekillendiriyordu.

Haci Zihni EfendiŞimdi gelelim konuyla ilgili dördüncü ve son mülakata.

Mülakattaki bu zatla görüşmek için Ankara’ya gittim. Bu zat Elaziz merkez vaizlerinden Hafız Zihni Efendiydi.

Merkez vaizlik sistemi şimdilerde işlettiriliyor mu bilmiyorum. Lakin bu sistem Elaziz’de şu tarzda işlettiriliyordu. Merkez vaiz sıfatı taşıyan hocaların İzzet Paşa camiinde haftanın belirli günlerinde -husussan Cuma namazı öncesinde- verdikleri vaaz, radyo frekansı aracılığıyla ildeki tüm camilerde işitilirdi. Bu münasebetledir ki cami ve cemaatle işi olan herkes, hafız Zihni Hocayı tanırdı.

Hafız Zihni Efendi’nin önemli belki de en önemli faziletlerinden biri de; Hacı Hulusi Efendi’nin kendi beyan ve tensibiyle “Yetiştirdiğim üç talebeden biri” iltifatına mazhar bir zat olması hasebiyle, hürmet gösterilen bir zattı.

Elaziz’li olmamız münasebetiyle kendisiyle daha önceden tanışık-lığımız vardı. Aradım kendisini ziyaret etmek istediğimi belirttim. Sağ olsun kırmadı. Görüşme talebimi kabul etti. Oğlunun işyerinde bir araya geldik.

Kısa bir hasbihalden sonra tevcih edeceğim sualleri kendisine arz ettim. Yapacağım video kayıt için müsaadesini alıp suallere geçtim.

Konu Akgündüz’ün yaptığı açıklamayla ilgili suale geldi. Devamını Hafız Zihni Efendi’nin video kaydından aynen aktarıyorum.

Hafız Zihni Efendi:

“Ahmet Akgündüz’e derslerde hiç rastlamadım. Dersleri okuduğuna şahit olmadım. Ki gelmemiş ki okusun. Ben hatırlamıyorum. Sürekli ikindi ve yatsı derslerindeydik. Demek istediğim sürekli Hulusi Abi ile beraberdik. Akgündüz’ün Elaziz ’deki derslere iştirak ettiğini hatırlamıyorum.

Sonra, olmayacak bir şey, niye uyusun ki? O dönemde Müslim genç adam. Hani yaşlı olsa dersin. Halbuki Müslim o zaman, en genç en verimli zamanı. En dikkatli ders dinleyenlerden biri. Dersin açılmasına vesile olan, Hulusi Abi’den izahlar isteyen bir dikkatle dersi dinlerdi. Yani derste niye uyusun ki?

Elaziz cemaati de bilir; Hulusi Abi hep “Şeyh Efendi” diye hitap ederdi Müslim Efendiye”

                                                       ***

Hafız Zihni Hocanın bu beyanlarının ardından tarihçemizin İFTİRALAR VE TEKZİPLERİ kısmını kapatıyoruz.

Muhtemelen akla gelebilir ve yerindedir ki, “Aczmendi aleyhindeki beyan ve iddialar sadece bu 7 şahsa münhasır değil”

Evet bu doğrudur.

Belki 70, belki 700, hatta hiçte abartılı olmaz 7000’den geçer, aleyhimizdeki beyanlar. Lakin tüm bu beyanların mesnedi ve kaynağı tekzibini yaptığımız bu 7 şahsın iftirası ve karalamasına dayanmaktadır.

Hafız Zihni Hocanın bu beyanlarının ardından tarihçemizin İFTİRALAR VE TEKZİPLERİ kısmını kapatıyoruz.

Muhtemelen akla gelebilir ve yerindedir ki, “Aczmendi aleyhindeki beyan ve iddialar sadece bu 7 şahsa münhasır değil”

Evet bu doğrudur.

Belki 70, belki 700, hatta hiçte abartılı olmaz 7000’den geçer, aleyhimizdeki beyanlar. Lakin tüm bu beyanların mesnedi ve kaynağı tekzibini yaptığımız bu 7 şahsın iftirası ve karalamasına dayanmaktadır.

Yorum bırakın

Scroll to Top