Zahirden Hakikate Geçmek - İkinci Bölüm

Şeâir: İslam işaretleri. Allah'ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, islami kıyafet gibi. (Yeni Lugat)
Author picture

Evvelki yazımızı «Evet “amelimizde rıza-yı İlahi olacak”. Peki hangi amelde rıza-yı İlahî vardır? Yani hangi ameldir ki, âmilin ulviyetine – süfliyetine, havaslığına – avamlığına bakmadan rızaya muvafık bir amel olsun? » suali ile hitama erdirmiştik. Şimdi Risale-i Nur’a göre bu meseleye, zaman itibariyle biraz geriden başlayarak beraberce bakalım inşaallah.

Zahirden Hakikate Geçmek İkinci Bölüm

Ehl-i Küfrün Projelerine Karşı Kur'an'ın Projesi: Risale-i Nur

Hz.Üstad (r.a) ve erkan talebeleri ile birlikte telifine vesile olduğu Risale-i Nur eserleri ve hareketi, Hz.Mehdi (r.a) ve mehdiyet hareketinin programı olarak, takribi 200 senelik bir zaman diliminde icra ve tatbik edilecek, hem bir mücadele, mücahede ve ihya plan ve stratejisi hem de başta talebeleri olarak kendisine muhatap olanların eğitim programıdır.

Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakîm’in ve Resul-i Ekrem’in (asm), ayet ve hadisler ile, bu ahir zaman ümmetine, dinlerini yaşarken; gayr-ı müslim ve münafıklar ile mücadele ederken, hangi esaslara riayet etmeleri, hangi stratejiyi takip etmeleri gerektiğine dair verilmiş olan emirlerin derlenip toplanmış ve tiryak olarak takdim edilmiş bir reçetesidir.

Sünnet-i seniyyeye ittiba her daim ehemmiyetli olmasına rağmen, sünnetlerin unutulduğu, bid’aların istila ettiği, sünnete ittiba edenlerin tahkir edildiği ve hor görüldüğü bir zamanda “sünnete ittiba edenin yüz şehit ecrine nail olacağına” dair beyanat veya harpte ve soğukta, cephede tutulan nöbetin ehemmiyetine dair rivayetler, zamana ve şartlara göre bazı amellerin ehemmiyet kesb ettiğini göstermektedir. 

İşte Risale-i Nur, hem ferd hem de cemiyet zemininde, başta İngiliz olmak üzere Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, İsrail, kısaca tek millet olan ehl-i küfrün projelerine karşı, bu ahir zamanda Kur’an’ın çıkarmış olduğu bir projedir. Ehl-i küfrün hilesi varsa, elbette Allah’ın (c.c) da bir hilesi vardır.

Şimdi Hz.Bediüzzaman vesilesiyle zuhur eden bu Kur’an projesinin çıkış seyrine, takip edeceği esaslara ve netice itibariyle talebelerinin hem şahsi ahvallerinde hem de hizmetlerinde nelere dikkat etmeleri gerektiğine bir nazar edelim:

« Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakk’ın emridir; O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zât bana âmirâne diyor ki: “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.” 

Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.» 

[28.Mektub Yedinci Risale olan Yedinci Mesele 1.Sebeb]

Mehdiyet hareketinin programı olan Risale-i Nur’un, yani o infilak ve inkılaptan sonra süfyaniyetin din-i İslamı tahrip ve unutturmaya çalışmasına mukabil gerekli hareket metodlarını bize ders veren şaheserin Lemeat kitabında, Hz.Üstadımız (r.a) vakıa-i sadıkadaki “Kur’an kendi kendini müdafaa edecek” ifadelerinin nasıl tahakkuk edeceğini, dolayısıyla namzet olduğu izharın ne surette olacağını “Kur’ân, kendi kendini himaye edip hâkimiyetini idame eder” ser-levhasıyla şöyle ders veriyor: (nazarımızda çok makbul bir iş olmasa da, bazı kelimelerin yanına kısaca manalarını yazacağız)

«Bir zâtı gördüm ki yeis ile müptelâ, bedbinlikle (karamsarlıkla) hasta idi. Dedi: Ulemâ azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız, dinimiz sönecek de bir zaman.

Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar (çiviler, demir kazıklar) hükmünde her an

Olan İslâmî şeâir, dinî minarat (minareler), İlâhî maâbid (mabetler), şer’î maâlim (İslamiyeti hatırlatan işaretler, semboller) itfâ olmazsa (söndürülmezse), İslâmiyet parlayacak an be an.

Her bir mâbed bir muallim olmuş, tab’ıyla (haliyle, duruşuyla) tabâyie (fıtratlara) ders verir. Her maâlim (işaret, sembol) dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan (unutmadan, eksiksiz).

Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır (bilge, âlim); ruh-u İslâmı daim enzâra (bakanlara) ders veriyor. Mürur-u a’sâr ile sebeb-i istimrar-ı zaman (asırların ve zamanın geçmesiyle).

Güya tecessüm etmiş (cisimleşmiş) envâr-ı İslâmiyet şeâiri içinde. Güya tasallüb etmiş zülâl-i İslâmiyet maâbidi içinde. Birer sütun-u iman.

Güya tecessüd etmiş (vücud haline gelmiş) ahkâm-ı İslâmiyet maâlimi (işaretler, semboller) içinde. Güya tahaccür etmiş (taşlaşmış) erkân-ı İslâmiyet avâlimi (alem, alamet) içinde. Birer sütun-u elmas; onunla mürtabittir zemin ile âsüman.» 

[ Lemeat – Kur’ân, kendi kendini himaye edip hâkimiyetini idame eder ]

Burada bir malumat daha vereyim, ki birazdan onun da işaret ettiği mühim tevafuktan bahsedeceğiz inşaallah. Şöyle ki: Lemeat’taki bu dersimizin ser-levhasında bir haşiye var.

O haşiyede şu ifadeler var: « 35 sene evvel (1921) yazılan bu makam, bu sene yazılmış tarzını gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir.»

Risale-i Nur’daki Hakikat Mesleğinin Tarihçesi ve Esasları

Şimdi bu iktibaslarımız ve bir iki ilave ile birlikte hem Risale-i Nur’daki hakikat mesleğinin bir nevi kısa bir tarihçesini hem de bazı esaslarını maddeler halinde tesbit etmeye çalışalım:

1- Hz.Üstad’ımız (r.a) Birinci Harb-i Umumi’den evvel, bir vakıa-i sadıkada, çıkacak olan harbi ve sonrasında Mondros, Sevr ve Lozan gibi plan ve tezgahlarla gelmekte olan inkilapları görerek, o devrede kendisinin vazifeli olacağını anlıyor.

2- Harb-i Umumi’de ise, İşârâtü’l-Î’caz tefsirini yazarak, bana göre, hakikat mesleğinin ukdelerini ve bu derslere muhatab olacak insanların fıtratlarını tesbit ederek, yani bir nevi insanın haritasını çıkararak, Muhakemat eserini de bir derece tafsil ediyor.

İşte İşârâtü’l-Î’caz’dan kısa bir nümune: «  وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ امِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ  mlesindeki اِذَا   kat’iyeti ifade ettiğinden emr-i mâruf ile halkı irşad etmek lüzumuna işarettir. Siga-yı meçhul ile zikredilen قِيلَ nasihatın, alâ sebîli’l-kifâye vacip olduğuna işarettir. Ve  اَخْلِصُوا فِى اِيماَنِكُمْ   gibi, ihlâs lâfzını ihtiva eden bir cümleye bedel اٰمِنُوا   lâfzının zikredilmesi, ihlâsı olmayan imanın, imandan addedilmemesine işarettir. Ve كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ   lâfzıyla güzel bir misal, bir nümûne, bir örnek gösterilmiştir ki, onlara ittiba ederek ihlâslı bir imana gelsinler [İşârâtü’l-Î’caz  Bakara Suresi 13.Ayet’in tefsiri]

« Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır » [17.Lem’a 13.Nota 3.Mesele]  cümlesi ile birlikte düşündüğümüzde, buradan çıkardığımız derslerden biri şudur ki: “Ya senin ihlasın seni kurtaracak bir seviyede olacak; yada ihlası bu seviyede olan bir zat-ı muhtereme ittiba edeceksin; tâ ki, ihlaslı bir imana gelesin.” Zira « âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âli-makam bir zâtın tebaiyetiyle girebilir [32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas 6.İşaret]

3- Hz.Üstad’a (r.a), namzet olduğu, asrın mümessilliği ve Kur’an i’cazının bir nevinin izharı vazifesi 1919 senesinde tevdi edildi, Allahu a’lem. Zira Sünuhat eserinde “Rüyada Bir Hitabe” serlevhalı kısımda « şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim (zalim) medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz » diyerek, ihyasına pişdarlık ve dümdarlık edeceği İslam medeniyetini kısaca izah ettiği risalesine şöyle başlıyor:

« 1335 (miladi 1919) senesi Eylül’ünde, dehrin hadisatının verdiği yeisle, şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Mânen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bir ziya gördüm. Tafsilâtı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir Cuma gecesinde nevm (uyku) ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi:

“Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.”

Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki:

Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!”» [Sünuhat – Rüyada bir hitabe]

İlaveten yine Lemeat’ın “Bir Meclis-i Misalîde” serlevhalı kısmında «asr-ı hazır meb’usu sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler» ifadeleri ile vazifenin kendisine tevdi edildiğini beyan ediyor.

4- « Ehl-i sülûk, tarîk-i hafâda (gizli olarak zikir yapılan tarikat) letâif-i aşere (kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa) üzerine, tarîk-i cehride (açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat) nüfus-u seb’a (nefis terbiyesindeki yedi kademe) üzerine sülûk etmişlerdir. Bu fakir, âciz ise dört hatveden ibâret, hem kısa, hem sehl bir tarîki, Kur’ân’ın feyzinden istifade etmiştir. » [Mesnevi-i Nuriye Onuncu Risale] 

Bu ifadeler ile 1921-1922 senelerinde telif ettiği Mesnevi-i Nuriye eserinde, ilk defa, yeni bir tarik kurduğunu ve talebelerinin de ehl-i süluk olduğunu beyan eden Hz.Üstad’ımız, yine aynı tarihlerde telif ettiği Lemeat eserindeki “Kur’an kendi kendini himaye edip hakimiyetini idame eder” serlevhalı kısımdaki esaslar ile, Kur’an’ın etrafındaki surların kırılması ile kendisine tevdi edilen vazifenin gereği olarak o hakimiyeti idame ederken takip edeceği esasları aşikar bir surette beyan etmiştir.

5- Yukarıda bahsinde bulunduğumuz, miladi 1955 veya 1956’da Lemeat’taki bu derse ilave edilen haşiye şöyle idi: « 35 sene evvel (1921) yazılan bu makam, bu sene yazılmış tarzını gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir.»

Şeair-i İslam Nedir?

Bu kısa seyirden sonra, yine aynı tarzda, Lemeat’taki dersimizden istifade ettiğimiz manaları da maddeler haline getirelim; sırayla yazalım; bakalım ne çıkacak!

1- Şeair, zeminin yüzünde İslamiyeti yıkılmaktan muhafaza edip ayakta tutan ve onu her daim parlattıran, çakılmış sağlam ve kırılmaz demir kazıklar hükmündedir.

2- Dini minareler; içinde ve etrafında namaz, zikir, tesbih, tekbir, itikaf, hac gibi ibadat ü taatın yapıldığı yerler ve mekanlar; şeriatı ve şeriat sahibini hatırlatan her türlü sembol ve alametler söndürülmediği müddetçe İslamiyet an be an parlayacaktır.

3- Her bir Mabed, haliyle, duruşuyla, varlığı ile insanların fıtratlarına tesir eden bir ders verir.

4- Şeriatı, Kur’anı, sünneti ve netice itibariyle Allah’ı (cc) hatırlatan her bir sembol ve işaret ve alamet, üzerimize vacip olan nasihat vazifesini görür. Hem hatasız hem de eksiksiz, unutmadan ve unutturmadan.

5- Her bir Şeair, Hoca-i Dânâdır. (Hocaların Hocası)

6- Her bir Şeair, onu gören ve bakan kalp, ruh, cesed, akıl ve letaif gözlerine ruh-u İslamı ders veren bir hocadır.

7- Her bir Şeair, asırların ve zamanın geçmesiyle, İslamiyet nurlarının cisimleşmiş bir halidir. Yani kışır değil, lübdür; yani elbise değil, cilttir; yani kabuk değil, özdür.

8- Rıza-i İlahiyeyi tahsile ma’tuf amellerin ifa ve ikame edildiği her bir mekan birer iman sütunu; tatlı ve saf İslamiyet suyunun elle tutulur bir vaziyete gelmiş halidir.

9- Her bir Şeair, şer’î alamet ve semboller ahkâm-ı İslamiyetin vücut bulmuş bir halidir.

10-  Her bir Şeair, erkan-ı İslamiyetin sarsılmaz ve kırılmaz bir halidir.

Ey âlem-i İslam ve hususan Nurcu kardeşlerim! Hz.Bediüzzaman’ın (r.a) asr-ı hazır meb’usu olarak bize verdiği ve emrettiği ders budur. 

Ey Nurcu kardeşlerim ve Aczmendiler! Üstadımız “Kur’an’ın kendi kendini müdafaa etmesini” ve netice itibariyle ihdas ettiği hakikat mesleğini ve tesis etmiş olduğu hizmeti bu şekilde tarif ve izah ediyor; İhlas Risalesi’nde de ihlası kazanmak ve muhafaza etmek için emrettiği düsturların birincisinde “amelinizde rıza-yı İlahi olmalı” buyuruyor.

Sen Kalbe Bak, Benim Kalbim Temiz!

Cemiyetimizde yer etmiş olan “sen kalbe bak… benim kalbim temiz” nevinden sözler, şeriat nokta-i nazarından (ki, “şeriat zahire bakar” bir kaidedir) eğer bir hakikati var ise, olsa olsa İslamiyetin hakim olduğu, şeairin hayatın bir parçası olduğu, şeriatın icra ve tatbik edildiği, İslamın başında ordusuyla birlikte bir halifenin olduğu devirlere aittir. 

Madem Risale-i Nur mesleği, sahabe mesleğinin bir cilvesidir; o zevatın (r.anhüm) sünneti, kelime-i şehadet ile birlikte saffını hemen ayırmasıdır; yani amelleri, adetleri, konuşmaları, evi, muamelatı ila ahir.. herşeyi ile sünnet-i seniye muvacehesinde müşrik ve gayr-ı müslimlere benzemekten içtinab etmeleridir.

Eğer bu manaları idrak etmekte zorlanıyor ve “zahir o kadar mühim değil” anlayışında berdevam iseniz, en azından “düşmanın attığı ok dostu gösterir” sözüne binaen, bu memlekette İslamiyeti ve mezar taşlarına varıncaya kadar İslamiyete ait her bir şeyi ortadan kaldırmaya ve unutturmaya çalışanların tahribat ve inkilaplarına  nereden başladığına dikkat etseniz anlarsınız ki, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, …müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. [Kastamonu Lahikası]

Bataklığı Kurutmak İçin Sineklerle Uğraşan Nurcular!

Ey hizmet ehli! Üstadınızın sözüne rağmen, fıtraten ilme kabiliyeti olmayan avâmın taklidî olan itikadlarını himaye edip nasihat mükellefiyetinizi ifa etmek için İslamî perde-i ulviye (İslamın yüksek koruyucu şemsiyesi) ve hissiyat-ı mütevariseden (Geçmiş ecdaddan yeni nesle intikal edip gelen hisler) başka hangi yolu buldunuz?! 

Cemiyetin yüzde seksenini teşkil eden avâm–ı nas ehl-i tahkik değildir ki, sizin aklî ve ilmî izahlarınızdan bir ders alsın! 

Takdire şayan hizmet ve gayretleriniz olsa da, haliniz, bataklığı kurutmaya bedel sineklerle uğraşanların haline benzemiyor mu?!

Fihriste

“Zahirden Hakikate Geçmek – İkinci Bölüm” için 1 yorum

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top