İnsan Üç Sabır Üzerine Mükelleftir. Taat, Masiyet ve Musibete Karşı Sabır

Bu yazı, Müslim Gündüz efendinin 30.03.2025 tarihli Risale-i Nur sohbetinden editörümüzün anladıklarının özet olarak yazıya aktarılmış halidir.

“İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır.” [Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam]

İbadetlerde sabır göstermek; namazlarını ciddi ve doğru dürüst kılmak, orucunu ehemmiyet vererek tutmak, hayır ve  hasenatını yaparken ciddi davranmaktır. Bunlardan Taat üzerine sabır; ibadetlerinde, hayır ve hasenatında ve yaptığı işlerde sabırlı olmaktır. 

İbadetleri aceleye getirmek, onlarda acele etmek ve bıkkınlık göstermek yanlıştır. Üç sabır ile mükellefsin. Birincisi taat üzerine sabır. O nedir? İbadette, hayır ve hasenatta sabır göstermektir. 

Masiyetten sabır günahlardan çekinmektir. Bu takvadır. Mümkün mertebe ya da ne kadar mümkünse, elinden geldiği kadar biraz da kendini zorlayarak günahlardan sakınmak masiyetten sabırdır. Elini yanlış işlerden çekmek, gözünü yanlış işten çekmek, dilini ve kulağını yanlış işten çekmek, Allah’ın bize verdiği emanetleri yanlış yerde kullanmamaktır. Masiyet üzerine sabır yanlışlardan kendini kurtarmaktır. 

Musibete Karşı Sabır

Musibet Üzerine Sabır, Musibeti Gönderenin Kim Olduğunu Bilerek Ondan Razı Olmaktır

Musibet üzerine olan sabır ise en mühim olanıdır. Diğerleri de çok mühimdir fakat başımıza gelen musibeti biz kendi kendine geliyor zannediyoruz. Musibet konusunda en büyük hatamız ve yanlışımız bu. Kendi kendine ve sahipsiz şekilde başımıza musibet geldi sanıyoruz. Halbuki o musibet bir gönderen tarafından geliyor. 

Yani o musibeti sana bir gönderen var. Nasıl ki rahatlıkta devam eden bir imtihanla karşı karşıyasın; ibadetlerini, takvanı, hayır ve hasenatını v.s yapmakla mükellefsin, bunlar gibi sıkıntıda da bir imtihan var. Bakalım bu ne yapıyor? Hemen isyana mı gidiyor? Hemen kalbim sıkıştı mı diyor? 

Sabır musibet geldiğinde ilk anda olan sabırdır. Hadiseyi ilk duyduğun anda gösterdiğine sabır diyorlar. Yani her şey bitip iş yatıştıktan sonra Allah’ım sana şükürler olsun her şey senden geliyor demek de güzeldir ama esas olanı “senden geliyor” demektir. İşte bu ilk andaki sabırdır. 

Bu çok ehemmiyetli bir meseledir. Yani musibete karşı gösterilen sabır, hayatımızda her gün belki gün içerisinde defalarca başımıza gelen şeydir. Musibetin büyüğü de var küçüğü var, ama büyüğünü de gönderen o küçüğünü de gönderen O’dur. Alemde bir yaprak dahi kudret ve emr-i ilahiyenin dışında sallanmaz. Bir yaprak dahi. Sana gelen musibet nasıl kendi kendine mi geliyor o halde? 

İnsanın musibet geldiğinde çok rahatsız olmasının sebebinin temeli budur. Yani o musibetin kendine kendi kendine geldiğini zannediyor. Bir araba geldi adama çarptı veyahut bir hastalık zuhur etti ya da hiçbir şey yokken bir anda bakıyorsun seni hemen acile göndermişler. Doktor diyor ki; 2 saat daha gecikseydiniz tamam. O da o doktorun palavrası. Hangi hastaneye giderseniz gidin doktorlar mühim bir hastalık için 2 saat daha gecikseydiniz iş bitmişti derler. Sanki kendileri ömürleri tayin eden adamlar! Kendi vazifesini bırakıyor hasta olan kişinin ömrünü biçiyor. Yanlış. Her neyse. O gelen hastalık, o gelen musibet, o başa gelen şey kendi kendine gelmiyor. Biz bunun aslını bilebilsek o zaman çok rahat edeceğiz.

Şu misali sık sık veriyorum. Görüyorsun ki çok sevdiğin, hatırını asla kıramayacağın ve her şeyini ona vereceğin sevdiğin bir zat şöyle durmuş seninle şakalaşmak için çocuğa bir taş veriyor ve diyor ki “-Git bu taşı onun kafasına vur.” Sen bunu görüyorsun ve biliyorsun. Çocuğu o gönderiyor. Şimdi sana taş atan o çocuğu alıp döver misin; ah başıma şu geldi bu geldi der misin? Ya da bir daha gönder bir daha gönder mi dersin? Eğer aklın varsa bu durum sevdiğin zatın sana iltifatıdır. Her şeyini feda edeceğin O zatın sana iltifatıdır bu. Seni sevmesinin bir alametidir bu. Onun için Allah büyüklerini hep bağırttırmıştır. Allah başta peygamberler ondan sonra da büyük evliyaların hepsini bağırtırmıştır. Hapis, zindan, sürgün, mahkeme oradan oraya oradan oraya. 

Üstada diyorlar: “Sen niye evlenmedin?” Üstat sepetini yanında taşıyamıyor, hanımını nasıl taşıyacak yanında. Üstad ya mahkeme salonlarında, ya sürgünlerde ya da karakollarda. Nasıl taşıyacak karısını yanında? Nasıl evlenecek ve nereden vakit bulacak? Bir sual var ki adamın mahiyetini ortaya koyar. Dangalaklığın son noktasındaki bir sualdir bu ayrıca. Üstad niye evlenmedi? Bil ki bu adam tam dangalak yani. Akıl fikir hiçbir şey yok demektir kendisinde. 

Üstadın hayatına bir baksana. Üstad hayatında hiç feryat etmiş mi? Hiç. Belki zevk almış Bunun şahidi 30. Lem’adır. Üstad 30. lem’ayı Eskişehir hapishanesinde yazmış. Üstün bir kabiliyetin güzel bir tabiat parçası içerisinde, ağaç gölgeleri arasında ve kelebeklerin uçuştuğu yerlerde ancak tefekkür edebilecekken, Eskişehir hapishanesinin zindanında 30. Lem’a yazılmış. 

Demek ki o zindanın sıkıntısı, elemi, azabı ve ızdırabı kendisine keyif gibi gelmiş. Sanki seyahatte ya da kırdaymış gibi o ince meseleleri yazmış. Üstad aana o taşı atanı ve attıranı görüyor. O musibetin nereden geldiğini biliyor. Ne diyor sana? “Bela vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender beladır, bil. O belayı sana vereni buldunsa safa-ender (bulunmaz ele geçmez bir safa) atâ-ender (büyük ve ele geçmez bir lütuf) olduğunu bil.”

Taat Üzerine Sabır, İbadetleri Usanç ile Değil Severek Yapmaktır

Demek ki üç sabır çok mühim. Taat üzerine sabır yani ibadetlerde sabır. Şimdi bakın ben bir şey söyleyeyim. Bir adama diyorsun ki; babanın hayrına bana şuradan bir su ver. Kalkıyor böyle sallanıyor, etrafına bakıyor. Kalkıp giderken hep sallana sallana. Ne yaparsın? Dur otur dersin. Kendin gider o suyu içer gelirsin. Yanlış mı? Usançla, bıkkınlıkla, bunu nereden söyledin ki sen bana yahu tavırlarıyla, başına çalınsın şu su senin der gibi o bardak sana zehir zıkkım olur. Yani sen Allah’ın huzuruna bu da nereden çıktı der gibi gitmen; dilin söylemese bile halin onu söylüyor. O ibadet ne kadar olur?

Cenab-ı Hak insanı mazhariyet-i esma itibariyle kendisinin emredeceği şeyleri anlayacak kabiliyette yaratmıştır. Bu hislerin yaratılış sebebi Allah’ı tanımaktır. Sen nasıl ki usançla sana getirilecek bir su bardağını al senin başına çalınsın der gibi idrak ediyorsan, Allah da öyle idrak eder. Allah kimseyi kimsenin umuduna bırakmasın. En sevdiğin adam da gözünün nuru da ışığı da; senin imkanın yokken hele bana bir su ver dediğinde o suyu getirirken böyle sallanırsa o su sana zehir zıkkım olur. Zahiren yapar, ama usanç ve bıkkınlıkla yapar. İşte o yaptığı bin defa ona beladır. 

Yani demek ki taat üzerine sabır; Allah’ın emrettiği şeyleri severek yapmaktır. Zekat veriyorsun bil ki bu seni beladan kurtaran bir şeydir. Bu senin malını, mülkünü, canını ve evlad-ü iyalini beladan kurtaracak bir şeydir. Bunu severek ve biraz da fakire taraftar olarak; kaç lira çıktı 40 lira çaktırmadan 45 lira ver. O taraftan doğru ol. O tarafa doğru ol. Bu senin kârın. Ama severek yap. Laf söylemek kolay da parayı ayırıp vermek zordur. 40.000 liranın zekatını veriyoruz. Bu basit. Hemen veriyorsun. 40 veya 50 milyon oldu mu düşünüyorsun! Acaba bunu nereden kırpayım? Nasıl yapayım? Kırpmaya kırp ama Allah da senden kırpar onu. Ya araban çarpar canından veya malından olursun ya da hastanelerde ömrünü tüketirsin. 

Taat üzerine sabır çok ehemmiyetlidir. Severek yapmak. Onun için deniliyor ki uyku size galebe ettiği zaman biraz uyuyun. O uyku zehrini vücuttan atın. Dinç iken kalkın namaz kılın. Yoksa senin kendine ne dediğin belli olmaz. Demek ki taat üzerine sabır Allah’ın emrettiklerini zevkle, şevkle, arzuyla ve istekle yapmaktır. 

“Şalvarsız Kıldığın Namaz”

Ben başımdan geçmiş bir hadiseyi bir daha anlatayım. Yoldan geldim. Yatsı vakti geçmiş ve epey geç bir vakit. Ama hakikaten perişan ve yorgunum. Bedenen zaten zayıf bir adamım ve o gün iyice dökülüyorum. Yatsıyı kılmam lazım. Hemen alt elbisemin üzerine cübbemi giydim. Sarığımı sardım mı sarmadım mı bilmiyorum çünkü çok yorgundum. Aklım başımda olmayacak kadar yorgundum. Hemen yatsıyı kıldım, cübbeyi çıkarttım ve yattım. Gözümü yumar yummaz ama saniye geçmedi bir zat geldi, o seccadeyi topladı ve hışımla suratıma çarptı. “Allah Allah, efendim niye böyle ettiniz?” dedim. “Biraz evvelki kıldığın namazdır bu senin.” diye cevep verdi. “Biraz evvelki kıldığın namazdır bu senin. Başına çalınsın.” Çaldı zaten başıma. Seccadeyi topladı ve böyle hışımla suratıma çarptı. “Efendim niçin böyle yaptınız.” dedim. “Bu biraz evvelki Şalvarsız kıldığın namazdır.” dedi. Evet aynen “Biraz evvelki şalvarsız kıldığın namazdır.” dedi. Şalvarsız kıldığın namaz…..

Hülasa taat üzerine sabır; Allah’ın emirlerini yaparken sabırlı olmak ve sevinçli olmaktır. Bazı ulema Seyyidina Pir Abdülkadir Geylani Hazretlerinin namaz kılmak için hususi bir odası olduğunu söylerler. O namaz odası gelin odası gibi süslüydü derler. Namaza gittiği zaman gelin odası gibi süslü bir odada namaz kılıyor.

Bazılarının tavsiyesi de havası bozuk odada namaz kılmamaktır. Havalandırın, pencereyi açın o oda havalansın diyorlar. Havalandırdıktan sonra namaz kılın.

Allah rahmet etsin Safiye ananın da bir prensibi vardı. Yatak odasında namaz kılmayın diyordu. Yatak odası insanın mahrem yeridir. Yani her türlü mahremiyetin işlendiği yerdir. Orada namaz kılmayın, namaz odanız başka olsun diyordu. “Ehemmiyet vermenin” üzerin

Masiyetten Sabır Bir İnsanın Tüm Ömrünü İbadet Haline Getirir

Sonra Masiyete karşı sabır geliyor. Bugün içinde bulunduğumuz bu asır felaket ve helaket asrıdır. Günahlar insanların üzerine sel gibi akıyor Yani sen istediğin kadar onlardan sakın, günahlar sel gibi sana geliyor. Günahlardan sakınmak çok zorlaşmış. 

Her bir haramı terk etmekte bir vacip sevabı var. Her bir haramı terk ettin bir vacip sevabı alıyorsun. Düşün ki, mümkün mertebe nefsine hakim olarak akşamdan sabaha ve sabahtan akşama kadar üzerine musibet gibi gelen günahlardan, yani masiyetten sakınmaktan vacip sevabı alıyorsun. Amel defterin menfi ibadetten gelen sevaplarla doluyor. İşte Masiyetten kaçınma, bu menfi ibadetten gelen sevaptır. Sadece sakınıyorsun.

Dolayısıyla masiyetten sakınabiliyorsan yat sırtının üzerine; farzları kıl tamam garantidesin. Yeter ki sen haramlardan kaç. Haramları terk et. Bugünkü ahvalde bu çeşit ibadetin ehemmiyeti çok büyüktür. Bununla çok kazanç elde ediliyor ama yapabilmek çok zor. Demek ki masiyetten sabır da çok ehemmiyetli bir şey. Özellikle bu zamanda çok ehemmiyet kazanmıştır. Masiyeti terk etmenin her birinde bir vacip sevabı var. Ömür tamamen ibadet haline gelir. Rabbim muvaffak etsin.

Musibet Geldiğinde Gösterilen İlk Sabır Asıl Olan Sabırdır

Musibete karşı sabra geri dönelim. Başımıza gelen musibetlerde bizi derinden yaralayan şey, musibetlerin sahipsiz olarak geldiğini zannetmektir. Bizler gafletten dolayı musibetlerin kendi kendine geldiğini düşünüyoruz. İşte araba geldi çarptı veya üşüttüğün için öksürüyorsun. Öksürüğü yaptıran Allah’tır. Soğuğu tesir ettiren de, sıcağı tesir ettiren de Allah’tır. Ateşe yak diyen de Allah, bıçağa kes diyen de Allah’tır. Şu itikad mertebesinde olsak musibet bize çok az tesir edecek. 

Gözümle gördüğüm bir hadisedir. Elaziz’de dükkanıma gidiyorum. Öyle hafriyat yapılmış ve çevrede çukurlar meydana gelmiş. O çukurların kenarlarına bizim çingene kardeşlerimiz çadır kurmuşlar. Sonbaharın son zamanları ve sular buz bağlamış çıtır çıtır. Gözümle gördüğüm şeydir; o 3 ve 5 yaşlarındaki çocuklar çadırdan çıkıyor, çırılçıplak o buzlu suların içindeki buzları kıtır kıtır kırarak giriyor. Buz gibi suyun içinde iki kulaç atıyor çıkıp gidiyor. Ben o çocuklardan öksürene rastlamadım. O insanlar soğuğun onlara tesir etmeyeceğine itikad ettiklerinden o soğuk su onlara tesir etmiyor. O soğuk bana bir şey yapmaz diyor ve yapmıyor da. 

Musibetlerde sabır ilk sabırdır. Allah kimsenin başına vermeye, büyüğü var küçüğü var. Her halükarda asıl sabır ilk sabırdır. Musibetle ilk muhatap olduğun anda “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” demek gerekir. Bunu biz umumiyetle vefat haberlerinde okuyoruz. Halbuki büyükler bu ayet-i kerimeyi her şeyde okurlardı. Ayakkabısı ters mi düştü; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Yüzüğü mü yere düştü; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Bu şumullü bir ayettir. Ondan geldik ona döneceğiz. İnsanı hemen ayıltıyor. Ufak kalemin kırılması da bir musibettir ama küçük musibettir. Yani illa ölüm mü musibettir? Hülasa musibeti duyduğun ilk anda göstermen gereken sabır olması gereken sabırdır. Ondan sonraki sabra alışıyorsun zaten. Takviye alıyorsun sağdan soldan. 

Allah musibet vermesin ama bilelim ki musibeti sana gönderen var. “Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil.” O bela vereni bulmazsan cefa-ender hata-ender beladır bil. Demek ki musibetin musibet olması sahibini bilip bilmemeye bağlı. Onu göndereni bulursan bir eyvallah çekersin. “Güzel Rabbim eyvallah” dersin. Çünkü vereni buluyorsun ve görüyorsun. Hakikat mesleğinin özelliği budur zaten. Şuhud mertebesidir. Biz kenarlarında dolaştığımız için bu özellikleri yaşayamıyoruz.  

Şimdi bir musibet geliyor. Allah verip göstermesin. Çocuk rahatsız oluyor; vah vah vah, tüh tüh tüh, bu nasıl olacak, bu nasıl bitecek, nerede duracak? Yarının garantisi var mı? Yarın için garanti var mı? Bu çocuk yarına yaşayacak mı? Sen yaşayacak mısın? Yarının sahibi sanki kendisiymiş gibi düşünüyor. O çocuğu bir anda veren bir anda alamaz mı? Biz bu dersleri niye okuyoruz? Cenab-ı Hak kimseye musibet vermesin Amin. Bilhassa evlat acısı vermesin Amin. Evlat acısı ağır hem de çok ağırdır. Ama ne kadar ağırsa o kadar da sevap da vardır. 

Allah rahmet etsin Mustafa Usman Efendi’nin hayatta tek bir kızı vardı. Malı ve mülkü de çok iyiydi ve zengindi. Ben kızının vefatında orada bulunamadım. Söylediler ve anlattılar bana. Tek kızının vefat ettiği o gün bayramlık elbisesini giymiş. Güzel ve mübarek bir başı vardı. İri bir başı ve bembeyaz süt gibi saçları vardı. Böyle güzelce taramış saçını ve sakalını. O mübarek bayrama gider gibi kızının cenazesine gitmiş. Kızını öyle defnetmiş. En ağırı evlat acısıdır. Bu acı kadar ağır bir şey yoktur. Allah kimsenin başına vermesin. 

Dünyada sahip olduğu o tek evladı olan kızının defnine giderken gayet temiz bir bayramlık giymiş. Kokular sürünmüş. Kızının cenazesine öyle gidiyor. Allah’tan razı. Ey güzel Allah’ım sen bana bu musibeti verdin, ben de senden razıyım. Gönül darlığı yapmıyorum. Senden gelen başımla gözüm üzerine diyor. Hadiseye karşı davranış bu. Allah bu halleri, bu genişliği ve bu sabrı hepimize nasip etsin Amin. Bilhassa musibetlerde çok bunalıma giriyoruz. Çok kaybediyoruz. Ah ah ah, vah vah vah, tüh tüh tüh… Nasıl oldu ve nereden geldi bu başıma? Gönderen var yahu bunu bil. Nasıl ki başına bir iş geldi de ki ezberle; bunu gönderen var.

Hiçbir hadise başıboş değildir. Bu musibetler birisi tarafından bir zat tarafından bana gönderiliyor. Bir imtihan. Hem varlıkta imtihan oluyorsun hem yoklukta imtihan oluyorsun hem musibette imtihan oluyorsun. Hepsi imtihan. Bu dünyada bu imtihanı kazandın diplomanı alırsın yüksek dereceyle. Ondan sonra güzel iki dostunun omzunda gidersin makamına oturursun.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top