ACZMENDİ

Dava değil Dava İçinde Bürhan

Risale-i Nur dairesinde en ziyade medar-ı bahs olunan Aczmendi Tarikatı’nın kurucusudur.

Üç kal’a-i İslamiye’nin ihya ve icrasında ve dahi Şeair-i İslamiye’nin ilanında muvaffakiyet elde etmiş mücahedenin komutanıdır. 

Risale-i Nur’un cemaat-i azimesi içindeki mukaddes kuvveti tehyic edip uyandırmak suretiyle; Süfyaniyet’in münafıkane suretinin ifşa olduğu 28 Şubat hadisat-ı azimesindeki hamiyet-i aliyeyi harekete geçiren kuvve-i velayetin menfezidir. 

Risale-i Nur kudsi yolunun sahipleri olan İmam Ali (r.a), İmam Hasan (r.a), İmam Hüseyin (r.a), İmam Zeynel Abidin (r.a) Hz. Gavs-ı Âzâm (r.a), Hz. Bediüzzaman (r.a) ve Sultan Feyzi-i Kastamoni (r.a) büyük bir velayet gücüyle mücadele meydanına attığı bir avuç kemiyetteki Aczmendilerin mehaz-ı ilhamıdır.

Nur hizmetlerini rejime entegre ettiğini düşünen Kemalizm’i sukut-u hayale uğratan Aczmendi Hareketinin lideridir.

Der tarik-i Aczmendî lâzım âmed çâr çiz fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz! [Mektubat, 4. Mektup]

Birinci dünya harbi sonrasında Osmanlı toprakları üzerinde otuz küsur devletçikler kurulmuştu.

Elde avuçta kalan şu küçük Anadolu toprakları da mutlak bir istibdat altında tutulmalı, hilâfet ilgâ edilmeli, harf değiştirilmeli, medreseler, tekkeler, dergâhlar kapatılmalı; örf, adet, anane ne varsa kökünden kazınmalıydı. İngiliz merkezli müstevli devletler Lozan’da bu karara varmışlardı.  

Bunun için münasip bir adam bulunmuştu. Sayılan bütün tahripleri aşkla ve şevkle yapan Kemalizm (Süfyaniyet) iş başına geçti.

En mütevazı rakamlarla şu gariban Anadolu insanının önderlerinden beş yüz bin insan şehit edildi.Devlet terör estiriyor, Müslümanlar ise aç, susuz, çıplak, perişandı.

Kurtuluş için bir ümit kalmamıştı. İşte tam bu hengâmede Risale-i Nur meydana çıktı ve Müslümanlara haykırdı; 

“Meyus olma, senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlup olmaz muhteşem orduların var ki dünya toplansa karşısına çıkamaz. Kâinatı dağıtamayan onu dağıtamaz!”

Müslümanlar irkildiler. Kendilerine geldiler. Kalplerindeki iman potansiyeli harekete geçti. Kalemler çalışmaya başladı. Yüzbinlerce Risale-i Nur eserleri Anadolu’yu manen fethetti. 

Süfyaniyet’in bütün tahribatları, imanın ve Kur’an’ın muhkem kal’asına çarpıyor, yıkılıyor ve neticesiz kalıyordu. 

El-hâk Risale-i Nur’un birinci devresi iman-ı tahkikiyi neşrediyor ve ehl-i imanı dalaletten kurtarıyordu.  

Bu vaziyet altmış sene devam etti. Süfyaniyet, Kemalizm olarak; Mehdiyet ise Risale-i Nur olarak meydan-ı mübarezede çarpışıyorlardı. Zamanla her iki faaliyeti de ülfet perdesi kapladı.

Kemalizm alacağını almış artık yapacağı bir şey kalmadığından mevcut kazanımlarını muhafazaya çalışıyordu. 

Risale-i Nur ise çıkış sebebinin üç maddelik programından sadece birinci maddeyi tahakkuk ettirmişti.

Rejim, Nurcuları adeta kendi saflarına katmıştı. Son iki hizmeti onlara unutturmuştu. Hizmet olarak muazzam dershaneler açmışlar, Kemalistlere karşı İslam’ın üstünlüğünü ispat etmek için Kapitalizm’e balıklama dalmışlardı. 

Artık Risale-i Nur; üzerinde akademik çalışmalar yapılan, konferanslarla İslami felsefe gücünü kullanarak muhataplarını ikna eden kültür hazinesi bir eser durumuna gelmişti. Risale-i Nur’un felsefe dalında, büyük bir irtidât hareketi başlamıştı.

Bu hareket sonradan FETÖ ismini alacaktı. Bu felsefecilik muazzam Risale-i Nur hareketini demokratik, laik ve Kemalist rejimin bir payandası haline getirmişti. Ümmetin Risale-i Nur olan ihtiyat kuvveti büyük bir ekseriyetle Kemalist rejime meyletmişti. 

Risale-i Nur’un çıktığı 1926’larda memleket ve Müslümanlar maddeten harap olmuşlardı. Altmış sene sonrasında ise durum daha feci idi. Kemalizm, hedefindeki bütün taleplerini elde etmiş bir rehavet içerisinde idame-i hayat ederken ümmetin ihtiyat kuvveti ve kurtuluşun vazifeli erleri olan Risale-i Nur talebeleri Kemalizm’in payandası durumuna gelmişlerdi.

Bu kudsi yolun sahipleri olan İmam Ali (r.a), İmam Hasan (r.a), İmam Hüseyin (r.a), İmam Zeynel Abidin (r.a) Hz. Gavs-ı Âzâm (r.a), Hz. Bediüzzaman (r.a) ve Sultan Feyzi-i Kastamoni (r.a) büyük bir velayet gücüyle bir avuç insanı mücadele meydanına attılar.

Bunların adı “Aczmendi” idi. 

Fakirlerdi, kimsesizlerdi, zayıflardı ama gücü, kudreti nihayetsiz olan Allah’a dayanıyorlardı.  

Ümmete haykırdılar: “Meyus olma, senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlup olmaz muhteşem orduların var ki dünya toplansa karşısına çıkamaz. Kâinatı dağıtamayan onu dağıtamaz!”

Erkekleri sarıklı, şalvarlı, cübbeli, asalı idiler. Tıpkı Üstadları gibi. 

Hanımları çarşaflı, peçeli idiler. Tıpkı Hz. Aişe (r.anha) gibi. 

Kemalizm’in temel taşlarını söktüler. 

Kemalizm sarık yasak dedi; Aczmendi hayır deyip onu başına tâc etti. 

Kemalizm; örf âdet an’aneyi yıktı, Aczmendi onu ikame etti. 

Kemalizm Kur’an harfini imha etti, Aczmendi onu ihya etti. 

Kemalizm medrese ve dergâhları kapattı, Aczmendi onları açtı.

Aczmendi; mücadelesinin ufak bir kısmını sergiledi. 

İnşallah büyüğü geriden gelecek.

Risale-i Nur’un dünü, hakaik-i imaniyenin neşri ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak zamanı idi. 1986’da sona erdi. 1986’da Hulusi’nin diyarından Risale-i Nur’un sünuhat nev’inden bir inkişaf-ı fevkaladesi oldu. Başkasını muhal telakki eden bir zihniyet Türkiye’yi ve Süfyaniyet’i dibinden sallayan bu azim Risale-i Nur hareketini göremedi. Hala da görebilmiş değil.

O asil ecdadın torunları fötre, frenk gömleğine, pantolona ve cekete gayet güzel alıştı. SARIK gibi İslam’ın alameti olan bir mefhumu tutup ayağa kaldırma dertleri kalmadı. Ey vatan evlatları; yüz sene evvel dedelerinizin başında taşıdığı Hz. Peygamberin bayrağını da dert edinelim. Gelin İslam’ın bayrağı ve alameti olan sarığı da haça karşı tekrar yükseltelim.

Muhammed-i Arabi Peygamberlerin en güzeli; yani en güzellerinin en güzeli. Kâinatta her şey ona olan yakınlığı nispetinde güzel. Ona bakan gözler ona benzeyen yüzler güzel. Onu hatırlatan her şey güzel…Her insan hayatında en güzeli arar. Her şeyde ve her şekilde mutlak güzel, Allah Resulü’nün yaptığı tarz ve şekildir. Yoksa nefsimizin hoşuna giden levhiyyat değil.

Ey Nurcular! Tabaka-i avama Risale-i Nur’un hakikatlerini nasıl ulaştıracaksınız? Maksadınız Risale-i Nur’u anlamak mı yoksa kendi kabul ve anlayışınızı dikte ettirmek midir? Mühendislik hevesini bırakıp Kemalat erbabını tanımaya çalışın. Hazer edin! Zira onların aleyhinde bulunmak istifadenizin kesilmesine sebeptir.

Son 50-60 senedir, bir tarafta kendini Varis-i Nebi ve Velayet-i Kübra ashabı yerine koyan 10-15 milyon insan var fakat diğer tarafta Süfyaniyet rejimi hâlâ ayakta ve fesadına berdevam! Herhalde tarihte veraset-i nübüvvet ve velayet-i kübra manalarını bu derece su-i istimal ve ayak dibi eden “İstanbul tarzı Nurculuk”tan başka bir anlayış ve hareket olmamıştır!

Adetullahın alem-i insaniyette tezahür eden kanunlarından biri olan bu hükmün bir şubesi de tarikatlardır. Yani tarikatlar, tarih içinde durduk yere zuhur etmiş müesseseler olmayıp belki o mübarek zatlar eliyle; fesadı izale edip milleti ıslah etmek için ortaya çıkan zaruri bir ihtiyaç ve netice olmuşlardır. Risale-i Nur hem akli hem kalbi mesail-i imaniyedir

Risale-i Nur, ne şarkın ulûmundan ne de garbın felsefesinden alınmış bir ilim olmayıp; nev-i şahsına münhasır bir ilimdir. Kur’an-ı Hakîm’den muktebes olup, âhirzaman hadisatı içerisinde ehl-i imânın küfürle mücadelesinde yegâne düsturlar mecmuasıdır. 

Risale-i Nur; ayetlerin bugüne kadar akıl erdirilemeyen sır olan manalarını anlatan bir eserdir. Yani hikmettir. Onun için metinde geçen ayetlerin ilmi manaları verilmemiştir Yani hikmete ilim karıştırılmamıştır. Çünkü karışsa karıştıracak bozacak.

Evet, tarihte emsali asla vuku bulmamış azîm ve acîb inkılâblar bu İslâm beldesini kasıp kavurdu. Meselâ bir harf inkılâbının emsalini tarihte görmek mümkün değildir. 

Meselâ kıyafet inkılâbının bir eşine tarihte rastlamak mümkün değildir. 

Allâmeler, müctehidler, âlimler bir sabah kalksınlar ki, ilim namına bildikleri her şey yasak olmuş, yeniden ABC öğrenmeye ve devletin emrinin dışında, hiçbir kimse hiçbir sûretle arzusuna göre giyinmemeye icbar edilmişler. 

İnsanları hayvan sürüleri haline getirmeyi hedef alan, emsali namesbuk bu dehşetli tahribatlara karşı, elbette tarihte emsali görülmeyen metodlarla mukabele edilmesi zarurîdir. Zira ceza cins-i ameldir. 

O halde gayet rahatlıkla diyebiliriz ki; Risale-i Nur okumamış bir kimse, ne kadar âlim bir zat da olsa, onun muhteviyatını malum olan ilimlerle bilmesi mümkün değildir. Zira Risale-i Nur hareketi ilim ve cihad sahasında yeni bir iştir. Emsali sebkat etmemiştir. 

Netice-i Kelam: Risale-i Nur hareketi, ilimde ve kıyamda Kur’an-ı Azimüşşan’ın, irtidad hareketlerine karşı çektiği bir elmas kılınçtır. Bu kılıncı tam ve kâmil mânâda kullanmak için usûl bilmek lazımdır.

Aczmendilerin ilk halkası maddeten çok zor şartlar altında hizmet yürüttükleri halde, Risale-i Nur’un istiğna ve ihlas kaidelerinin bir gereği olarak, etraf çevrelerinden yardım talep etmiyorlardı. 

Kimi inşaatlarda çalışarak, kimi esnaflık yaparak, kimi öğrencilik kredilerini kullanarak, kimi anne ve babasının cebine koyduğu ufak tefek harçlıklarla beldesindeki dergâhın kirasını, faturasını karşılıyor; kimi zaman zeytin ekmek, kimi zaman ekmeğin yanına katık dahi bulamıyorlardı. 

İlk Aczmendi Dergahı ve devamında teşekkül eden hizmet halkaları ve bu seyri içerisinde çekilen sıkıntılar, soruşturma ve tutuklamaların yanında Hizmet-i Kur’an’iyedeki istihdam cihetiyle şahit olunan bir kısım kutsi mazhariyetler

Aczmendi Nedir? Aczmendi’nin Menşei ve Zuhuru

Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, Mektubat adlı eserinde “Der tarik-i aczmendi lazım âmed çâr çiz fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz." diye dört hatveden ibaret bir tarikatten bahseder.

İlk Aczmendi Dergahı ve İlk Hizmet Halkalarının Teşekkülü

İlk Dergâh faaliyetinin 1989 yılında Elaziz’de faaliyete başlamasının ardından, 1996 yılına kadar geçen kısa süre zarfında Türkiye genelinde 30’dan ziyade Aczmendi Dergâhı açılmıştır.

Müslim Efendi’nin Etrafında Oluşan İlk Ders Halkası

1985’de Bursa’dayım, Risale-i Nur hizmetinde bulunuyorum. 1986’da Hacı Hulusi Efendi vefat edince, bulunduğum Risale-i Nur cemaati beni Risale-i Nur dershanesi açmam için Elaziz'e gönderdi.

Mevcut Risale-i Nur Anlayışımın Aczmendi’ye Tahvili

Hacı Efendi ile olan rabıtam Risale-i Nur ve hizmeti hesabına olduğu için, o ders mütalaa ve müzakerelerinde tamamen gördüm ki; Risale-i Nur camiasında Risale-i Nur’a ters, izah edilmeyen ve edilemeyen ve üzeri örtülen ne kadar mesele varsa hepsine merdane bir surette neşter atılıyordu.

İnsanlar Ne Maksatla Yaratılmışlarsa, Hayat Onları O Yöne Sevk Eder

Tanıştığımız ilk andan itibaren, kendimi hep bu camianin bir ferdi olarak hissettim. Söylenenleri ve şahısları kabul noktasında bir zorluk çekmedim. Bundan sonraki hayatımın tüm seyri, hadiseler karşında rüzgârın Aczmendi’yi sürüklediği yönde, adeta bir saman çöpü gibi akıp gitti…

Aczmendi’nin İlk Yıllarına Ait Bir Ders Müzakeresi

Veraset-i Nübüvvet sırrını Hazret-i Üstad’dan devr alan Kamil (r.a) aralarında bir nefes miktarı boşluk dahi olmadan başımızda ve aramızdadır. Eğer bir an, alemden sırr-ı kayyumiyet zail olsa alem derhal helake uğrar. İşte cilve-i kayyumiyet o canlar canındadır.

Sıkça Sorulan Sorular

Risale-i Nur Nedir?

Risale-i Nur eserleri ve hareketi, Hz.Mehdi (r.a) ve mehdiyet hareketinin programı olarak, takribi 200 senelik bir zaman diliminde icra ve tatbik edilecek, hem bir mücadele, mücahede ve ihya plan ve stratejisi hem de başta talebeleri olarak kendisine muhatap olanların eğitim programıdır.

Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakîm’in ve Resul-i Ekrem’in (a.s.m), ayet ve hadisler ile, bu ahirzaman ümmetine, dinlerini yaşarken; gayr-ı müslim ve münafıklar ile mücadele ederken, hangi esaslara riayet etmeleri, hangi stratejiyi takip etmeleri gerektiğine dair verilmiş olan emirlerin derlenip toplanmış ve tiryak olarak takdim edilmiş bir reçetesidir.

Risale-i Nur Tarikat mıdır?

« Ehl-i sülûk, tarîk-i hafâda (gizli olarak zikir yapılan tarikat) letâif-i aşere (kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa) üzerine, tarîk-i cehride (açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat) nüfus-u seb’a (nefis terbiyesindeki yedi kademe) üzerine sülûk etmişlerdir. Bu fakir, âciz ise dört hatveden ibâret, hem kısa, hem sehl bir tarîki, Kur’ân’ın feyzinden istifade etmiştir » [Mesnevi-i Nuriye Onuncu Risale]

Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerinin yukarıda geçen ifadeleri ile 1921-1922 senelerinde telif ettiği Mesnevi-i Nuriye eserinde, ilk defa yeni bir tarik kurduğunu ve talebelerinin de ehl-i süluk olduğunu beyan etmişti. Hz.Üstad’ımız, yine aynı tarihlerde telif ettiği Lemeat eserindeki “Kur’an kendi kendini himaye edip hakimiyetini idame eder” serlevhalı kısımdaki esaslar ile, Kur’an’ın etrafındaki surların kırılması ile kendisine tevdi edilen vazifenin gereği olarak o hakimiyeti idame ederken takip edeceği esasları aşikar bir surette beyan etmiştir.

Yukarıda bahsinde bulunduğumuz, miladi 1955 veya 1956’da Lemeat’taki bu derse ilave edilen haşiye şöyle idi: « 35 sene evvel (1921) yazılan bu makam, bu sene yazılmış tarzını gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir.»

Bu haşiye ile birlikte, 1950’li senelerde yazılan ve Emirdağ Lahikaları’nda geçen «…Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp “tarikat zamanı değil, bid’alar mâni oluyor” dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi.» ifadelerini beraber düşünecek olursak, Lemeat’ta verilen dersin hangi tarihlerde ön plana çıkacağını gösterir ki, Hz.Üstad’ımızın erkan olarak tavsif ettiği zevat-ı kiram, alâ-tâkatil’l-imkan bu esaslar üzerine hareket etmişlerdir.

 

Konu ile alakalı Müslim Gündüz efendinin bir haber programında verdiği cevap için tıklayınız.

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top