Mevcut Risale-i Nur Anlayışımın Aczmendi'ye Tahvili
(Abdulalim Osmanoğlu)
1983 senesi Eylül ayında, o yaz mahalle camiinde tanıştığımız Ruhi isimli bir arkadaş vesilesi ile Risale-i Nur ve dershane-i nuriyeler ile tanıştım. Rabbim o kardeşimize din, dünya ve ahiretinde afiyet ihsan eylesin. Akabinde 1989’un Nisan-Mayıs aylarına kadar Nur medreselerinde kaldım.
Aczmendi ve Hacı Müslim Efendi ile tanışma safahatı şu şekilde cereyan etti;
Evvela şunu söyleyeyim: Şimdi “Aczmendi” olarak isimlendirilen hareketin, hizmet ve tarikatın ilk senelerinde böyle bir isimlendirme yoktu. Bizler sadece Risale-i Nur’un ne dediğini anlayıp tatbik etmek derdiyle hareket ediyorduk. Ayrıca Risale-i Nur ve talebeliği varken başka bir isme gerekte yoktu!
Fakat anlayış ve hareket tarzımız ile alakalı gelen suallere cevap verirken, ister istemez “Der tarîk-ı Aczmendî…” ibarelerini ziyade zikrettiğimizden, bir nevi kendiliğinden ortaya çıkan bir isim oldu. Ve tam da muvafık düştü. Çünkü Dördüncü Mektup’ta geçen bu ifadelerde de göründüğü üzere, Hz. Üstad (ra) kurduğu tarikatı “Aczmendî” olarak tesmiye etmiş ve Sikee-i Tasdik-i Gaybî’deki başka bir mektubunda da Risale-i Nur isminin, ikinci ve üçüncü hizmet devrelerinde kullanılmasının münasip düşmediğini söylemiştir. Zira ikinci ve üçüncü hizmet devreleri İslam, siyaset ve saltanatının ta kendisi olup, Mehdiyyet hareketinin “iman hizmeti” devresinden sonra gelen hayat ve şeriat devreleridir.
«O gelecek zatın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur… Onun için, Nurlar’a o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki ‘müceddiddir, onun pişdarıdır’ denilebilir.»
Halbuki bütün nur camiası bilir ki, o gelecek zatın programını da Üstadımız bizzat Risale-i Nurlarda yazmış ve Risale-i Nur “Şeriatın icra ve tatbiki” ile “İttihad-ı İslam” devrelerini de doğrudan hedefine almıştır. Bu nokta-i nazardan, “Eğer başka bir nur-u Kur’an zuhur etmez ise, Risale-i Nur’un bir inkişaf-ı fevkaladesi olan Aczmendilik, bundan sonraki hizmet devrelerinde Risale-i Nur’un kullanacağı isim olacaktır” diyebiliriz. İşin bu ciheti geniş izahat ve delillendirme icap ettiğinden, işaret nevindeki bu izahla iktifa edip Hacı Efendi ile nasıl tanıştığımız hususuna dönmek istiyorum.
1987 senesinde, muhtemelen Ağustos veya Eylül ayında hizmet için Van’a doğru yola çıkmıştık. Bursa’dan Van’a kadar yol üstündeki her bir vilayette hem kardeşleri ziyaret ediyor hem de istirahat ediyorduk.
Elaziz de yol güzergahımızdaki vilayetlerdendi, oraya da uğradık. Kubbeli Camii civarındaki Elaziz dershanesinde, nurculuğumuzun bidayetinden beri birbirimizi yakından tanıdığımız Ubeydullah Zeki ağabeyim vazifeli idi. Vakit ikindiye yaklaşınca ve ikindi vakitlerinde başka bir yerde ders yaptıklarını söyleyip gelmek ister misin diye sordu. Ben de “Olur, zaten ders ve hizmet için yola çıktık, nerede olduğu ne fark eder?” deyip beraberce derse gittik.
Ders için gittiğimiz yer, bir fırının üst katı olan Hacı Müslim Efendi’nin evi idi. Hacı efendi ile ilk karşılaşmamız bu surette oldu.
Dersin tafsilatı hatırımda değil. Fakat iki hissimi hatırlıyorum ki biri bir kapı araladı girdim ve hala oradan çıkabilmiş değilim; diğeri ise fazla sürmedi bir müddet sonra geçti.
Dersin mevzuu, Sünnet-i Seniyye ve meratipleriydi. Hacı Efendi “Sünnet-i Seniyyenin yedi meratibi var.” deyince benim dikkatimi çekti. Bu Nur camiasında kolay bulunabilecek bir malumat değildi çünkü. “Nedir o yedi mertebe?” diye sual edince izahına başladı. Fakat hem izahlar bana büyük keyif veriyordu, (ki aynı keyfi “Ene Risalesi”ni ilk okuduğum zaman da almıştım) hem de yapılan izahlar Mektubat-ı Rabbani’den olduğu için de kızıyordum. Zira bizler “Risale-i Nur’un haricinde kitap okumamak” üzere yetiştirilmiştik.
Neyse ki bu hissiyatım fazla sürmedi. Fakat dersine mülaki olduğum andaki o ilk hissiyatım el’an devam ediyor. Otuz dört yıl önce girdiğim o hissiyattan ve kapıdan çıkıp ikinci bir derse henüz geçemedim. O ilk dersin üzerimde bıraktığı tesir olmasa, işin doğrusu benim için Aczmendi’nin cazip olacak hiçbir tarafı yoktu. Zira o günler itibariyle içinde bulunduğum Risale-i Nur hizmetinde etkili ve yetkili bir vaziyetim olduğu gibi hizmet etme imkanı bakımından da bulunduğum cemaatin imkanları çok daha genişti.
Velhasıl ahvalim, yaşantım, yetişme-yetiştirilme tarzım ve hususan Nurculuğum itibarıyla beni Aczmendi anlayışından uzak tutacak birçok sebep vardı. Hatta bütün suallerime cevap alıp teslim-i silah edinceye kadar yüzlerce sual sorduğumu hatırlıyorum. Sual ve cevaplarla geçen bu süreç iki senemi aldı.
O dönemde Hacı Efendi ile olan rabıtam Risale-i Nur ve hizmeti hesabına olduğu için, o ders mütalaa ve müzakerelerinde tamamen gördüm ki; Risale-i Nur camiasında Risale-i Nur’a ters, izah edilmeyen ve edilemeyen ve üzeri örtülen ne kadar mesele varsa hepsine merdane bir surette neşter atılıyordu.
O gün için verilen reçeteleri Nurcu nefsim hazmetmekte zorlansa da tespit edilen hastalık ve yaralarda tam isabet olduğu kesindi. Evet ne gariptir ki, her daim aleyhimde çalışan nefsim Aczmendilik anlayışı ile muhatap olduğum zaman dershane-i nuriyelerde tatbik edilen Nurculuk hizmet ve anlayışının avukatlığına soyunmuştu; sürekli sualler ve itirazlar ile beni sıkıştırıyor ve zorluyordu.
Hakikaten hayret verici bir durumdu. Fakat ne çare ki, ilmin itiraz edebileceği hiçbir açık ve gedik yoktu. Her cevap Risale-i Nur’dan müdellel idi; hazmetmesi zor olsa da bil mecburiye nefsim de hakikati teslim etmek zorunda kaldı.
Mücadelem çetin geçti. Fakat lillahilhamd kanaatimce çok semeredar oldu. Sonrasında ise o iz’an ve tasdik temeli üzerine öyle manalar açıldı ki, şu anda Aczmendi’lik olarak tesmiye ettiğimiz Risale-i Nur anlayışımız, o zamanki zan ve tahminimizden kıyas kabul etmeyecek kadar daha kavi ve aksi muhal derecesinde, kök ve temelleri ta Efendimiz’e (asm) kadar uzanan bir hakikat olduğu anlaşıldı.
Meğer o zamanlar anladıklarımız, şu anda bir şecere-i tuba hükmünde olan Aczmendiliğin bir ucu ve tohumundan ibaretmiş. Hatta şu anda inkişaf eden manalar da muhtemelen yirmi sene sonra inkişaf edecek hakikatlere nispeten aynı durumda olacak Allahu a’lem.
Bu yüzlerce sual ve cevapların neticesinde aşikar bir surette gördüm ki: Dershane-i Nuriyelerde bize, cemaat içindeki ağabeylerin anlayış ve tatbikatı olan Risale-i Nur gösterildi. Hacı Müslim Efendi ise, Hz. Üstad’ın ve erkan talebelerin tatbik ettiği Risale-i Nur’u gösterdi ve Risale-i Nur talebesi olmaya bizi davet etti.
Lillahilhamd biz de kabul ve tasdik ettik. Rabbim hakkı hak olarak görüp ittiba etmeyi; batılı batıl görüp içtinab etmeyi cümlemize lütfuyla nasip ve müyesser eylesin, Amin…
Abdulalim Osmanoğlu