Nefs-i Emmâreme Bir Sille-i Tedip (Edeplendirme Tokadı)

Bu yazı, Müslim Gündüz efendinin 18.02.2025 tarihli Risale-i Nur sohbetinden editörümüzün anladıklarının özet olarak yazıya aktarılmış halidir.

“Ey fahre (övünme, iftihar) meftun (hayran, aşık), şöhrete mübtelâ, methe düşkün, hodbînlikte (bencillik) bîhemtâ (eşi bulunmaz) sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu; ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih  ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen ni’metler için fahre, gurura, belki bir hakkın var.”

[18. Söz’ün Başı]

Şimdi (Üstad) 6.000 sayfa eser yazmış. Öyle bir eser ki her bir satırında bir sayfa kadar ehemmiyet var. Tamamı hikmet ve benzerini başka birinin yazması mümkün değil. Ancak Allah birine yazdırırsa başka. Böyle bir eserin müellifi, 90 cilt kitabı hıfzında muhafaza eden 3 ayda bir bunları (ezbere okuyarak) devreden yani her gün bir cildi devrederek 90 günde İslam’ın bütün temel kitaplarını tekrar eden böyle bir harika-i fıtratın nefsine söylediği sözlerdir bunlar.

Nefs-i Emmareme Bir Sille-i Tedip

Sen kuru uzun bir çubuk gibisin, yüz salkım sana takılmış. O kuru çubuk diyebilir mi ki ben bunları yaptım? Diyemez. O halde sen de bu eserleri ben yaptım diyemezsin. Biz bu eserleri ancak anlayabildiğimiz kadar anlamaya çalışıyoruz. Ama havamızdan geçilmiyor.

Bunları biz anlayabildiğimiz kadar itibar görüyoruz: şaşaa, makam ve mertebe. Filanca ağabey, mağabey ne yapıyor, bunu biraz anlamaya çalışıyor. Yani üstadın yazdığından anlayabildiği kadarıyla bir şeyler anlıyor ama onu öyle bir değerlendiriyor ki on tane Üstad kadar kıymet kazanıyor. Üstad kendisine böyle diyor, onun yazdığı eseri azıcık biraz anlamaya çalışanlar ise?!!!

Mustafa sungur ağabey

Sungur Efendi anlatmıştı (Allah ona rahmet etsin) Emirdağ’ında çamlıkların arasında ders yaparken bir gün bize dedi ki: “Bu derslerin meyvelerini ben yiyorum ama siz bunun kokusunu dahi alamıyorsunuz” Birinci saf talebelere söylediği söz bu. “Siz bu meyvelerin kokusunu dahi alamıyorsunuz.”

Şimdi Sungur efendi gibi hayatını ve her şeyini bu davaya vermiş, ömrünü bu işe vermiş kişi (Risale-i Nur’da anlatılanların) bizzat kokusunu alamıyorsa bize ne kadarı düşüyor acaba? Demek hizaya gelmek lazım geliyor. Edepli olmak, en azından edepli olmak lazım geliyor. Edepli ve terbiyeli olmak lazım.

Biz başı boş değiliz yani. Biz böyle ipi boynuna sarılmış hadi git deyip koy verilmiş mahluklar değiliz. Biz nereye gidersek gidelim şu yeryüzü küçücük bir yerdir. Küçücük bir yer yani. Bir cami düşün ki minberi Medine-i Münevvere mihrabı Mekke-i Mükerreme. Bir cami düşün ki minberi ile mihrabı arasında 500 km var. Risale-i Nur öyle diyor. Minber Medine-i Münevvere, mihrap Mekke-i Mükerreme. Nasıl bir cami olur? Buraların hepsini içine alır. Alem-i İslam’ı hep içine alır. Demek ki biz bu caminin neresinde olursak olalım edep tavrını kaybetmemek lazım geliyor. Kendini bir havalara sokup ben abiyim, ben şu aslanım, ben şu kaplanım havalarına; şöyle hizmet ettik böyle yaptık şöyle ettik… Çok ayıp oluyor… Yani çok ayıp oluyor…

(Bu durum şuna benziyor) Hapishanelerde bir usul vardır, bilirsiniz. Hapishanelerde idamlık adamlar vardır gününü bekliyor. 30 kez idam almış. Yani her birinden 10 defa asılacak cinsten adamlar. O cins mahkumların oturup muhabbet ettiği bir yere 3 sene hapis almış biri gittiği zaman onu konuşturmazlar orada. O konuşamaz da zaten. O ancak çay kahve getirir onlara. 30 sene gün giymiş idam onu bekliyor. Ağır mahkum. (Allah kimsenin başına vermeye, Allah kimseyi orada bırakmaya hepsini kurtara.) Şimdi onların yanında 3 sene gün almış 4 sene gün almış 5 sene gün almış (kişiler). Yani bunlar gidip de orada kelam edemezler. Kovarlar zaten onu konuşturmazlar.

Edebe aykırı hareket etmemek lazım yani. Köyde Üstad faytonla geçerken biri Üstadım Selamün aleyküm demiş. O da el etmiş. Oho filanca ağabey böyle etti. Ne etmiş? Selamün aleyküm Üstadım demiş? O da el etmiş. Bu küçük bir şey değil ama edep var, yani edep var. Şunu yazanın (Risale-i Nur Müellefi Üstad) yanında böyle şeylerden bahsetmek?!!

Bir gün Hulusi bey’e (Allah rahmet etsin Amin) birisi kendinden (Hulusi bey’den) sudur eden bir kerametini anlatmak istedi. Hulusi beyin olduğu derste, Efendim sizde böyle bir şey (keramet) – ki onun gibi yüzlercesi vardı kendisinde de- o kişi onlardan birini anlatacaktı ki Hulusi efendi aynen şöyle yaptı “Sus, Sus, Sus. Ayıptır. Ayıptır Ayıptır.” bu tabiri kullanıyor: “Ayıptır.” Yani evvela Hulusi bey’e böyle bir şeyi izafe etmek ayıptır, yani onun için (Hulusi bey için) sen böyle keramet gösteriyorsun demek; ki böyle şeyler küçük işlerdir. Ayrıca da Hulusi bey’in bulunduğu huzurda ayıptır. Üstad (Hulusi bey için) ben senin dersinde bulunacağım demiş. Üstadın seyrettiği dinlediği derste Hulusi bey’in kerametinden bahsetmek ters düşer. Gavs-ı Geylani’nin olduğu, ki o mübarek zat (Hulusi Bey) Gavs-ı Geylani’yi Kurşunlu camisinde gözüyle bizzat gözüyle de görmüştür.

Hülasa bu 18. sözün baş tarafını diyorum ki; oku oku oku, bitti mi bir daha baştan, bir daha baştan ve bir daha baştan oku. Acaba biz ne zaman adam oluruz nasıl adam oluruz yani nasıl adam oluruz diye oku. Efendim Üstad tevazu göstermiş. İşte tevazu göstermeye hakkı yok. İslam dininin yayılmasında Hazret-i Peygamberin ne tekebbür ne de tevazu göstermeye hak ve salahiyeti yoktur. Allah’ın elçisidir. Allah ne verdi onu söylüyor. Neyi men etti onu yasak ediyor. Ne ilave edebilir ne çıkarabilir. Onu aynen bunun gibi her asırda gelen onun naipleri ve onun vekilleri de o asra mahsus eserlerini koyarken aynı özelliğe sahiptirler. Üstad bu eserlerde ne tevazu gösterebilir ne de tekebbür edebilir. Emredileni yazıyor o kadar. Ümmet-i Muhammed’in malıdır. Ne eksik yapabilir ne de fazla yapabilir. Tevazu falan gösteremez Üstad Risale-i Nurda. Hak ve salahiyeti yoktur. Allah’ın kelamını tebliğde, yazmada ve yazdırmada Allah resulünün hak ve salahiyeti var mıdır? Yoktur. Değiştirmeye de yoktur. Onun naipleri de o kandilden kendilerine gelen ve o asrın ihtiyacı olarak gelen ilimde tenkis etmeye, tadil etmeye ve artırmaya hak ve salahiyetleri yoktur.

“Nefs-i Emmâreme Bir Sille-i Tedip” Nedir sille-i tedip? Edeplendirme tokatı. Tokat başka, edeplendirme tokatı başka. Edep, edep, edep. Kim ne kazandıysa edeple kazandı. Kim ne kaybettiyse edepsizliği ile kaybetti. İşin başı edep. “Tûbâ limen arefe haddehu ve lem yetecâvez tavrahû” (Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.) Edep, edep, edep. Tavır, hareket, edep.

“Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, methe düşkün, hodbînlikte bîhemtâ sersem nefsim!” Hodbinlikte bihemta yani hiç eşi benzeri yok. Hodbinlik nedir? Kendini düşünme. Kendi menfaatini düşünme. Kendisinden başka alemde yer yok ya da kimse yok. Merkez kendisi ve dünya hep onun etrafında dolaşıyor. Hodbinlikte bihemta. Hiç eşi benzeri yok. Kendi kendini beğenmekte, kendi kendini takdir etmekte, kendi kendini meth etmekte onun üzerine yok. Nefsini düşünür başka bir şey düşünmez. Eğer kendisini alakadar eden bir şey varsa, bir tırnağının yanmasına dünyayı feda eder. Kendisiyle alakadar değilse dünya yansa hiç dönüp bakmaz. Hodbin kendini düşünen, nefsini düşünen.

Bediüzzaman 6000 sayfa kitap yazmış ve kitabında 30.000 çeşit kelime kullanmış. Emsalsiz bir eser. 100 senedir meydanda. Ne dostu ne de düşmanı benzerini yazamıyor. Şimdi böyle bir zat “Sen fahrınla tenkis ediyorsun diyor.” Yani Üstadın bu sözü demeye hakkı var. “Sen fahr etmeye hakkın var iken bunu yaptığın zaman tenkis ediyorsun (eksiltiyorsun)” diyor. İnsanın fahre hakkı yok mudur? Ya ben bunu yazdım demeye hakkı yok mudur? Ama bunu dediğin zaman tenkis ediyorsun, kıymetini düşürüyorsun, yazık ediyorsun.

Bizim “Teyp Tahir” vardı, Allah rahmet etsin vefat etti. Risale-i Nur’u ezberlemişti. El Aziz’den arabaya binip besmele çekiyor, Ankara’ya kadar 12-15 saat Risale-i Nur okuyor. Şimdi bunu yazan fahr etmiyor da okuyan ezberleyen fahr ediyor. (Ezberlemek) Elbette bir meziyettir. Ama yazanın fahr etmediği, yazanın gururlanmadığı bir mecliste onun ezberleyenin gururlanmaya hakkı var mıdır? Ne kadar ayıp düşüyor değil mi? Ne kadar acayip düşüyor? Demek ki biz bir şeyler anlıyorsak bununla gururlanmak değil utanmak lazım geliyor. Daha iyisini niye yapamadım, daha hoşunu niye yapamadım, şunu ezberledim ama bunu neden ezberleyemedim, bu aklımda ama şu niye aklımda değil diye tevazu göstermesi, hacalet (utanç) göstermesi ve utanması lazım gelirken o ezberlediklerini habire satmaya çalışıyor.

Sultan Mehmed Feyzi Efendi Hazretleri

E şimdi işte yolda giderken Üstada bir selam vermiş. Bu az bir şey değil evvela bunu tespit ediyorum. Yalnız ömür boyu bunu söyleyip de bunula fahr etmenin de bir alemi yok yani. Ha filanca abi böyle dedi. Ne dedi? Selam vermiş. Sultan (Mehmed Feyzi) Hazretleri 6 sene 24 saat hesabıyla gece gündüz daimi Üstadın hizmetindeydi. Kendi ifadesi ve kendi emirleri: “Ben Üstat hazretleri yanında hiç uyumadım. Rahleye başımı kordum bir hizmet lazım geldiği zaman gecikmeyeyim diye.” (Mehmed Feyzi efendi) 6 sene rahleye başını koymuş diz üstte oturuyor, Üstada dikkat ediyor. 

(Mehmed Feyzi efendiden) kaç tane hatıra dinlediniz? Bütün Türkiye’ye soruyorum. (Sultan Mehmed Feyzi hazretlerine) en çok gidip gelenlerden biri de benim. Elbette benden çok fazlası (gidip gelen) var da ben hiç hatıra duymadım Sultan hazretlerinden. İki üç tane hatırası vardır naklettiği. Onlardan biri de mesela dediler ki (ona sordular ki): “Üstatla beraber bulunmanızdan en çok zevk aldığınız ne vardı? En çok hangi halden zevk aldınız” suali. Ne dedi biliyor musunuz: “Üstad Hazretleri atın üzerindeydi. Karadağ (Kastamonu) ormanlarına gidiyorduk (her gün gidiyorlar yazın) Yolda Üstad kendisine ne anlatıyorsa ilim yapıyorlar. Yani Üstad anlatıyor o yazıyor.” Öyle arkada yayan. Diyordu ki; “O (Sultan hazretleri) yazmayla meşgul olurken yerdeki taşa toprağa fark etmiyordum ayağım taşa takılıyordu, düşüyordum, kalkıyordum üstümü silkelemeden koşuyordum ki Üstadın söylediği sözü kaçırmayayım yazayım.” En çok zevk aldığım buydu diyor. Böyle birkaç tane hatırasını anlatır başka yok.

Ebu Bekir-i Sıddık Efendimizden kaç hadisi rivayeti okuyorsunuz ? Hiç yoktur. Bir veya iki üç tanedir. Ama Allah bin bereket versin ya Ebu Hureyre (r.anh)? Ama bütün ümmetin hasenatı Ebu-Bekir’in hasenatından azdır diyorlar.

Bu mecliste edep çok mühim. Edep çok mühim. Biz bu noktada kayıyoruz yani. İşte ezberimiz (Risale-i Nur) var. Hemen hepsini ezberlemiş. Çok ayıp. Bu büyük mecliste çok ayıp. Bu büyük camide. Şimdi düşünün Sultan Ahmet camiini. Minberi ile Mihrap arasında 500 km. O nispette o camiyi büyüt bakayım bütün Asya’yı içine alır. Bütün Asya’yı ve İslam aleminin hepsini içine alır. Ya Üstad demiyor mu Medine minber Mekke mihrap ve aleyhisselatu vesselam Efendimiz orada hitap ediyor. Demek ki bu camide edep lazım. 

Bu eseri yazan kendisini nasıl görüyor, bu eseri okumaya anlamaya çalışan kendisini nasıl görüyor? Yazan böyle görüyor okuyanın havasından geçilmiyor. Allah bize edep nasip etsin. Sille-i tedip diyoruz edeplendirme sillesi. Allah bize nasıl uygun bir hal var ise o hali verip edeplendirsin. Bizi edepsizlikten kurtarsın Amin.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top