İnsan Bu Dünyaya Rahatla ve Safâ İçinde Yaşamak İçin Gelmemiştir
Bu yazı, Müslim Gündüz efendinin 26.04.2023 tarihli Risale-i Nur sohbetinden editörümüzün anladıklarının özet olarak yazıya aktarılmış halidir.
« Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. »
[Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, 3. Deva]
Sual: Efendim safâ ile ömür geçirmek demek helal dairesinden hariç demek değil mi? Yoksa helal dairesi de dahil mi?
El-Cevap: Burada Üstad Helal dairesinden bahsediyor. Haram zaten yasak. Helalde de durum böyledir. İnsan helal dairesi dahi olsa hayatını safâ ve gafletle geçirmek için dünya’ya gelmemiştir. İnsan Şükür için, İbadet için ve Hizmet için gelmiştir.
Sual: Efendim İstanbul’da öyle binalar yapıldı ki; bunların hepsi kalıcı, lüks ve çok büyük daireler ve binalar. Yani bu toprakların ve bu İslam beldelerinin üzerinde bir Hilafet devleti dahi kurulsa o binaların içerisinde insanlar İslam’ı nasıl yaşayacak?
El-Cevap: Kim gelirse gelsin binanın içine müdahale imkanı yoktur. Halife de gelse, İsa aleyhisselam da gelse ancak caddelere karışabilir, yollara karışabilir ama evin içine hiç kimse karışamaz. Öyle değil mi? Birincisi bu. İkincisi herhalde iyiye gitmiyor işler. İyiye gitse Kıyamet kopmaz.

Baş döndürücü bir şeydir; şurada hemen gözünüzün önünde ve önünden her gün gidip geldiğimiz herhalde 100 katlı binalar var. Dikkat et dediğin gibi onların içinin konforu da onlara göredir. Bu binaların hepsi akıllı mutfaklar gibi akıllı detaylarla inşa edilmiş. Hakikaten günümüz dünyasında sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi bir rahatlık var ve bu rahatın dozu kaçmış durumda. Rahatın dozunu kaçıran şeyler var. Normal hayatta yani evde, gitmede ve gelmede bile rahatlık fazla iyi değilken, bu tarz evlerde küllühüm tüm unsurlarında rahatlık düşünülmüş. Ama ne yapılabilir? Zaman ve şartlar şimdi çok şeyi değiştiriyor.
Eğer duyduğumuz yanlış değilse dergahımızın yakınında olan Finans merkezinde 50.000 kişi çalışacakmış. Bu yerleşimi yukarı doğru çıkarmayıp yere paralel şekilde evler ve binalar yapsan, İstanbul gibi bir alanı işgal edersin ama gökyüzü boş çık çıkabildiğin kadar. Şu Finans binalarının işgal ettiği dönüme Anadolu’daki gibi evler yapsan ancak 3000-5000 insan sığar. Ama alan yok ve 20 misli kişi için istihdam gerekiyor.
Şartlar çok şeyleri değiştiriyor ve itiraz imkanı da olmuyor. Nasıl edeceksin? Diyelim ki; İslam hakimdi ve böyle bir Finans Merkezi kurmak istendi. Nasıl yapılacak? Yine böyle yapılacak başka nasıl yapılır? Böyle bir istihdamı başka türlü ve o kadar dar bir yerde yapma imkanın yoktur. Göğe doğru çıkacaksın. Yukarı.
Baş döndürücü bir şeydir; şurada hemen gözünüzün önünde ve önünden her gün gidip geldiğimiz herhalde 100 katlı binalar var. Dikkat et dediğin gibi onların içinin konforu da onlara göredir. Bu binaların hepsi akıllı mutfaklar gibi akıllı detaylarla inşa edilmiş. Hakikaten günümüz dünyasında ölmeyecek gibi bir rahatlık var ve bu rahatın dozu kaçmış durumda. Rahatın dozunu kaçıran şeyler var. Normal hayatta yani evde, gitmede ve gelmede onda bile rahatlık fazla iyi değilken, bu tarz evlerde küllühüm tüm unsurlarda rahatlık düşünülmüş. Ama ne yapılabilir? Zaman ve şartlar şimdi çok şeyi değiştiriyor.
Eğer duyduğumuz yanlış değilse dergahımızın yakınında olan Finans merkezinde 50.000 kişi çalışacakmış. Bu yerleşimi yukarı doğru çıkarmayıp yere paralel şekilde evler ve binalar yapsan, İstanbul gibi bir alanı işgal edersin ama gökyüzü boş çık çıkabildiğin kadar. Şu Finans binalarının işgal ettiği dönüme Anadolu’daki gibi evler yapsan ancak 3000-5000 insan sığar. Ama alan yok ve 20 misli kişi için istihdam gerekiyor. Şartlar çok şeyleri değiştiriyor ve itiraz imkanı da olmuyor. Nasıl edeceksin? Diyelim ki; İslam hakimdi ve böyle bir Finans Merkezi kurmak istendi. Nasıl yapılacak? Yine böyle yapılacak başka nasıl yapılır? Böyle bir istihdamı başka türlü ve o kadar dar bir yerde yapma imkanın yoktur. Göğe doğru çıkacaksın. Yukarı.
Her Şeyi Tamamen Islah Etmek İmkansızdır.
Risale-i Nur’da daima calib-i dikkat ifadeler kullanılmıştır. Geçmiş sağ taraf gelecek de sol taraf olarak bahsedilir. Dikkat edin, geçmişten ve gelecekten bahsettiği yerlerde hep geçmişi sağ geleceği de sol diye söyler. Bazı şeyler var ki; onları ancak sınırda tutmaya çalışıyorsun. Bu şeyleri tamamen ıslah etmek imkanı yok. Bunları ancak durdurmaya ve zararsız hale getirmeye çalışırsınız.
Günümüzde kim gelirse gelsin bilgisayarı, televizyonu ya da cep telefonunu kaldırabilir mi? Cep telefonu daha da inkişaf ediyor. Geçen gün bir yazı okudum; büyük toplantıların birinde cep telefonunu icat eden adam bundan sonra cep telefonları öyle elde taşınmayacak onu insan kulağına bir çip olarak yerleştireceğiz demiş. Bu nasıl olacak bilmiyorum. O zaman beyin kumandası bahse konu oluyor. Cep telefonunu ilk yapan adamın konuşması bu. Yani durum iyiye gitmiyor Tabii hayat kıyamete doğru gittiği için kim gelirse gelsin ancak bir noktaya kadar her şeyi muhafaza edebilirsin.
« Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. »
[Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, 3. Deva]
Burada bahsedilen hayatta yapılan meşru şeylerdir. Gayrimeşru şeyler zaten mevzu bahis olamaz.
« Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. »
[Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, 3. Deva]
Sual: “Efendim kıyaslama neye göre olmalı? Bu zamanda en basit ve en gariban bir fakir bile firavunun saltanatından daha büyük saltanata sahip..
Evet firavun demeyin de padişahtır diyelim. Gidin Ama Topkapı Sarayına orada Fatih Sultan Mehmet’in ayakkabılarına bakın. Topkapı Sarayı bugünün imkanları ile tefriş edildiği halde bile; işte ısınmak için soba yakacak veya yıkanmak için ibrikte su ısıtıp leğende yıkanacak veya taşın üzerinde yaşayacak, kısaca eski zamanların en antika ve yüksek hayatı bile bizim en fakirimizin yaşadığı hayatın çok gerisindedir.
Bugünün teknolojisinin getirdiği imkanlar çok fazla ve çok rahatız. Allah rahmet eylesin Hulusi bey subay olduğu için Sarıkamış’a giderken kendisine kağnı arabası tahsis etmişler. Kağnı arabası makam arabası. Kendisi o zamanlar orduda herhalde ya Albay ya da başka bir rütbede idi. O günün subayının imkanlarını şimdiki zamanın askeri ile kıyas edebilir misin? Şimdiki zamanın eri saltanat yaşıyor. Müthiş fark var. Mesela kaç imparatorluk ortadan kaldırmış ve kaç devleti tersine çevirmiş Fatih’in ayakkabılarına ve elbiselerine bak, bir de yaşadığı yere bak. Bugünün en fakirinden daha geridir.
Efendimiz, Sultanımız İmam-ı Rabbani hazretleri (r.a) “ Azgınlık olmazsa adamı nasıl tanıyacaksın? ” diyor. Evet azgınlık olmazsa insanı nasıl tanıyacaksın?
Elaziz’de olmuş bir hadiseyi anlattılar; adamın biri nizami şekilde arabasıyla yolunda giderken Alman plakalı başka bir araba gelip arkadan arabasına vuruyor ve arabasının tamponunu ve kaportasını içeriye göçürüyor. Nizami şekilde yolundan ve sağdan giden adam aracından iniyor ve kendisine sebepsiz yere arkadan çarpan adama niye böyle yaptın diye soruyor. Diğeri ise; “ Konuşma kardeşim konuşma, kaç lira diyorum masrafın kaç lira onu söyle” diye mukabelede bulunuyor. Azgınlık! Böyle Azgınlık olmasa o adamın çok zengin olduğunu nasıl anlayacaksın? Herkes normal yolunda gitse adamın cebindeki parayı nasıl anlayacaksın? Azgınlık yapacak ki; “adama bak ya, satın alacak seni” dedirtecek sana. Kısaca helal dairesinde azgınlık yapmamak lazım.
Başka bir yerde diyor; “ Herkesin aç olduğu bir zamanda refah ve ferah bir şekilde bol bol ve döke saça yemek olmaz. ” İdareli olmak lazım. Günümüz dünyasında artık gizlilik perdesi kalktı. Dünyanın adeta tabanını kaldırdılar. Herkes her yerde ne yapıyor, nasıl görünüyor biliyor.
Dünyada bir sürü aç, susuz ve perişanlık içinde yaşayan insanlar var. Afrika’da gidip su kuyusu açıyorlar. Allah razı olsun bazı iyi dernekler var ve oralarda kuyu açıyorlar. O su çıktığı zaman ki o insanların sevincini görüyor musun? Hiç gördün mü nasıl seviniyorlar? Debeleniyorlar suyun içerisinde. Onları görünce burada musluğu öyle har diye açamazsın.
Allah selamet versin bizi Mahmut Ağa adlı birine emanet ettiler Mekke-i Mükerreme’de. Onun evinde bir iki ay kalacaktık. Biz kendisini çok da iyi anlamıyoruz. Adam bizi evine götürürken Türkleri işaret ederek böyle yapmayın diyordu.
Bizler elimizi yıkamak için musluğu sonuna kadar açıyoruz. Su har diye şiddetle yarısı o yana yarısı bu yana akıyor ve ziyan oluyor. Bir de o Afrika’daki suya muhtaç olan ve su çıktığı zaman o insanların zevkini, neşesini ve sevincini görmek lazım. İşte o zaman insan fazla su harcayamaz.
Hulusi Bey’in abdest almasını hiç gördün mü diye sormuştum birisine. Gördüm dedi. Peki nasıldı? Ne bileyim musluktan su iplik gibi akıyordu var mı yok mu belli değil dedi. Onunla abdest alıyordu. Hulusi Bey bir acip insandı. O bizden biriydi. En mühim tarafı hiç fark etmiyordu bizden. Bizden biriydi. Ne istersen konuşuyordun ve muhabbet ediyordun onunla. Bizden farklı bir insan yoktu karşında. Seninle bir senin gibi.
Lazımdan Fazlasını Yemeyelim, Lazımdan Fazlasını Yapmayalım
Bu dünya böyle. Malın ne kadar olursa olsun öyle sere serpe kullanamazsın. Lazım olduğu kadar kullanacaksın. Biz ancak öyle yaparız. Lazımı da kısamayız. Müsaade etsinler de onu da yapalım yani. Biz lazımı da sonuna kadar yeriz de; hiç olmazsa lazımdan fazlasını da yapmayalım. Lazımdan fazlasını yapmayalım. Hiç olmazsa lazım olandan fazlasını yapmayalım.
« Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.
Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.»
[Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, 3. Deva]
Hulusi bey bazen daraldı mı derste “Hey, Can Canan’ın olsun da ne derlerse desinler, canan canan olsun da ne derlerse desinler” diye hoş bir nara atardı böyle. Çok ender ama yapıyordu bazen..