Kaybedecek Şeyi Kalmamış Bir Ümmet
Meşhur Cesur Yürek (Braveheart) filminde İskoçların milli kahramanı William Wallace uzun bacaklı namussuz İngiliz’e ne yaptı…? Namusuna uzanan eli kırmak için bir hamleye kalktı… Kalkış o kalkış… Kıyam o kıyam…
Tek kişiydi, gücüne bakmadı. Var olmanın şerefine en uygun davranışı sergilemek istedi… Kaybedecek neyi vardı ki?
Varlık ve makam sahibi vatandaşları (kaybedecek şeyleri olanlar) ona durmasını söylediler. Dinlemedi…Sonuçta, tek bir insan bir milletin özgürlük ateşini yaktı.
Müslim Gündüz Ümmet İçin Ne Yaptı?
Peki Müslim Gündüz ne yaptı?
Ümmetin kaybedecek neyi kalmıştı? Bir korku perdesine sığınmış, kartondan sahte bir aslanın gölgesinden korkan mazlum millete özgürlük ateşini yaksın diye bir meşale yaktı.
Kendi gibi olmanın gücüyle tanıştırdı.
Bunu nasıl yaptı?
O kartondan aslana asasını vurdu. Herkes korktu ki bu canavar bizi parçalar. Öyle olmadı… Tek atımlık barutu olan sistem, hepsini Aczmendiler’e kustu. Elbette aynı safta görünen bazı kişiler de zarar görmüş olabilir. Ama bir savaştan hiç yara almadan çıkmak mümkün mü…?
“Kendi gibi sıçrayan kedi, yılan taklidi yapan filden daha güçlüdür.”
Aczmendiler bu millete kendi gibi olmayı, Frenk mukallidi olmamayı telkin ettiler.
Gidip o mukallit filin karnına asayı dürttüler. Bir iki sürünen ve tıslayan fil, yere yığıldı kaldı…
1986 senesinde hem sistemin banisi olan üçüncü Cumhurbaşkanı öldü.
Aynı yıl Risale-i Nur hareketinin birinci hizmet devresinin bir cihette banisi olan Hulusi Efendi de vefat etti. Her cihette bir dönem kapandı yeni bir dönem açıldı. Risale-i Nur’da yeni dönemin adı; “Şeriatı icra ve tatbik dönemi”, hareketin adı; “Aczmendi” oldu.
Bir cezbe ile uzak diyarlardan gelir gibi savaş meydanında ortaya çıktılar. Kemiyetlerine hiç bakmadan ve neticesine hiç kulak asmadan, kemaline ermiş sistemin kafasına asalarıyla vurdular. Belki gözüne soktular. Hatt-ı muvasala olmayacak olan derenin sınırlarını çizdiler.
“Ortada her şeyimizi çalan bir sistem ve onun sahte kahramanları varken ve kaybedecek bir şeyimiz kalmamışken, neyi muhafaza etmek için sinelim” diyen Müslüm Gündüz, arkasına bakmadan yürüdü.
Tek kişiydi… kendisi gibiydi. Gücünün farkına vardı, en güçlünün gücüne dayandı. Suları bulandırdı, ortalığı karıştırdı, düşmanı her şeyiyle üstümüze doğru kışkırttı.
Sular duruldu, ortalık sakinleşti, saldıran düşman cephanesiz ve askersiz kaldı, kepaze oldu.
Bize izzetimizi, gücümüzü, kim olduğumuzu öğreten, Aczmendiler’e ve onun gözbebeği Müslim Efendi’ye neler borçlu olduğumuzu geçmişin perişaniyet, zillet ve hakaret altında geçen yıllarına bakınca anlıyoruz.
Sistemin yıktığı İslam kalelerini tamir ettiler, tartışılamaz denilen inkılapları yerle bir ettiler.
1986 yılında başlayan bu rüzgâr, önce insani haklarımızın iadesini temin etti. Akabinde İslam davasının tahakkukuna hizmet etmeye devam edecektir.
Şunu nazar-ı dikkatten kaçırmamak gerekir ki; Dünya’ya köklü değişimleri yaşatan, toplumları yönlendiren önderlerin etrafındaki kitle, hiçbir zaman sayıca çok fazla kişiden meydana gelmemiştir. Hatta umumen diyebiliriz ki, sayı çoğaldıkça hareketin toplumsal dönüşüm kabiliyeti zayıflar, kıvam bozulur, maya özelliği kaybolur.
Bu cihetle az bir topluluğun, Allah’ın inayetiyle çok sayıda toplumları dönüştürdüğü hem Enbiya hayatıyla hem de onların karşısında duranların hayatıyla sabittir.
Hasılı; her şey bir kişiyle başlar…
Aczmendi bu yönüyle evvela Anadolu, akabinde Dünya kültürleri için bir maya özelliği taşımaktadır. Malumdur ki maya az bir miktar da olsa, şartlar müsait olduğunda temas ettiği maddeyi kendine çevirecek, kendisi de bu yeni terkip içerisinde gizliliğe geçecektir. Ta ki “Az da olsa hakkı tutup yüceltecek” bir topluluğa ihtiyaç duyulana kadar…