FETÖ Risale-i Nur Camiasını Bize Karşı Küstürüyordu

(Esedullah Remzi Yıldız)

1990 senesi El’aziz’deyim! 

Tek sayfa A4 kâğıdına şunu yazmışlar: 

“Bediüzzaman Said Nursi’nin eseri olan Risale-Nur külliyatında Aczmendilik diye bir tarikat yoktur!”

“Aczmendi Tarikatı’nın Nurculukla uzaktan yakından bir alakası yoktur. İslam ile de alakası yoktur.”

“Aczmendîler’in ayakta yaptıkları ve adına zikir dedikleri hareketlerin Nurculukta yeri yoktur! Defli ilahiler söylemek Nurculukta yasaktır!” “Sesli ve topluca tesbihat yapmak İslâm’da yoktur.”

Bediüzzaman’ın varisleri:

İmza: 1. Fethullah Gülen 2…. 3…. 4…. 5….

Zaman Gazetesindeki CHP Reklami

Aczmendilerin İtibarını Zedeleyecek Planlar Yapıyorlardı

1994‘te İstanbul Üsküdar Selami Ali Efendi’de Aczmendi dergâhı… Dergâhın tam karşı kaldırımı cami idi. Camiden çıkan cemaat dergâh kapısının karşısında banklarda oturur muhabbet ederlerdi. 

Günlerden bir gün ikindiye yakın vakitte dergâha 10 kişi girdi. Duruş ve edalarından sivil polis olduğunu anladım.  Selam verdiler sevecen, dostça bir eda ile. Ellerinde içinde şeker ve çayın olduğu aşikâr poşetler vardı. İçeri girer girmez selamdan sonra “Bi çayınızı içmeye geldik“  dediler. Ben bunların dergâhın karşısında oturan cemaate “Aczmendiler’e polis erzak getiriyor.” havası vermek ve cemaatin bizi MİT mensubu zannetmesi için geldiklerini anladım.

Dedim ki: “Size çay yok!” 10 kişide ayakta kalakaldılar. İlk selam veren dedi ki; “Biz din kardeşiyiz yahu, sizi ziyarete geldik; çayımızı şekerimizi de getirdik, bize bir çay ikram etmeyecek misiniz?” 

Dedim ki; “Neci olduğunuzu söyleyin, polis misiniz, değil misiniz?” 

“Ya bırak polisi falan, sizi ziyarete geldik, kardeşçe çayınızı içmeye geldik, görevde değiliz bugün” 

Ben; “Hamza, Şamil, alın şu çayı şekeri arabalarına bırakın gelin“ de-dim. 

Sonra da bu sivilere dönüp; “Bırakın bu teraneleri; bu dergâh bizim değil; Allah(cc)’ın dergâhı; herkese açık lakin mertçe gelenlere açık, hileyle, düzenbazlıkla gelenlere kapalı. Mertçe söyleyin, canımızı alın; niye geldiniz?” Der demez telsizleri çıkarıp; “Kimliklerinizi görelim bakalım” demesinler mi? 

Tam o esnada Şamil ile Hamza içeri girip; “Efendim çay ve şekerlerini arabalarına fırlattık.” dediler. Ben öyle yapın dememiştim amma Allah neye layıklarsa onu yaptırmış onlara.

Kimlikleri çıkardık. Telsiz açık olarak yarım saate yakın Emniyette soracakları soruları cesaretimizin sınırlarını ölçmek (güya korku vermek kastıyla) için sormaya başladılar.

Şeriatçı mısın? Kemalizm hakkında fikrin nedir? Laiklik hakkında ne diyorsun? Bu düzene karşı mısın? Cevapları tahmin edebiliyorsunuzdur… 

Akabinde işkence merkezi olan Gayrettepe’de gözlerimiz kapalı bir tarzda tekrar ifade alma süreci devam etti. O zamanlar Bilgisayar yeni çıkmış. Adı soyadı faslından sonra, “Annenin kızlık soyadı nedir?” Sorusunu da ilk defa duyuyoruz. 

Soruyu soran polise; “Babamınkini sor sana…?” diye saldırış…

Otuz senede bu misaller gibi çok vukuatla karşılaştık… 

Aczmendiler mücadele meydanına çıktıklarında onları her türlü hainane planla imhaya kastetmek için hapishanelere tıktılar! Nezaretlerde günlerce işkence yapıp alıkoydular. Hatta Kahramanmaraş’ta bizi nezarete attıklarında paralelci polis gözler bağlı işkenceden yorulunca arkadaşına dedi ki; “Lan oğlum, yoruldum!  Ben gidip ikindiyi kılana kadar sen devam et” 

Diğer taraftan halkın Aczmendilerden nefret etmesini te’min için yazılı ve görsel medyadan tutun, şeytan bin sene düşünse aklına getirmeyeceği hile ve düzenbazlıklarla iftiralar attılar. Evet, Aczmendiler şehadete gidecek yolda her türlü mücadeleyi vermeye azmetmişlerdi. Lakin münafık hain, düzenbaz, hilekâr ve iftiracıların (avamın lisanıyla) kalleşçe iftiraları fayda etmeyince, önce Fettullah Güzleni “Bediüzzaman’ın varisi ve dünyanın en büyük âlimi” diye yutturup, sonra da onun yayın kanalları vasıtasıyla, senelerce “Aczmendiler, karanlık adamlar” yaftasıyla hücuma geçtiler.

Böylesi daha etkili olmuştu. Çünkü toplum muhafazakar hassasiyeti olmayan kanallara itibar etmiyor, bilakis onlar Aczmendiler aleyhinde yayın yaptıkça, vatandaşın Aczmendi’ye olan muhabbeti artıyordu.

 Ve Fethullah Gülen’in, bütün Aczmendiler’in hapishanelerde olduğu 1997 senesinde, Reha Muhtar’ın Show TV programında, “Aczmendiler hakkında ne dersiniz?” sorusuna “Aczmendiler neden ortada yoklar? Hangi ine girdiler?” dediğini unutmuyorum. Ne gariptir ki, rüzgar tersten esmeye başlayınca kendileri çekilecek in aramaya başladılar. Hatta 2015 yılında Devlet ricali; “İnlerine girilecek” dediği zaman, gözümün önüne gelen o ibretlik sahneyi hiç unutmuyorum…

***

2006’da bir işyeri açtım. Elektrik abonesi için TEDAŞ’a gittim. Memur “Dükkânla alakalı sorununuz beni aşıyor. Müdür beyle görüşmelisiniz.” dedi.

TEDAŞ müdürünün kapısını çaldım. “Girin” deyince içeri girdim. Müdür bey, FETÖ’nün yayın organı STV televizyonunda Aczmendiler’in karalandığı “Şubat Soğuğu” isimli diziyi izliyordu. Ben tam içeri girdiğim anda, dizide “Başında siyah sarığı olan” eroin, esrar satıp silah kaçakçılığı yapan ve PKK ile işbirliği yapan “Sahte sofi” ekrandaydı. 

Müdür kafasını ondan çevirdi ve bana baktı. Bende siyah sarıklıyım. Müdür beni görünce çehresi değişti. Suratı mosmor oldu. Benimle sert bir üslupla konuştu ve işimi de yapmadı.

Bu hadiseden bir sene önce, bir kırtasiye dükkânına girdim. Adamı tanımıyorum. Kitap defter alacağım. Siparişimi verdim. Parasını verdikten sonra adam bana dedi ki; “Hocam müsaadeniz olursa bir soru sorabilir miyim?” “Buyurun” dedim. Kırtasiyeci; “Ben eski komünistlerdenim. 70-80’li yılların… Üç kızım var. Akşam evde başka kanallara bakmasınlar diye, STV kanalını açıyorum. Kanalda “Şubat Soğuğu” diye bir dizi var. Dizide “Kadın, eroin ve silah satan, PKK ile işbirliği yapan siyah sarıklı biri var. Siz de siyah sarıklısınız. Bence bu dizi sizleri karalıyor. Kızlarım için katlanıyorum bu diziye. Siz ne dersiniz?”  dedi.

Esedullah Remzi Yıldız

Aczmendilerin İtibarını Zedeleyecek Planlar Yapıyorlardı

1994‘te İstanbul Üsküdar Selami Ali Efendi’de Aczmendi dergâhı… Dergâhın tam karşı kaldırımı cami idi. Camiden çıkan cemaat dergâh kapısının karşısında banklarda oturur muhabbet ederlerdi. 

Günlerden bir gün ikindiye yakın vakitte dergâha 10 kişi girdi. Duruş ve edalarından sivil polis olduğunu anladım.  Selam verdiler sevecen, dostça bir eda ile. Ellerinde içinde şeker ve çayın olduğu aşikâr poşetler vardı. İçeri girer girmez selamdan sonra “Bi çayınızı içmeye geldik“  dediler. Ben bunların dergâhın karşısında oturan cemaate “Aczmendiler’e polis erzak getiriyor.” havası vermek ve cemaatin bizi MİT mensubu zannetmesi için geldiklerini anladım.

Dedim ki: “Size çay yok!” 10 kişide ayakta kalakaldılar. İlk selam veren dedi ki; “Biz din kardeşiyiz yahu, sizi ziyarete geldik; çayımızı şekerimizi de getirdik, bize bir çay ikram etmeyecek misiniz?” 

Dedim ki; “Neci olduğunuzu söyleyin, polis misiniz, değil misiniz?” 

“Ya bırak polisi falan, sizi ziyarete geldik, kardeşçe çayınızı içmeye geldik, görevde değiliz bugün” 

Ben; “Hamza, Şamil, alın şu çayı şekeri arabalarına bırakın gelin“ de-dim. 

Sonra da bu sivilere dönüp; “Bırakın bu teraneleri; bu dergâh bizim değil; Allah(cc)’ın dergâhı; herkese açık lakin mertçe gelenlere açık, hileyle, düzenbazlıkla gelenlere kapalı. Mertçe söyleyin, canımızı alın; niye geldiniz?” Der demez telsizleri çıkarıp; “Kimliklerinizi görelim bakalım” demesinler mi? 

Tam o esnada Şamil ile Hamza içeri girip; “Efendim çay ve şekerlerini arabalarına fırlattık.” dediler. Ben öyle yapın dememiştim amma Allah neye layıklarsa onu yaptırmış onlara.

Kimlikleri çıkardık. Telsiz açık olarak yarım saate yakın Emniyette soracakları soruları cesaretimizin sınırlarını ölçmek (güya korku vermek kastıyla) için sormaya başladılar.

Şeriatçı mısın? Kemalizm hakkında fikrin nedir? Laiklik hakkında ne diyorsun? Bu düzene karşı mısın? Cevapları tahmin edebiliyorsunuzdur… 

Akabinde işkence merkezi olan Gayrettepe’de gözlerimiz kapalı bir tarzda tekrar ifade alma süreci devam etti. O zamanlar Bilgisayar yeni çıkmış. Adı soyadı faslından sonra, “Annenin kızlık soyadı nedir?” Sorusunu da ilk defa duyuyoruz. 

Soruyu soran polise; “Babamınkini sor sana…?” diye saldırış…

Otuz senede bu misaller gibi çok vukuatla karşılaştık… 

Aczmendiler mücadele meydanına çıktıklarında onları her türlü hainane planla imhaya kastetmek için hapishanelere tıktılar! Nezaretlerde günlerce işkence yapıp alıkoydular. Hatta Kahramanmaraş’ta bizi nezarete attıklarında paralelci polis gözler bağlı işkenceden yorulunca arkadaşına dedi ki; “Lan oğlum, yoruldum!  Ben gidip ikindiyi kılana kadar sen devam et” 

Diğer taraftan halkın Aczmendilerden nefret etmesini te’min için yazılı ve görsel medyadan tutun, şeytan bin sene düşünse aklına getirmeyeceği hile ve düzenbazlıklarla iftiralar attılar. Evet, Aczmendiler şehadete gidecek yolda her türlü mücadeleyi vermeye azmetmişlerdi. Lakin münafık hain, düzenbaz, hilekâr ve iftiracıların (avamın lisanıyla) kalleşçe iftiraları fayda etmeyince, önce Fettullah Güzleni “Bediüzzaman’ın varisi ve dünyanın en büyük âlimi” diye yutturup, sonra da onun yayın kanalları vasıtasıyla, senelerce “Aczmendiler, karanlık adamlar” yaftasıyla hücuma geçtiler.

Böylesi daha etkili olmuştu. Çünkü toplum muhafazakar hassasiyeti olmayan kanallara itibar etmiyor, bilakis onlar Aczmendiler aleyhinde yayın yaptıkça, vatandaşın Aczmendi’ye olan muhabbeti artıyordu.

 Ve Fethullah Gülen’in, bütün Aczmendiler’in hapishanelerde olduğu 1997 senesinde, Reha Muhtar’ın Show TV programında, “Aczmendiler hakkında ne dersiniz?” sorusuna “Aczmendiler neden ortada yoklar? Hangi ine girdiler?” dediğini unutmuyorum. Ne gariptir ki, rüzgar tersten esmeye başlayınca kendileri çekilecek in aramaya başladılar. Hatta 2015 yılında Devlet ricali; “İnlerine girilecek” dediği zaman, gözümün önüne gelen o ibretlik sahneyi hiç unutmuyorum…

***

2006’da bir işyeri açtım. Elektrik abonesi için TEDAŞ’a gittim. Memur “Dükkânla alakalı sorununuz beni aşıyor. Müdür beyle görüşmelisiniz.” dedi.

TEDAŞ müdürünün kapısını çaldım. “Girin” deyince içeri girdim. Müdür bey, FETÖ’nün yayın organı STV televizyonunda Aczmendiler’in karalandığı “Şubat Soğuğu” isimli diziyi izliyordu. Ben tam içeri girdiğim anda, dizide “Başında siyah sarığı olan” eroin, esrar satıp silah kaçakçılığı yapan ve PKK ile işbirliği yapan “Sahte sofi” ekrandaydı. 

Müdür kafasını ondan çevirdi ve bana baktı. Bende siyah sarıklıyım. Müdür beni görünce çehresi değişti. Suratı mosmor oldu. Benimle sert bir üslupla konuştu ve işimi de yapmadı.

Bu hadiseden bir sene önce, bir kırtasiye dükkânına girdim. Adamı tanımıyorum. Kitap defter alacağım. Siparişimi verdim. Parasını verdikten sonra adam bana dedi ki; “Hocam müsaadeniz olursa bir soru sorabilir miyim?” “Buyurun” dedim. Kırtasiyeci; “Ben eski komünistlerdenim. 70-80’li yılların… Üç kızım var. Akşam evde başka kanallara bakmasınlar diye, STV kanalını açıyorum. Kanalda “Şubat Soğuğu” diye bir dizi var. Dizide “Kadın, eroin ve silah satan, PKK ile işbirliği yapan siyah sarıklı biri var. Siz de siyah sarıklısınız. Bence bu dizi sizleri karalıyor. Kızlarım için katlanıyorum bu diziye. Siz ne dersiniz?”  dedi.

Aczmendinin FETO Mucadelesi

Halk Nezdinde Polis Memuru Olduğumuz Algısını Oluşturmaya Çalışıyorlardı

2000 senesi…Zafer Bingöl ile birlikte mübarek Şehid İzzeddin Yıldırım’a taziye vermeye Van’a gidiyoruz.

Tatvan’a vardık. Günlerden Cuma. Tatvan’ın içindeyiz. Cuma ezanı okunmaya başladı. Tatvan Merkez Camii’nin karşısında arabayı park ettim.

İki kişi yanımıza geldi. Polis olduğunu anladım. Ben arabadan iner inmez birisi koluma girdi. Adamı ömrümde ilk defa görüyorum. Yalaka bi şekilde hoş-beş edip;

“-Bi dakika şu dükkâna bi girelim“ dedi. Dükkâna girerken içeridekilere ”Bu bizden“ demesin mi?

Aniden kolumu kolundan çekip karşısına dikildim; “Sen kimsin be? Ben seni ömrümde ilk defa görüyorum, Necisin?” diye çıkıştım! Adam tuz -buz oldu; 

“Ben polisim.“ dedi. Bende; “Niye yalan söylüyorsun? Nereden sizden oluyorum?“ diye çıkışıp dışarı Zaferin yanına gittim. 

Baktım ki; Bunun bir arkadaşı da arabamıza binmiş Zafer’le konuşuyor. Kapıyı hızlıca açıp; “İn be arabamızdan. Cuma namazı kılacağız.” diye çıkıştım! Cemaat kalabalık bize bakıyor. 

Şimdi şeytan gelse oraya; ömründe ilk defa Tatvan’a gitmiş ve ilk defa Merkez Camiine gelmiş iki kişiyi o kalabalığa beş dakika içinde ”Bunlar polis ve bizden.” imajı vermeyi akıl eder mi? 

Demek ki Aczmendilere dair halk nezdinde öyle imaj vermek için ciddi bir talimat almışlar. Cuma namazından çıktık. Acele halkın arasından arabaya bindik! Hızlıca üç beş sokağı geçtikten sonra acele bir fırınının önünde durdum. Fırıncıdan bir kâğıt ve kalem istedim.

Dedim ki; “Biz Van’a gidiyoruz. Şu an takip ediliyoruz. Benim ve kardeşimin adı ve telefon numarasını yazdım. Gazetelerden kayıp olduğumuza dair bir haber okursanız Allah rızası için bu numaraları arayın. Tatvan’da bizi gördüğünüzü söyleyin.”

İftira Atması İçin Bakkala Para Teklif Etmişler

1992 senesi! 

Kahramanmaraş Aczmendi dergâhı daimi müdavimlerinden kom-şumuz olan bakkalın iti-rafı: 

‘”Aczmendi der-gâhı açılınca sivil polisler bakkalıma geldiler.  Ba-na: ”Bakkala gelen müş-terilere Aczmendilerin MİT mensubu olduğunu laf arasında söylersen, sana ayda şu kadar para vereceğiz” dediler.

Ben de “Tanı-madığım insanlara para karşılığı iftira atamam.” dedim. 

Sizi tanımak için dergâha gelmeye başla-dım. 

Anladım ki; Halkın sizden kaçması için bana bu teklifi yapmışlar. Ben kabul etmedim; lakin müşterilerden öğrendiğime göre diğer bakkal tekliflerini kabul etmiş.

Avukatlar Davalarımızı Almak İstemiyorlardı

Bursa Aczmendi Dergahına baskın yapılmış, arkadaşlarımız tevkif edilmişti.

İstanbul’a gelen haber şuydu; Bursa’da bütün Aczmendiler’i hapsetmişler. Bursa’da Aczmendi kalmamış. Tevkif edilen kardeşlerimize avukat tutacak dışarda kimse de kalmamış dediler…

Rahmetli Feyzullah Efendi İstanbul’da misafirimdi. O’na dedim; sana iş çıktı. Şakadan dedi ki; “-Birincisi: Ben misafirinim, gönderemezsin. İkincisi: İstanbul’da halletmem gereken işler var.”… Şakadan takıldık birbirimize. 

Soruşturma evraklarını alıp, avukat bulmaya gittim. İlk görüştüğüm Nurcu olduğunda bildiğim bir avukat  dedi ki :  “Ben bu davayı almam. Alamam…” 

Neden? diye sordum. “-Arkadaşların, Selanikliden başlayıp Kemalizm’in neyi var neyi yoksa hiç duymadığım, bilmediğim ne kadar sinkaflı cümle varsa, duruşma esnasında hakimin karşısında saydırmışlar. Bunlar 200-300 sene ceza alır kesin. Zaten davayı alsam, rejim de beni avukatlıktan atar.”

Neyse hangi avukata gittimse, dosyanın içeriğine bakıyor, sonra kafasını kaldırıp bana bakıyor, tekrar dosyaya bakıyor, sanki okuduklarının gerçek olup olmadığından, benim karşısında durup durmadığımdan adam şüpheye düşüyor. En nihayet “Arkadaşlarınızın dosyadaki ifadelerinin savunulacak bir tarafı yok.” diyerek kimse davayı almıyordu.

Allah’ın işine bakın ki, kardeşlerimiz ilk mahkemede tahliye oldular.

Esedullah Remzi Yıldız

Yorum bırakın

Scroll to Top