İKİNCİ MESELE
SUAL: 28 Şubat sürecinde İslamî kesimin büyük bir nispette oyunu alarak, iktidara gelen muhafazakar bir hükümet varken, Aczmendiler yapmış oldukları faaliyetlerle, mevcut hükümeti zorda bıraktıklarını fark etmediler mi?
ELCEVAP: Bu mühim suale her biri tek başına cevap olabilecek üç mukabelede bulunacağız.
Birincisi; Aczmendilerin yapmış oldukları faaliyetler, tamamiyle inanç ve fikir hürriyeti kapsamında olup, temel insanî değerlerin kazanılması ve muhafazası adına son derece masumane ve müspet faaliyetlerdir. Bu faaliyetler kesinlikle menfi bir çerçevede gelişmediği gibi verilen mücadele, sadece bir zümrenin kendilerine münhasır alandaki menfaati münasebetiyle de değildi. Bilakis temel insanî ve İslamî değerlerin mücadelesiydi.
Bunun böyle olduğunun izah ve ispatını kendimiz yapmak yerine bahsi geçen hükümetin basın yayın alanındaki amiral gemisi Milli Gazete’deki iki duayen yazara, Abdurrahman Dilipak ve Merhum Mehmet Şevket Eygi’ye bırakalım isterseniz. Tâ ki Aczmendi Hadiselerini Milli Görüş camiası adına nasıl değerlendirmişler anlayalım.
Abdurrahman Dilipak’ın Ankara’ya yaptığımız seyahate dair kaleme aldığı, “Aczmendi Olayı” başlıklı makalesinden aynen naklediyoruz.
……
“Bu insanlar, Amerika’da ya da
Almanya’da, hatta İsrail’de bile bu kıyafetle, bu şekilde dolaşsalar, kimse karışmaz.
Siz nereden geldiniz?
Kimsiniz?
Ne istiyorsunuz bu ülkenin insanlarından?
Şeriat düşmanlığı ile sakal, sarık, cübbe, başörtüsü düşmanlığı ile bir yere varamazsınız.
Göreceksiniz baskılar bu insanlara güç verecektir.
Söndürmeye çalıştığınız ateş sizin nefeslerinizle daha gür yanacak ve siz söndürmeye çalıştığınız ateşin ışığında yok olacaksınız. (*)
Siz Aczmendi kardeş;
Taif’e giden peygamber gibi yapalım ve şöyle diyelim:
“Onlar cahiller bilmiyorlar…”
Merhametimiz gazabımıza gelip gelmeli, sevgimiz nefretimizi yenmeli…”
9 Şubat 1993 Abdurrahman Dilipak Milli Gazete
(*) Ta o günlerden yaptığı bu tespitindeki isabeti için Abdurrahman Dilipak’ı ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
Abdurrahman Dilipak’ın “Jöntürk Hareketinden Neo Osmanlılığa” makalesinden de anlaşılacağı üzere; Aczmendiler’in faaliyet ve talepleri meşru sınırlar içerisinde ve insan hakları çerçevesindedir. “Eğer Türkiye gerçekten hukuk devleti ise, insan haklarına saygılı bir yönetim iş başında ise, İnanç ve fikir hürriyeti var ise bu ülkede, Aczmendiler’i bırakın.”
Abdurrahman Dilipak (10 Şubat 1993)
***
Şimdi de Merhum Mehmet Şevket Eygi’nin 19 Mayıs 1993 tarihli makalesine göz atıyoruz.
Merhum Eygi Müslim Efendi’nin 1993 yılında Başbakanlığa gönderdiği dilekçeyi kendi köşesinde orijinal haliyle yayınlayıp; aynen şu ifadelerle destekliyordu.
“Başbakanlığa gönderilen bu dilekçenin bütün Müslümanlar’ın hissiyatına tercüman olduğundan kimse şüphe etmemelidir… “
Evet, Milli Görüş camiasının müşterek nabzının attığı bu iki kalem, faaliyetlerimizi meşru dairede görmekle beraber, müspet faaliyetlerde bulunduğumuzu bizzat MİLLİ GAZETE ağzıyla ilan etmekle kalmıyor, Müslim Efendi’nin Başbakanlığa hitaben kaleme aldığı düşüncelerin, “Tüm Müslü-manların görüşleri olduğunu” teyit ve ikrar ediyorlardı.
Peki 1985’den 1995’e kadarki takriben on yıllık faaliyetlerimize mukabil bu ve bu minvalde takdirkar binlerce beyan varken (Hatta Yeni Asya ve Zaman yayınları hariç aleyhimizde tek bir haber yokken) 1995’den sonra ne oldu da Milli Görüş Camiası “Aczmendiler’i iktidarlarını yıkan” bir unsur olarak görmeye başladılar?
Halbuki Aczmendiler, Refah iktidarından önce de aynı kıyafet, aynı dergâh hayatı ve aynı seriyeler icra ediyorlardı.
O halde sormak lazım;
Kocatepe Mevlidine daha önceki hükümetler döneminde de iştirak eden Aczmendiler, hiçbir zaman göz altına alınmadıkları halde Şevket Kazan’a, “Aczmendiler’i camiden toplattırıp ben hapsettirdim” demenin bir marifet olduğunu düşündüren şey neydi?
İşte tam da burada, dönemin (28 Şubat’ın) tüm mağdur ve mustazafların yılmaz müdafii Avukat Abdullah Çiftçi’nin Kasım 1996’daki şu tespitine hak vermekten başka seçenek kalmıyor:
“Aczmendiler, imaj değiştiren Refah Partisi tarafından, ‘Biz kökten dinciliğe karşıyız’ mesajı vermek için kurban seçilmiştir”
Bunun en büyük delili; Hükümete gelmeden önce Aczmendiler’i destekleyen Milli Görüş temsilcileri, Hükümete geldiği ilk anda, Aczmendiler’i camii avlusundan toplatıp hapsetmiş olmasıdır.
Milli Gazete’den nakillere devam ediyoruz….
Acip olan şu ki, Milli Görüş’ün Ke-malist statükonun devamını sağlamak adı-na “Durumdan vazife çıkaran” askeri cun-tayla aynı müşterekte olduğunun imajı, 28 Şubat dönemine has olarak kalmamış, Merhum Erbakan’ın, (hak ve hürriyetler adına memleketimize büyük mesafe kazandıran) Tayip Bey’e açık muhalefeti ile devam etmiş ve en nihayet 2012 yılında görülen 28 Şubat Darbe Davasında Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk başta olmak üzere, Merhum Erbakan’ın hiçbir kurmayı darbeci paşalardan şikayetçi olmamıştır.
Şimdi kimse kusura bakmasın. Merhum Erbakan Hocamız ve ona yakın hizmette bulunan Milli Görüş camiasının önde gelenleri, geçmişte bir çok muvaf-fakiyete imza atmış olsalar da, maalesef 28 Şubat sürecinde iyi bir sınav verememiş, “Kemalist asker taklidi yapayım derken, mücahit Müslüman kimliğinden de olmuşlardır.”
Öyle olmasa, 1994/95 yıllarında, takriben halkın yüzde otuzunun (%30) teveccühünü kazandıkları halde, güya mağdur edildiklerini iddia ettikleri 28 Şubat sonrası halkın kendilerine teveccühü yüzde üçe (%3) düşer miydi?
Bu demek oluyor ki; 28 Şubat’ta yanlış hesap yapanlar Aczmendiler veya hakları uğrunda mücadele eden kesimler değildi. Yanlışlık içerisinde olanlar; Kemalistlere yaranarak, koltuğunu muhafaza çalışan siyasilerdi!
Milli Görüş siyasilerinin bu azim hatasının bir sonucudur ki, o günden bugüne hiçbir seçimde, vatandaştan destek görmemişlerdir. Belki şu konudaki muvaffakiyetlerini teslim etmek gerekir ki; CHP’nin 2019 yılında İstanbul’u kazanmasındaki en kritik rolü, Millî Görüş üstlenmiş ve bu marifetlerini(!) de dillendirmekten çekinmemişlerdir.
İkincisi: İslam davasını sadece kendi anlayış, meşrep, meslek, dernek, vakıf ve cemaatinin inhisarı altına almak hakkı kimsede bulunmaz, bulunmamalı. Siyaset aleminde faaliyet yürüten Müslümanlar da bu kaidenin dışında değildir. Bu münasebetledir ki, herhangi bir siyasi hareketin, kendini düze çıkarması için ne Aczmendiler’den ve ne de İslamî hizmet gayreti içindeki bir başka himmet ehlinden hareketsiz kalması, faaliyetlerini sonlandırması beklenemez, beklenmemeli…
Kaldı ki halkın üçte birinin oyu ve Devlet kuvvetini arkasına almış, teşkilatlanma, maddi imkân ve üye bakımından Aczmendi ile mukayese kabul etmeyecek devasa büyüklükteki bir partinin “Hapsettiğimiz bir avuç Aczmendi bizi yıktı” demesi, kendileri açısından utanç duyacakları bir iddia ve gülünç bir hesaplamadır.
Üçüncüsü: Aczmendi, Tefsir-i Kur’an’i olan Risale-i Nurlar’ın, ikinci kademe bir hizmet hamlesidir ki, kendi hizmet programını işletmekle ilgili Risale-i Nurlar’ın emrettiğinden başka hiçbir söz ve telkine itibar etmek durumunda değildir. Ancak ve yalnız itibar edilecek söz o olmak gerektir ki; tavsiye niyetiyle söylenmiş veya istişare edebiyle paylaşılmış olsun. Halbuki bahsi geçen serzenişte bulunanalar, hükümet oldukları dönemde, Aczmendi’yi iktidar olmanın küçük bir diyeti olmaktan öte kâle almadıkları ve bizleri iki yıl hapsettikleri halde bizden kendilerine karşı söylenmiş tek bir çirkin söz göstermezler.
Şu hâlde, 28 Şubat Davasında “Ben vicdan sahibiyim nasıl paşalardan davacı olurum” diyen ve neşrettiği kitabında Erbakan ve hükümetin paşalardan baskı görmediğini, bilakis nezaketle muamele gördüklerini iddia eden Şevket Kazan ve emsallerinin Müslümanlar’dan şekva etmek yerine başlarını iki elleri arasına alıp bir kez olsun; “Nerede hata yaptık” diye düşünmelerinde fayda var.
Kaldı ki, Şevket Kazan’ın 28 Şubat Darbe Davasındaki mahkeme ifadeleri, kendilerinden başka hiçbir suçlu, piyon, maşa ve işbirlikçi aramaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açık ve nettir.
28 Şubat Darbe Davasındaki Şevket Kazan Gerçekleri
Şevket Kazan’ın 28 Şubat’a Dair Televizyondaki İtirafı
Bir hükümet düşünün ki; O hükümetin Adalet Bakanı, mağduriyete uğramış milyonlarca vatandaşın şekvasına kulak tıkayıp, halka ve hükümete darbe yapan cuntacı paşalardan taraf vicdan yapar.
Değil mazlumun hakkını savunmak, zalimin aklanmasına çanak tutar. Bununla da kalmaz, 28 Şubat döneminde Müslümanları Cami avlusundan toplatıp DGM de yargılatarak hapsettirmeyi bir marifet olarak askere sunar…
Ve yine bir Hükümet düşünün ki; Başdanışmanlarından biri, kendi vehim ve zanlarını hakikatmiş gibi kurgulayıp, bu minvalde Başbakan’a rapor yazarken, bir diğeri binlerce gazete ve televizyon yayınıyla duyurulan bir hadiseden bihabermiş gibi yapar ve hadisenin üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen Aczmendiler’in camii avlusundan toplatılarak hapsedildiği haberinin -kendisine ulaşmadığı gerekçesiyle- utanıp sıkılmadan Aczmendiler’e iftira atar.
Şimdi insaf ve izan ile şu soruyu cevaplamak lazım:
İç İşleri Bakanlığı’nın imkanları ve MİT teşkilatının istihbaratı elinde olan bir hükümet, Aczmendiler’in gizli kapaklı bir tarafı varsa, bundan bilgisi olmamak imkânı var mı? Yok… Şu hâlde gerek 28 Şubat Döneminde ve gerekse de hadiselerin üzerinden geçen 25 sene sonrasında Aczmendiler hakkında en ufak şaibeye neden olacak bir delil ortada yokken, neden ısrarla Aczmendiler 28 Şubat’ın karanlık tarafı olarak gösterilir?
Ve neden işin karanlık ve bilinmez tarafı olarak gösterilen Aczmendiler, 28 Şubat Davasında veya konuyla ilgili mecliste oluşturulan komisyonda sorgulanıp, dinlenilmez?
Son 25 yılda Ergenekon’u ve FETÖ’yü deşifre eden Devlet marifeti, Aczmendiler’in sözde karanlık tarafını deşifre etmekten neden aciz kalmıştır?
Çünkü, Aczmendiler’in karanlık tarafı olmadığı gibi, bilakis Aczmendi hakikatinin anlaşılmasıyla, bir kısım menfaat çevrelerinin kendi aralarındaki karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasından endişe ediyor.
Bu sebepledir ki, iddialarını ispat etmek yerine, karakteri zayıf müfteriler marifetiyle, Aczmendiler’i zan altında bırakıp, kendilerini temize çıkarıyorlar.
Öyle olmasa yüzlerce Aczmendi’nin 28 Şubat darbe Davasına katılmak için Ankara Adliyesine yaptıkları müracaata bizzat Devletin resmi memurları vasıtasıyla engel korlar mıydı?
Evet yanlış okumadınız;
Devlet, bizzat kendi kolluk kuvvetleri vasıtasıyla, Adliye’ye giden vatandaşa engel koymuş, adaletin tecellisine mâni olmuştur.
Bu hadiseye dair ayrıntıları tarihçemizin 28 ŞUBAT DAVASINA MÜDAHİLLİK kısmında bulabilirsiniz.