Kapalı Olan Adalet'in Yolları​

(Abdülmetin Sayın)

SUAL: Aczmendiler, 28 Şubat darbe davasına neden müdahil olmadılar?

Aczmendiler hakkında iftira ve karalama yolunu seçen bir kısım yazar, çizer ve siyasilerin, efkar-ı ammeye mahcup düştükleri veya tarafımıza tazmi-nat ödemek durumunda kaldıklarına dair bilgi ve belgeleri TAZMİNATA MAHKUM OLAN İDDİALAR kısmında neşretmiştik.

Bizlere gösterilen bu haksız ve mesnetsiz tutum, bireysel olarak düşünülse de öyle değildi. Zira devlette İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakan Başdanışmanlığı gibi en hassas görevlerde bulunmuş zevatın da benzer iftiralara tevessül etmesi gösteriyor ki, Aczmendi Hadisesi, rejim tarafından kurumsal bir hassasiyetle takip edilmiş ve rejimin bekası adına endişe verici olarak değerlendirilmişti.

Bu endişenin boyutlarının ne derece ileri olduğunun anlaşılması adına, rejimin akla zarar tedbirlerle Aczmendi Hakikatini perdelemeye çalıştığına dair bazı eylemlerini derhatır edip, konumuz olan 28 Şubat Darbe Davası Müdahil-liğine geçeceğiz inşallah.

  • Aczmendiler, kıyafetleri sebebiyle Ankara ve İstanbul’a alınmamışlardır.
  • Aczmendiler, kıyafetleri sebebiyle Camiden toplatılıp yargılanmıştır.
  • Aczmendiler, kıyafetleri sebebiyle mahkemeye çıkarılmamışlardır.
  • Aczmendiler, kıyafetleri sebebiyle cezaevinde işkenceye uğramıştır.
  • Aczmendiler, asayişe münafi bir durumlarının olmadığı emniyet rapor-larıyla sabit olduğu halde iki yıl hapsedilmiş, akabinde beraat verilemediği gibi cezai hüküm de kesilememiştir.
  • Aczmendiler, 28 Şubat’ın bir numaralı fail gösterildikleri halde, sürecin tahkikatını yapan Meclis komisyonuna çağrılmadıkları gibi ilgili mahkemeye müracaatlarına da müsaade edilmemiştir.

Bir rejimin devamını temin adına, gayr-i kanuni ve gayr-i vicdani bir kısım tasarruflarda bulunması tarihte ilk olmasa da bu zulmün efkar-ı amme önünde pervasızca yapması görülmüş şey değildir.

Kaldı ki, Süfyaniyet’in gerek kuruluş ve gerekse de devamiyetini temin adına en ziyade üzerinde durduğu “Aldatmakla iş görmek ve münafıkane hareket etmek” olduğu halde; rejim, Aczmendilere karşı bu tedbirini bütün bütün terk etmiştir.

Halbuki rejim, 90’lı yıllara gelesiye kadar yaptığı darbelerin hiçbirinde İslamî camiayı doğrudan hedef seçmemiş; kimi zaman yönetim zafiyetiyle, kimi zaman sağ-sol hadiseleriyle, kimi zaman yolsuzluklarla gerekçelendirmiş olduğu halde, asıl darbeyi  daima İslam’a, örf ve an’aneye, yani milli ve manevi hassasiyetlere yapmıştır.

İşte 28 Şubat Darbesini farklı kılan, tam da bu noktadır!

Rejim, 70 yıllık (üç kuşaklık) asimilasyon birikiminden almış olduğu kuvvet ve cesaretle, kendini ve maksadını gizlemeye ihtiyaç duymadan, doğrudan İslam’i camiayı hedef almış; Aczmendiler’in sarığı, sakalı, cübbesi, asası, nikahı üzerinden dine ve dindar kesime muğber ve düşman olduklarını gizleme gereği duymamıştır.

Rejim, bu gafletiyle sadece sonunu hazırlamamış, Risale-i Nur’un ikinci hizmet döneminin de kıvılcımını ateşlemiştir. Bu süreç Risale-i Nurlar’da şu tarzda işaret ve beşaret edilmiştir; Hazret-i Mehdînin cemiyet-i nuraniye-si, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (asm) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak.”

Evet, Aczmendi’nin Sünnet-i Seniyeyi ihyası rejim-i bidakaranenin bütün fasit mekanizmalarını ortaya çıkarıp ele vermiş ve rejimin temellerini -bir daha yerine oturtamayacağı bir tarzda- dinamitlemişti.

Elde edilen bu muvaffakiyetin Aczmendi’ye hamledilememesinin hikmeti; “Cemiyet-i nuraniye” ve “Mucizekâr mânevî kılıç” ifadelerinde saklı olduğu gibi bir derece anlaşılmasına hizmet için iki misal vermek kafidir:

Birincisi: 28 Şubat sürecinde gerek basın, yayında ve gerekse de işin arka planı olan MGK, BÇG gibi kurumların hareket plan ve raporlarında “Birinci derece tehlikeli örgüt” olarak işaret olunan Aczmendi, iki yıl süren DGM yargılamaları, yüzlerce takibat ve soruşturmaya rağmen “Örgüt kapsamına alınamamıştır.” İşte “Cemiyet-i nuraniye” den kastedilen mananın bir cilvesi…

 “Mucizekâr mânevî kılıç” meselesine gelince…

Rejim, 28 Şubat sürecinde, en ziyade zararı Aczmendi’den gördüğü halde, tüm Devlet imkanlarını sarf etmesine ve dahi kendi mahkeme mekanizmalarını işletmesine rağmen bunu ispatlayamadığı gibi, bilakis Aczmendi hareketinin, ulusal ve uluslararası mahkemelerde bir “İnanç Hareketi” olarak kabul edilmesine vesile olmuştur.

Böylelikle süreç sonrası rejimin tüm fasit kaleleri yıkılmakla kalmamış, Aczmendiler tüm dini faaliyetlerinde tam bir serbestiyet elde etmiştir.

Böylesi büyük bir muvaffakiyetin bir avuç insanla elde edilmesi; mucizekâr,

Rejime en ağır darbeyi vurduğu halde, somut delillerle gösteri-lememesi; mânevî,

Hicri 1417 yılına tevafuk etmesi de iman-ı tahkiki kılıcının çekildiğine en vazıh bir alamettir.

Bu tesbitimize Risale-i Nurlar başta olmak üzere, Aczmendi Tarihçe’de birçok delil getirilebileceği gibi hadisatın efkar-ı amme ve rejim tarafından da benzer bir tarzda anlaşıldığı fakat ısrarla gizlenmeye çalışıldığı, 28 Şubat Darbe Davasına dair yürütülen tahkikat süreciyle de sabittir.

Nasıl mı?

Bir tahkikat düşünün ki, soruşturmanın yapıldığı süreçle ilgili en ziyade ismi geçenler bu tahkikata dahil edilmemiş, ifadelerine başvurulmamış olsun!

Neden?

Çünkü yapılan tahkikat, hakikatin ortaya çıkması adına değil, bilakis “Hesabı yapılmış kurgunun işlettirilmesi ve planlanan senaryodaki iyi-kötü, zalim-mazlum, kahraman-işbirlikçi taksimatının tahakkuk etmesi” adına yürütülmüştür de ondan.

Yine onun içindir ki, bu tahkikat sürecine Aczmendi’nin dahil edilme-mesi için akla hayale sığmayan tedbirlere başvurulmuştur.

Nedir bu tedbirler?

Konunun ayrıntısına girmeden, 28 Şubat Davasına müdahillik için başvuru yapan Aczmendiler’in yaşadıklarını kısaca özetleyelim. Ta ki anlayalım, Aczmendiler mi müdahil olmadı davaya, yoksa müdahil olmalarına müsaade mi edilmedi!

O günlere dair bir hatıra ile devam ediyoruz.

“15 Nisan 2012 tarihinde 22.00 saatlerinde Elâzığ’dan Ankara’ya hareket ettik. Elaziz çıkışında kalabalık bir ekip tarafından aracımızın önü kesildi. Rutin bir uygulama kapsamında GBT ve trafik kontrolü yapılacağı söylendi. Lakin bizden başka hiçbir araç durdurulmuyordu. Bize has olan bu uygulamanın nedenini sorduk. Sorumlu amir şehirlerarası otobüs işletmecisi olan şoförümüze dönerek;

“Şoför Bey, malumunuz, bu uygulama bizim rutin bir tatbikatımız?”

Şoför: “Neresi rutin amir bey, bu yaşıma kadar bu iki oldu. Ne zaman Elazığ araçları bu mevkide durdurulmuş” Şeklindeki cevap, amiri de bizleri de hayretle düşürdü. Zira daimî bu güzergâhta sefere çıkan bir otobüs şoföründen, (başta amir) kimse bu cevabı ve cesareti beklemiyordu.

Devamında GBT kontrolü yapmak isteyen amire, arkadaşımızın verdiği cevap da uygulamanın keyfiliğini izaha kafiydi. Arkadaşımız; “Memur Bey, araçta bulunan yolcular, TC kimlik numaralarının ve güncel adres bilgilerinin bulunduğu dilekçelerini savcılığa teslim etmek üzere, Ankara’da yürütülen 28 Şubat soruşturmasına gidiyorlar. Sizce GBT problemi olan biri bunu yapar mı?”

Yapacak bir şey de yoktu. Sabretmeyi tercih ettik. Ta ki memurun biri uzun namlulu silahıyla ve ağzında abartılı bir şekilde çevirdiği sakızıyla otobüsün içerisine girene kadar.

Arkadaşlarımız tepki gösterdi. Hanımların ve 8 yaş altı 11 çocuğun bulunduğu otobüsümüze, uzun namlulu silahını kavramış bir vaziyette girmiş olmasının yersiz ve tehlikeli olduğunu söylediler. Tepkiler sonrası araçtan inmek zorunda kaldı.

35 kişinin kimliği tek tek, telsizle merkeze bildirildi. Takriben bir saatlik zaman kaybımız oldu.

En nihayet yola koyulduk. Malatya ya kavuşmuştuk. Malatya’da 15/20 araçlık bir başka çevirme karşıladı bizi.

Bizden önce durdurulmuş bir araç olmadığı gibi orada bulunduğumuz süre zarfında da (45 dk.) durdurulan başka araçta olmadı. Emniyetin kayıt alan üç ayrı kamerası da bu duruma şahittir. Evet, üç ayrı kamera ile kayıt alıyorlardı. Abartılı bulduğumuz bu tutum bizi tedbire sevk etti. Kendi kameramızla kayıt almaya başladık. Fark ettiler. Kaydı durdurmamızı ve çekilen kısmı sileceklerini belirttiler. 3 kayıttan ikisini sildiler ancak birini saklayabildik.

100 km geride kontrolü yapılmış 35 kimliği tekrar GBT’den geçirdiler. Araçla ilgili de ruhsat vs. kontrol yaptılar. Bir önceki çevirmede eksiği bulunmayan araca, iki yıldızlı bir trafik memuru tecrübesini konuşturup bir bahaneyle ceza kesti.

Şoförler 100 km’lik mesafede iki saate yakın süren bu kontrollerden ve yedikleri cezadan sebep; “Hocam kusura bakmayın ama böyle giderse biz geri döneceğiz.” dediler.

“Sabır” dedik… Onlarda tahammül gösterip, bizi yarı yolda bırakmadılar. Allah razı olsun. Devamında Kayseri, Kırşehir çevirmeleri… Aynı kimlikler, aynı araç ve aynı rutin(!) kontrol…

Anlaşılan kontrol edilen GBT’ler değil, sabır ve tahammül sınır-larımızdı. Görevli memurlar her il sınırında sanki yeni bir ülkeye girmişçesine sadece bizim aracımıza has uygulamalarda bulunuyor, kimlik kontrollerimiz pasaport kontrolünden uzun sürüyordu.

Kırşehir’de dayanamayıp Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı şikâyet hattını aradık; “Yok mu bu ülkenin bir sahibi? Bu ne keyfilik. Neden seyahat özgürlüğümüze mani olunuyor. Ve vızır vızır araçların geçtiği noktalarda, bizlere bu ayrımcı uygulama neden yapılıyor. Bu ikinci sınıf insan muamelesine ‘dur’ diyecek bir yetkili yok mu?” dedik…

Belki de bu şikâyetin bir neticesi olarak, sonraki il sınırında sadece, araçlarımızın evrak kontrolü yapıldı.

Ankara il sınırından itibaren de acımıza eskort tahsis edildi.

Ve en nihayet öğlen saatinde Ankara Hacı Bayram Camiine ulaştık. 10 saatlik yolu 14 saatte ancak tamamlayabilmiştik. Bu muameleyi öncesinden hesap ettiğimizden, vakitli çıkmış, Ankara’daki programa yetiştik.

Diğer illerden Ankara’ya gelen bir çok arkadaşımız, seyahat ettikleri araçlarda tespit edilen evrak eksiklikleri sebebiyle, araçlarından indirilmiş, yeni bir masraf yaparak tekrar araç kiralamak zorunda bırakılmışlardı. Her şeye rağmen, tüm illerdeki arkadaşlarımız Ankara’ya varmış olsa da, asıl kuşatmanın burada olacağını hiçbirimiz tahmin etmemiştik.

Öğlen namazını Hacı Bayram camiinde kılıp, 10 dakikalık mesafedeki Ankara Adliyesine dilekçelerimizi vermeyi düşünüyorduk. Namazı kılıp dışarı çıktığımızda dış avlunun çevik kuvvet tarafından kuşatıldığını fark ettik. İlk anda, bizi kontrollü olarak Adliye’ye götüreceklerini düşünmüştük. Fakat çok kısa sonra fark ettik ki, Polis Adliye’ye gitmemize mani olmak için oradaydı.

Abdülmetin Sayın

28 Subat Dava Mudahilligi Efendi ve Cemaat

Yorum bırakın

Scroll to Top