Daimi Surette Takip Ediliyorduk

(Abdulkadir Yavuz)

Sene 1994 1995. 

İstanbul Beykoz Tokat Köy Dergahı’nda vakıf kalıyoruz.. 

Hemen yukarımızda bulunan Yuşa Tepesine zaman zaman çıkardık. Üstadımızın bahsettiği tarzda, etrafı, boğazı temaşa edip, tefekkür etmeye çalışır ve orada meftun Yuşa (as) vesilesiyle ona, hizmet-i diniyyede bulunanlara ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua ederdik. 

Yine bir ziyaret için iki üç arkadaşla birlikte Yuşa Tepesine çıktık. Yanlış hatırlamıyorsam Maraşlı Şamil Demir ve Malatyalı Hamza kardeş vardı.

Oradaki kabir (görenlerce malum) çok uzun bir kabir. Bir taraftan girilir ve dualar ede ede öbür taraftan çıkılır bir tarzda.

Biz, tam çıkışa gelmiştik, kapının ağzında iki kişi el pençe divan bize hürmeten iki büklüm. Onlar bize karşı böylesi bir hürmet içerisine girse de bana hiç sıcak gelmediler. Sarı saçları, mavi gözleri bana İngiliz ajanlarını hatırlattı. Lakin bu bir su-i zandı. İlgisiz de kalmak istemedi.

“Selemünaleyküm muhterem” dedim. 

Adam birden doğruldu, sert ses tonu ile

“Sen beni nereden tanıyorsun?” dedi. Ben de; 

“Sizi tanımıyorum, Müslüman sandım, selam verdim. Müslüman değilsen, selamımı geri alıyorum, “aleykümselam” dedim. Adam; 

“Yok, komserim dedin de o yüzden şeye ettim” 

Hiç bozuntuya vermedim. Dedim; 

“Biz şu kadar zamandır Kur’an, Risale-i Nur okuyoruz, Sünnet-i Seniye’yi yaşamaya çalışıyoruz. Bırak da senin komiser olduğunu bilecek kadar kerametimiz olsun” dedim. 

Tanıştık, Maraşlı olduğumu söyledim. Adam, çok derinden bir ahhh… çekerek; “Tevekkeli çağrışım yaptı, Maraş’ta” dedi. “Remzi nerde? Remzi şimdi” dedi. 

Meğer adam daha evvel (92. 93. 94.’de) Maraş’da görev yapıyormuş. Emekli olmuş, yanındaki arkadaşı da polismiş. Anlaşılan bizi takip ediyorlardı.

İzmit Dergahı Açılışındaki Fevkaladelik

Sene 1996…

Gebze Dergahında vakıf kalıyorum. Remzi Efendi Gebze’ye geldi. Bana hitaben; “Müslim Efendi ‘İzmit’e dergah açmamız hoş olur’ dedi. Sen oraya gideceksin ve İzmit Dergahı’nı açacaksın inşallah” dedi.

“Baş üstüne, hizmetse varımız yoğumuz amadedir.” deyip, aynı gün çantamı hazırladım. Yola çıktım. Nasıl olacak? Kime gideceğim? Hangi parayla dergah yeri bulup, Kur’an hizmeti yapacaktık? Hiç biliyorum. Bu sualler aklıma bile gelmemişti.

Cebimde, otobüsün bilet parasında biraz fazlası var var. Para bi tarafa, çok daha önemlisi gittiğim yerde tanıdık birilerinin olması.

Birden Malatya’lı Abdulhakim kardeş aklıma geldi. İzmit Gültepe’de olması gerekiyordu.

Bir milyonluk şehirde bir tane tanıdığımız vardı. Lakin ne bir telefon ne adres ne başka bir şey. Bu düşüncelere dalmış giderken, otobüste yanımdakine sordum. “Burası neresi?” … “İzmit”

“Kaptan müsait yerde” dedim ve indim. 

SEKA kâğıt fabrikası önündeydim. Birine sordum. “Abi, Gültepe’ye dolmuş nerden gider?” Adam bana baktı baktı, sustu sustu. 

“Kime gideceksin?” dedi…. 

“Bir arkadaşa” 

“Adres tel yok mu?”

“Yok”

“Adı nedir?” dedi. 

“Abdulhakim”

Adam; “Gardaş bu yolu takip et. Az yukarıda bir çay ocağı var. Abdulhakim’i sor, onlar bulur”

Akşama Abdulhakim abinin misafiriydik. Sabahı, ücretsiz bir yer ayarlandı. Dergahımızı açtık, hamd olsun.                  

F Tipi Havuz

Niğde F Tipi Cezaevinde hepsi aynı maltaya bakan, beşer kişilik dört koğuş (1C, 2C, 3C,4C) bize tahsis edilmişti. 

Koğuşlar iki katlı. Alt yemekhane, üst yatakhane. Yemekhane kısmından üç dört merdivenle havalandırmaya iniliyor. Havalandırma yani bahçe, yemekhane seviyesinden 1,5 m aşağıda ve 7 metrelik dört beton duvarla çevrili. 

Koğuşların birinin su gideri tıkalı. Yağmur yağınca bahçede su birikintisi oluyor, bu da etrafa ağır bir koku yayıyordu. Bu sebeple havalan-dırmaya çıkamıyoruz. Onlarca kez söylememize ve resmi dilekçelerimize rağmen su giderini yaptırmadılar. Öğleki baharda başlayan problem, yaz gelmiş hallolmamıştı. 

Su giderine çorap tıkayıp, suyun sızmasını tamamıyla önledik. Havalandırmayı güzelce süpürdükten sonra, hortumu mutfak musluğuna dayayıp; şimdiki havalandırma, yarınki havalı üstü açık F tipi yüzme havuzunu doldurmaya başladık.

Havuzun yüzecek seviyeye ulaşması birkaç günü bulacaktı. Bu birkaç gün içerisinde uslu mahkûm olmalıydık. Gardiyanlar sayıma geldiğinde onların bizi yukarda veya bahçe de aramasına ihtiyaç bırakmadan giriş kapısının önünde hazır bulunduk.

Birkaç günün ardından havuzumuz doldu. Havalar çok sıcak ve biz havuzda sefa yapıyoruz. F Tipi’ninde keyfi başka yani…(*)

Ashabil Ustayı hepimiz bilir tanırız, bilmeyenlere şöyle tanıtayım; boy 190, kilo sabah 100, öğleden sonra 104 kg bir fidanımız. (Kilosunu sordum o zaman öyle demişti. Bende, öğlen 4 kilo yemek mi yiyorsun deyince.. “Lan bir karpuz yiyorum o zaten 5 kilo gelir.” demiş.) 

Bu dev adam üç basamaklı merdivenin üstünden 50-60 cm’lik suya balıklama atlıyor ve keyiften uçuyordu… Her seferinde ben ustanın burnunun kafasının kırılacağını düşünüyordum. 

Bahçede biriken suyun basıncı, yan koğuşların duvarlarından sızmalara sebep olunca mahkumlar durumu gardiyanlara iletmişler. Gardiyanlar problemin kaynağını bulmakta bayağı bir sıkıntı çekmiş.

Su topu müsabakamızın olduğu bir saatti. Gardiyanın biri bizim dört koğuşun bağlı bulunduğu maltanın mazgalından kontrol amaçlı içeriyi seyrediyormuş. Adam bakmış 1, 3 ve 4. koğuşlardan havlusunu alan 2’ye gidiyor. dikkatini çekmiş. Malta kapısını açıp 2. Koğuşa geldi ki, ne gelsin. Cezaevi değil yaz kampı sanki… 

Gardiyan;

“Bunca yıllık ceza evi personelim, sizin gibi mahkûm görmedim. Ceza evinin suyunu çıkarttınız. Bu havuz meselesini diğer mahkumlar öğrense halimiz ne olur hocam. Hocam bu mesele burada kalsın. Allah muhafaza Ankara duyarsa…. Ekmeğimizden oluruz” endişe ve korkularını yaşarken, Biz “Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” modundaydık.

Nihayetinde aylarca tamir edilmeyen su giderimiz bir günde tamir edildi.

 

Abdulkadir Yavuz

Yorum bırakın

Scroll to Top