Risale-i Nur’un Büyük Sırrı 5. Mektup

Bu yazı Hacı Müslim Gündüz Efendi’nin kaleme alıp 2014 senesinde neşredilen Risale-i Nur’un Büyük Sırrı 5. Mektup isimli kitapçığın mühim bir kısmını ihtiva etmektedir. Eksik olan kısımlar kitabın kendisinden ve tafsilatı da Risale-i Nur İrşad Kapısı kitabından tahkik edilebilir. Yedi ayrı makale tek yazıda birleştirilmiştir. Bununla birlikte, yazı içindeki bazı mevzuları nazara vermek için ara başlıklar ilave edilmiştir.

«İlhamat ile keşfiyata mazhar olmayan, hayalat ile hakikati çözemez.»

[Hulusi (k.s)]

Birinci Makale

Risale-i Nur hareketi vazifeli bir harekettir. Nasıl ki, hadislerle geleceği bildirilen İslam Süfyanı gelmiş vazifeli olduğu bütün tahribatları harfi harfine yapmıştır. Onun karşısındaki vazifeli zat olan Hz. Bediüzzaman da kendisine tevdi edilen Mehdiyet hareketinin bütün vazifelerini aynen öyle harfi harfine icra etmiştir.

Süfyaniyet dört devresiyle icraatlarını yapmıştır. Hilafet merkezini tarumar etmiş. Âlem-i İslam’ı ipi kopmuş bir tesbih gibi dağıtmış, kimsesiz ve yetim bırakmıştır. 

Süfyan’ın dört devresine mukabil, Mehdiyet hareketi 3 devresiyle onun bütün tahribatını tamir edecek. Hilafet merkezini tekrar Halifesine kavuşturacaktır. Arızi (geçici) olarak dağılan İslam devletlerini Cemahir-i Müttefika-i İslamiye tarzında tekrar bir araya getirecektir. 

Risale-i Nur’un Büyük Sırrı 5. Mektup

Fihriste

Şartlandırılmış telkinlerden kurtulabilen her Nur talebesi Mehdiyet hareketinin de saat gibi işlediğini gayet rahat görebilmektedir. 

Risale-i Nur’un penceresinden görülen odur ki; IŞİD’i de, Kobani’si de, PYD’si de, PKK’sı da bütün güçleriyle Risale-i Nur’da yazılanların tahakkukuna el birliğiyle çalışmaktadırlar. 

Risale-i Nur’un Birinci Devresi

Risale-i Nur hareketinde 3 devre var dedik. Hangi devrenin daha kıymetli olduğunu bizzat Hz. Bediüzzaman cevaplamıştır. Birinci devre, iki üç derece daha ötekilerinden kıymetlidir.

Birinci devre neydi ve ne yapılacaktı? Risale-i Nur’un hakikatleri ile ehl-i imanı dalaletten kurtarmak için hakikat-ı imaniyeyi neşr etmekti. Bu neşir 1926’da başladı. Süfyan komitesinin bütün zulüm ve işkencelerine rağmen 1986’ya kadar devam etti.

Risale-i Nur’un İkinci Devresi

Peki, 1986 yılında başlayan ikinci devrede ne yapılacaktı? İkinci devrenin hareket tarzı neydi ve nasıl bir çıkışla icraatını yapacaktı? 

Risale-i Nur’da bunun belirtilmemiş olması düşünülemez. İşte burada araştırmaya giriyoruz. Risale-i Nurları tekrar be tekrar tedkik ediyoruz. Fakat nafile. Risale-i Nur’un dehası ikinci devrenin faaliyet tarzını öylesine gizlemiş ki, bir türlü bulamıyoruz. 

Zaten “Resail-i Nur’un mesaili; ilim ile fikir ile ve kasdî bir ihtiyar ile değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat , zuhurat , ihtarat  ile oluyor” idi

Gerçi Risale-i Nur’da emredilen birçok hususların tahakkuklarını fiiliyatta görüyorduk. Fakat bunların yazılısını da eserlerden okumamız gerekiyordu. Yoksa rahat edemeyecektik. 

Madem 5. Şua bize Süfyan’ı ve Süfyanik hareketleri ve icraatlarını ayan beyan gösteriyordu. 5. Şua, 5. Mektup, 5. Söz ve 5. Lem’a irtibat tefekküründen bir sır yakalayabilir miyiz? 

Rabbimiz 5. Mektup’tan bir kapı açıyor kalbimize. Şükürler olsun. Risale-i Nur’un en gizli sırrını kabiliyetimiz nisbetinde fark ediyoruz. 

Evet ikinci devrenin sırrı nedir? Beşinci Mektup’ta neler gördük?

İkinci Makale

Risale-i Nur’un İkinci Devresinin Sırrı Nedir?

Resail-i Nur’un mesaili ilim ile fikir ile niyet ile ve kasdî bir ihtiyar ile değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor. ” [Kastamonu Lahikası]

İzahına giriştiğimiz mevzu itibarı ile Kastamonu Lahikası’nda geçen bu ibare üzerinde biraz durmamız gerekiyor. 

İbareden şunu anlıyoruz:

Bir şey ki, Risale-i Nur’un meseleleri arasındadır. Onun ilim ile, fikir ile bilinmesi mümkün değildir. Niyet ile veya kasdî bir ihtiyar ile o meseleyi çözmek mümkün değildir. Bu mübarek sözler şunun için söylenmiş: 9. Şua’nın tamamlanması hususunda Hafız Ali (r.h) talepte bulunuyor. Hz. Üstad da yukarıdaki cevabı vererek, telifatın kendi elinde olmadığını; sünuhat veya zuhurat veya ihtarat olursa yazabileceğini söylüyor. 

Risale-i Nur’un okunup anlaşılması Resail-i Nur’un mesailinden midir? Evet. O halde Risale-i Nur’un anlaşılması da tatbikatı da sünuhat, zuhurat veya ihtarat ile olur. Risale-i Nur’daki manalar ancak kafa fenerini yere çarpıp kırdıktan sonra kalbe gelen manalardır. 

Risale-i Nur’un birinci devresi ve levazımatı da ikinci devresi ve levazımatı da aynı şekilde üçüncü devresi ve levazımatı da Resail-i Nur’un mesailindendir. O halde bunların hepsi ancak sünuhat, zuhurat ve ihtarat ile anlaşılacak ve tatbik edilecektir. 

Gavs-ı Azam’ın (r. a) kerametkârane haberleri, İmam-ı Ali’nin (r. a) gaybi ihbarları, Risale-i Nur’daki tevafukat hadiseleri ancak Risale-i Nurlar yazıldıktan sonra anlaşılmışlardır. Buraya 1. Şua risalesini aynen ilave edebiliriz. Yoksa Hz. Bediüzzaman onları önceden okumuşta ona göre bir eser yazmış değildir. 

Biz de şimdi, Risale-i Nur’un hayatında 1985’ten başlayarak meydana gelen inkişafata bu adese ile bir göz atacağız.

1985’den Sonra Meydana Gelen İnkişafat

1985’te bir Nur talebesi fevkalade bir hal geçiriyor. Dükkan ve tezgâh sahibi iken, dayanılmaz bir halet-i ruhiye ile dükkanı ve işi bırakıp evinde uzlete çekiliyor. 

Bu adam o güne gelinceye kadar insanlara 25 sene boyunca zamanın inziva zamanı olmadığını, imanî hakikatleri her tarafa ulaştırmak zamanı olduğunu ders veren bir adamdır. 

Henüz Hulusi Bey (r.h) hayattadır. İnzivada bir iki ay geçirdikten sonra halinin şeytani bir aldatmaca olup olmadığını danışmak için Hulusi Beye (r.h) gider. Durumunu arz eder. Hulusi Bey kendisine halinin şeytani bir iğva (kandırma) olmadığını, zorlama olmadan bu halinin devamı müddetince inzivada kalabileceğini söyler. Ve ilave eder; bir gün sendeki bu hal geçerse içerde kalmak için kendini zorlama…

Bir sene geçmeden 1986’da Hulusi Bey (r.h) rahmet-i rahmana kavuşur. 1926’da Risale-i Nur’un neşri ile nur dairesine girmiş, birinci talebe olmak ve daima birinciliği muhafaza etmek mazhariyeti ile dar-ı fenadan dar-i bekaya rıhlet eyler, Allah rahmet eylesin. 

Yani hizmet müddeti tam 60 senedir. Bir devir 60 senede değişir emrine göre Hulusi’nin hayatının sona ermesi ile birinci hizmet devresi yerini ikinci hizmet devresine bırakıyordu. Malum Risale- Nur 1926’da yazılmaya başlamıştı…

Elazığ’da inzivaya çekilen zat tam sekiz sene Hulusi Bey’in (r.h) gece-gündüz tüm derslerinde bulunmuştu. Ekseriyet-i mutlaka ile Hulusi Bey dersleri ona okuturdu. Dolayısıyla Elazığ Nur Cemaati tarafından tanınan birisiydi. Eski ders arkadaşlarının bir kısmı Hulusi Bey’in vefatından sonra onun yanında Risale-i Nur derslerine devam etmeye başladılar. Eski talebelere yenileri de ilave olunuyordu. 

Derslerde büyük bir feyz ve büyük bir coşku vardı. Yeni bir tekevvünat (oluşum) başlamıştı. Risale-i Nur’un bir tarikat olduğu adeta her kelimesinde belirtiliyor gibi bazı zuhuratlar oluyordu.

Hz. Üstadın Kurduğu Tarikatın Adı: Aczmendi

Evet, Risale-i Nur hareketi bir tarikat hareketiydi. 4. Mektup’ta, 26. Sözün Zeyli‘nde, Telvihat-ı Tis’a‘da, Mesnevi-i Nuriye‘deki birçok parçalarda, 28. Lem’a‘daki bir düstur serlevhalı parçada v. b… serpme olarak birçok yerlerde Hz. Üstad bir tarikat kurduğunu açıkça söylüyordu. 

Tarikatın adı Aczmendi idi.

Üçüncü Makale

Yeni kurulan Aczmendi Tarikatı’nın mürşidi vardı, irşad silsilesi vardı. 

Hz. Bediüzzaman (r. a) üveysî olarak hakikat dersine Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani’den, Zeynel Abidin’den, İmam Hüseyin ve İmam Hasan vasıtasıyla İmam Ali’den alıyordu.

“… Zaten üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam’dan (k.s) ve Zeynelabidin (r.a) ve Hasan Hüseyin (r.a) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (r.a) almışım. Onun için hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir…”

Evradı vardı ve tecdid vazifesi gören manevi terbiyeci eserleri vardı. Her şeyi ile bir tarikattı. Oraya gelenlerde sırren tenevvereti cehren tenevverete çevirmek azim ve gayreti görülüyordu. 

Kıyafet inkilabıydı, harf inkilabıydı, dergâhların kapatılması kanunuydu… Artık bunlar çiğnenmeli Risale-i Nur’da yazılı olan hakikatler alenen yaşanmalı ve cemiyete mal edilmeliydi. 

Yeni ders halkasına girenlerden memuriyet gibi bir mecburiyeti olmayanlar sarıklarını sarıp cübbelerini giydiler, asalarını ellerine alarak caddeleri doldurmaya başladılar. 

Hareket ilk önce El-Aziz’de (Elazığ) başladı sonra kısa bir zamanda Türkiye’nin caddeleri Sünneti Seniyyenin şerefiyle renklendiler. Sarık, cübbe, asa, çarşaf

Türkiye buna alışık değildi. Korku dağları bekliyordu. Kemalizm’in estirdiği 70 senelik devlet terörü sebebiyle insanlar gölgelerinden bile korkar bir hale gelmişlerdi. 

Herkes bekliyordu ki; şu eli asalı başı sarıklı mert insanlar hemen yakalanıp darağacında sallandırılacaklar. Bu beklentide bir anormallikte yoktu. 70 senedir olan buydu. 

Evet, ceberrut kanunları yerli yerinde duruyordu. Nitekim hemen mahkemeler başladı. Sarıkla dolaşmanın ağır cezada görülmesi lazım gelen ağır bir faturası vardı. Ağır Ceza Mahkemeleri, Asliye Ceza Mahkemeleri ardı ardına işlemeye başladı. 

Tam o sıralarda özel TV’ler neşriyat hayatına ayak basmışlardı. Onlara haber lazımdı. Taa İstanbul’dan Elaziz’e TV ekipleri gelip çekimler yapıyorlar durumu efkar-ı ammeye neşrediyorlardı. 

Onlar haber yapmanın zevkini yaşıyorlardı, biz de Risale-i Nur davasının aleniyete çıkarak bütün insanlara ulaşmış olmasının keyfini yaşıyorduk. 

Risale-i Nur’un El-Aziz’deki bu yeni tekevvünatı; İmanın, ihlasın ve o günki vasatın getirdiği şartlar sayesinde Türkiye’nin sınırlarını kısa bir zamanda aşmış geniş bir daireye mal olmuştu. 

70 senelik Kemalizm sistemi temelinden sallanıyordu. Kemalizm üç ayak üzerinde kurulmuştu. Örf, adet, anane, kıyafet inkilabı, harf inkilabı ve medrese ve dergah inkilapları ile ayakta duruyordu. Risale-i Nur’un Aczmendi Hareketi ise Kemalizm’in bu üç ayağına karşı doğrudan taarruza geçmişti. 

Bütün muhabere vasıtaları Cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi sorgulamaya başlamışlardı. Seneler sonra şeriat kanunları tekrar memleketin gündemine oturmuş ve konuşulur olmuştu. 

Risale-i Nur büyük bir cezbe ile bir kısım sadık talebelerini mücadele meydanına atmıştı. Kıyafet inkılabının üzerinden tam 60 sene geçmişti. İşte Risale-i Nur’un koyduğu kanun tekrar işliyordu. Onsekizinci Lem’a da bir devir 60 senede biter kanunu meriyetteydi. 1925’te konulan kıyafet ve dergâh yasakları fiilen ilga ediliyordu yani çiğneniyordu. Risale-i Nur’un ortaya attığı bu talebelerinin insanlarca dikkat çeken en bariz vasfı sarıklı olmalarıydı ve Hulusi’nin memleketinden çıkmış olmalarıydı. 

Bunlar aynı zamanda Birinci Hizmet Devresinin tebligata müteallik İkinci kısmını da icra etmiş oluyorlardı. “… O zat, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir Program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak…” 

Bütün âleme Risale-i Nur’un hakikatlerini Cehren Tenevveret tarzında bir daha haykırmış oluyorlardı. 

Dördüncü Makale

Hulusi Bey (k.s): “İltifat tekebbür yerinde kullanılmaz” buyurmuştu. Yine Sultan Feyzi-i Kastamoni Hazretleri de: “Dava ile ortaya çıkmayınız” emretmişti. 

Nasıl ki, “Risale-i Nur dava değil dava içinde bürhan ise, yani yeni bir din yeni bir mezhep değilse, İslamiyet’in sınırları içerisinde İslam’ın bir bürhanı bir delili ise, aynen öyle de ; Aczmendi Risale-i Nur’un bir bürhanı, bir delili olmuştur. Ondan çıkmış ve ondaki birçok müjdeli habere merciiyet yapmıştır. 

Aczmendi Risale-i Nur’da Haber Verilen Hadiselerden Birisidir

Burada söylenmesi lazım gelen en baş mesele şudur; Aczmendi’nin buraya kadar bir kısmını yazdığımız mazhariyetleri seneler sonra fark edilmiştir. Yoksa Risale-i Nur’da haber verilen mühim işleri yapmak için yola çıkmış değildir. 

Bundan evvelki üç makalede bahsedilen hadiseler 20-25 sene evvelinden yaşanmış hadiselerdir. Bugün o hadiseleri düşündüğümüzde hemen hemen tamamının ilahi birer tesir altında meydana geldiğini görmekteyiz.

Bir şey Risale-i Nurlar’da sarahatle yazılmışsa o şey mutlaka vukua gelir. Aczmendi hadisesi, o gün de, bugün de, yarın da Risale-i Nur’da haber verilen hadiselerden birisidir. İçtimaiyata bakması itibarıyla da en mühimlerindendir. Müstakil bir hareket değildir. Risale-i Nur’un 1926’da yola çıkan kervanının ikinci konaklama yeridir. Eğer benzer daha mühim bir filizlenme olmazsa bundan sonra Risale-i Nur’un hareket tarzı Aczmendi’nin tarzında devam edecektir. 

Aczmendi’nin 2. Hizmet Devresi Olduğuna Risale-i Nur’dan Deliller

Evet Risale-i Nur bir tarikat hareketiydi. Ta 1921’de yazılan Mesnevi-i Nuriye’de bu husus itirazı mümkün olmayacak açık ve berrak ifadelerle neşredilmişti.

1921 Mesnevi-i Nuriye:

“ İ’lem eyyühel-aziz! Acz de aşk gibi Allah’a isal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha selamettir. Ehl-i süluk, tarik-ı hafada letaif-i aşere üzerine, tarik-ı cehrde nüfus-u seb’a üzerine süluk etmişlerdir. Bu fakir, aciz ise dört hatveden ibaret, hem kısa, hem sehl bir tarikı, Kur’an’ın feyzinden istifade etmiştir……………………”

Hazret-i Üstad aynı emirlerini 1934 civarında yazdığı 26. Söz’ün Zeyli’nde, Dördüncü Mektub’ta, Telvihat-ı Tis’a’da ve daha birçok yerlerde tekrarlamıştı. Bunda şüphe ve sıkıntı yoktu. 

Fakat madem İkinci Hizmet Devresi 1986’da başlamıştı, icraatları nasıl olacaktı? Şu Aczmendi’nin içerisinde bulunduğu hal, Birinci Hizmet Devresine mi ait yoksa İkinci Hizmet Devresine mi aittir? Buna dair Risale-i Nurlar’dan kuvvetli bir delil bulunması lazımdı. 

Hazret-i Bediüzzaman gibi bir zat, nübüvvet kemalatından aldığı ilhamat ile yazdığı Risale-i Nurlar üç devreden bahsediyordu. 

Birinci Hizmet Devresi’nin bütün incelikleri ile yaşandığı, Hazret-i Üstadımızın berhayat olduğu zaman dilimi ortadaydı. Görülmeyen, bilinmeyen bir tarafı kalmamıştı. 

Fakat İkinci ve Üçüncü Hizmet Devreleri yine aynı metotlarla mı devam edecekti? Yoksa bu Risale-i Nur’dan yeni yeni inkişaflarla mı olacaktı? Bu hususun eserlerde sarahatle yazılmamış olması asla düşünülemezdi. 

Peki nerede? Mantık oyunlarıyla ve felsefi mülahazalarla varılacak neticeler değil, gayet kuvvetli ve sarih ibarelerle bu hususun belirtilmiş olması muhakkaktı. 

5. Mektup

Bir sene evveline kadar (2013) yaptığımız bütün Risale-i Nur derslerinde şuurumuzun altında saklı olan bu sualin cevabını aradık durduk. Yok yok yok.

Bir sene evvel (2013) Allah’ın lütf-u keremi imdadımıza yetişti. Risale-i Nur’un telifi beşeri iradeyi aşan bir ilhamat neticesinde meydana geldiği gibi tertibinde de öyle acip tevafuklar vardı. Beşinci Şua Risalesi Süfyanı ve komitesini harfi harfine haber veriyordu. Avamın imanını muhafazaya çalışıyordu.

Mehdiyetin devrelerine ait malumatlarını da Beşinci Söz, Beşinci Lem’a, Beşinci Mektub tevafukatında aranması lazım olabilir miydi? Süfyan komitesinin rejim-i bid’akaranesini parçalayıp dağıtacak olan Mehdiyet’in İkinci Hareketi’nin tarzı nasıl olacaktı?

Beşinci Mektub’a dikkat ediyoruz. Allah’ın lütfuyla cevabımızı orada buluyoruz. 

Beşinci Makale

Meş'um ve Mel'un Bir Gün: Menemen Hadisesi

23 Aralık 1930 meş’um, mel’un bir gün. Binlerce hatta on binlerce insanın mahvına sebep olacak Kubilay Hadisesi’nin vukua geldiği gün. 

Meşhur adıyla Menemen Hadisesi

Başından sonuna kadar tertip… Devlet terörü…

Adi bir zabıta hadisesi tam bir devlet terörüne vesile kılınır. Üç, beş sarhoşun Menemen kazasında bir nümayişi olur. Yedek Subay Kubilay oldukça toy ve tecrübesizdir. Kendisine emir verip ateş hattına iten zalimlerin niyetinin farkında olmadan o sarhoş güruhunun üzerine yürür ve onlar da oracıkta onu öldürürler. 

İstenen olmuştur. Artık Mustafa Kemal’i ve İnönü’yü tut tutabilirsen. Zulmün kılıncını tekrar kınından sıyırırlar. Fakat bu kılıç çekmekteki niyet ötekilerinden çok farklıdır. Artık Anadolu’da bakiyet-ül suyuf İslam adına ne varsa kim varsa külliyen temizlenecektir. 

Bine yakın âlim, şeyh, hoca Anadolu’nun dört bir tarafından toplanır. Menemen’de bir büyük salona doldururlar. Onbeş yirmi gaz yağı tenekesi içeriye atılır. Her türlü tuvalet ihtiyacını bunlarda gidereceksiniz denilir. O yüksek insanların birbirlerinin yanında tuvalet ihtiyaçlarını giderirken çekecekleri ızdırabı tahmin etmek herhalde mümkündür. 

Bu yapılan zulüm sadece yapılanlardan bir tanesidir. On dört günlük bir mahkeme sonucunda idama mahkûm edilenlerden yirmi sekizi ipe çekilir. 

Muhammed Esad Erbili Hazretleri

Muhammed Esad Erbili Hazretleri de idamlıklardan biridir. İstanbul Erenköy’deki evinden alınır, sen de bu hadisenin içerisindesin denilir. Ömründe Menemen beldesini hiç görmeyen doksan yaşındaki o mübarek zat idama mahkûm edilir. 

Fakat doksan yaşındaki bu zatı idam etmenin dünyada çirkin karşılanacağını bildiklerinden, sen hastasın deyip askeri hastaneye yatırırlar. Bir damar iğnesiyle onu da cennet yolcusu yaparlar rahmetullahi aleyh. 

Muhammed Esat Erbili Hazretleri (k. s) silsile-i nakşinin Taha-yı Hakkâri ve Taha-el Hariri’den sonraki icazetli mürşididir ve 1931’de şehit edilmiştir. Risale-i Nur’daki 4. ve 5. Mektuplar da 1931’de yazılmıştır. 

İslam Süfyanı’nın ve Süfyan komitesinin rejimi bid’akaranesine karşı tecdid vazifesi gören manevi cihad sahasında artık Hz. Bediüzzaman ve talebeleri vardır. 

Hz. Üstad’ın Nakşibendi’yi Aczmendi Dairesine Dahil Etmesi

Muhammed Esat Erbili Hazretleri’nin şehid edildiği aynı tarihte müceddid ve müçtehid-i zaman Hazreti Bediüzzaman 4. Mektup’ta Nakşibendi dairesini Aczmendi dairesine dâhil ettiğini beyan etmektedir. Şöyle ki;

4. Mektup Hulusi Bey’e (k. s) hitaben yazılmıştır. “Bir parça mahrem bir sırdır. Fakat senden sır saklanmaz. ” dedikten sonra;

“Tarık-i Nakşi hakkında denilen;

Der tarik-ı Nakşibendi lazım amed çar-terk

Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk

Olan fıkra-i rana birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber şu fıkra tulu etti :

Der tarik-ı Aczmendi lazım amed çar-çiz

Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk, i mutlak ey aziz!”

Burada (benim anlayışıma göre) gayet açık görülüyor ki, Nakşibendi’nin dört düsturu Aczmendi’nin dört düsturuna tahvil edilmektedir. Yani, o tarihten itibaren Nakşibendi, Risale-i Nurlar’ın manevi tasarruf dairesine alınmıştır. 

Risale-i Nurlar İmam-ı Ali (r.anh) ve Abdulkadir Geylani (r.anh) Hazretleri’nin ahirzamandaki bir hizmet dairesi olduğu gibi, 1931’den itibaren silsile-i zehebin icazetli mürşidi olan Erbili Hazretleri’nin dar-ı bekayı teşriflerinden sonra Nakşibendi Tarikatı da İmam-ı Ali’nin ve Gavs-ı Geylani’nin tarikat dairesi olan Aczmendi’ye dâhil edilmiştir. 

“Sünnet-i peygamberi dairesinde on iki büyük tarikatın hülasası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi görüp girmek lazım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. ” [Emirdağ Lahikası-2] 

Bu ibare Risale-i Nur’un 2. Emirdağ Lahikası’ndan alınmıştır. 

Bu sözü söyleyebilmek için gayet büyük manevi bir kuvvete sahip olmak mecburiyeti vardır. 

Bu sözün kuvveti Risale-i Nur’un müceddidlik vasfından gelmektedir. 

Müceddid’in kuvvet ve selahiyetini izah etmek mevzumuz harici olduğu için merak edenler Mektubat-ı Rabbani’den okuyup anlayabilirler. 

Altıncı Makale

Kemalizm’in 1923’ten İtibaren Kazandıklarını Muhafazaya Çalışması

Süfyan komitesine karşı sadece Allah’a dayanarak mücadele bayrağı açmış bir Bediüzzaman (r.a) ve onun kıyamete kadar tecdid vazifesi görecek olan Risale-i Nur eserleri…

İslam’ın Hilafet nizamını ortadan kaldıran ve İslam Halifesi’ni yurdundan eden, İslam Süfyanı, bu meş’um icraatlarını dört devrede tamamladı. 

«Hem büyük Deccal’ın, hem İslâm Deccalı’nın üç devre-i istibdatları manasında üç eyyam var. “Bir günü, yani bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üçyüz senede yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır. ” diye, gayet yüksek bir belâgatla ümmetine haber vermiş. »

[ 5.Şua ]

Ahmet Necdet Sezer

Evet, gayet net ve sarih olarak görüldü ve halen görülüyor ki; Kemalizm artık yapacağı bir ifsadat bulamadığı gibi 1923’ten itibaren kazandıklarını muhafazaya çalışmaktadır. 

Rejimin düştüğü bu vaziyeti bizzat sabık reis-i cumhur Ahmet Necdet Sezer’in ağzından defalarca dinlemiştik: “Kazanımlarımızı kaybetmeyeceğiz!”

Risale-i Nur Hareketinin İkinci ve Üçüncü Devrelerinin Tatbik Şekli

Süfyaniyet’in karşısındaki memur-u rabbani Hz. Bediüzzaman (r.a) ise mücadelesinde üç kademe koymuştu. Yani İslam Süfyanı’nın Hilafet’i kaldırmasına mukabil, Hilafet merkezinde “Hilafet-i Muhammediye” unvanı ile şeriatı icra ve tatbik etmek için üç basamaklı bir hizmet ikame etmişti.

«… bundan sonra gelecek mehdi-i resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (a. s. m) unvanı ile şeair-i İslamiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur’aniyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin (a. s. m) kanunlarının bir derece tatile uğraması ile o zat bu vazife-i uzmayı yapmaya çalışır…»

Yine bu mevzu 1. Emirdağ Lahikasında biraz daha tafsilatlı olarak şöyle emrediliyor. 

“Birincisi: Çok defa mektublarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem her şeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi’nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. 

İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır. 

Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhâssa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.”

Aynen ayette namazın emredilmesi ile beraber muamelatta tüm tafsilatı Peygamberimizden (a.s.m) öğrendiğimiz gibi birinci hizmet devresinin bütün inceliklerini Üstadımızdan gördük ve öğrendik. Fakat zamanın ve şartların getirdiği mecburiyetler sebebiyle ikinci ve üçüncü hizmet devrelerinin tatbikat tarzı ile alakalı herhangi bir fiiline şahit olamadık. 

Hz. Üstadımızın gereği yapılacak dediği ikinci ve üçüncü hizmet devrelerinin mühmel bırakılmış olması düşünülemez dahi…

Zuhuratından seneler sonra anlıyoruz ki, 5. Mektup bu devrelerin tatbik şeklini gayet açık ve net olarak belirtmiştir.

4. ve 5. Mektubun yazılışında hâkim nurcu anlayışının çözmesi lazım gelen mühim bazı problemler var. Onlarda şunlardır:

  1. Zaman tarikat zamanı değilse herhalde Nakşi de buna dâhildir. O halde hem de herhangi bir sual sorulmadan, iki üç hatırayı yazacağım diyerek Nakşibendi’nin dört esasından bahsetmesinin sırrı acaba ne ola?
  2. 4. ve 5. Mektuplar 1931 yılında yazılmışlar. Yani, Menemen Hadisesi ve Nakşibendi’nin icazetli büyük mürşidi Muhammed Erbili Hazretleri’nin şehid edilmesi hengâmında yazılmışlar. Acaba bunda bir hikmet var mı?
  3. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubatı (A. Kadir Akçiçek tercümesi) 534 mektuptan müteşekkildir. Bu 534 mektubun içerisinde Risale-i Nur’un 5. Mektub’u gibi bir mektup yoktur. Bu ne demektir? Ve Hz. Bediüzzaman bunu nasıl söyleyebilmiştir?

Yedinci Makale

Birinci sualin izahı “Risale-i Nur İrşad Kapısı” adlı eserde tafsilatıyla beyan edilmiştir oraya bakılabilir. 

İkinci Sualin cevabını yukarıda detaylı olarak izah etmiştik. 

Gelelim üçüncü suale:

Evet Mektubat-ı Rabbani’de toplu olarak böyle bir mektup yok. Sadece Risale-i Nur’un beşinci mektubunun başındaki bir iki ibareye benzer bazı pasajlar var. 

“ Öyle ise, tarik-i Nakşinin üç perdesi var ” ibaresinden sonraki kısım her şeyiyle Hazret-i Bediüzzaman’a aittir. Yani oradan aşağısında Hazret-i Bediüzzaman tarik-i Nakşiye ilaveler mi yapmaktadır? Hayır tarik-i Nakşiye değil; dördüncü mektupta tarik-i Nakşibendi’yi tarik-i Aczmendi’ye dahil ettiğinden, tarik-i Aczmendi’nin tatbikat seyrini emretmektedir.

1931 gibi bir tarihte alenen Nur talebelerinin birinci, ikinci ve üçüncü devreleri şöyle şöyle olacak diye yazması, ilmen ve hikmeten mümkün olamadığından, ittihad ile aynı şey durumuna gelen Nakşibendi ve Aczmendi tariklerinden dikkat çekmeyeceği için Nakşibendi ibaresi altında bu mühim emirlerini vermiştir. 

Şimdi ne emirler vermiş ona bakalım;

“Birisi ve en birincisi ve en büyüğü doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, imamı rabbani de ahir zamanında ona sulük etmiştir”

Bu mübarek ibareden başlayarak beşinci mektubun sonuna kadar ne yazılmışsa Hazret-i Üstad Aczmendi manasında Nakşibendi ismini kullanarak yazmıştır. 

«Eski zamanda, esâsât-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i’câzından olan temsilâtından bir şulesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur’ân’a ait yazılarıma ihsan etti. »

[ Mektubat, 28. Mektub ]

Yedinci meseledeki emredilen bu durum, dünyada 13. hicri asrın başlarında meydana gelmiştir. Eski asırlarda bir ihtiyaç olmadığından gayesi doğrudan doğruya imanı muhafazaya çalışmak diye bir şey yoktu. Dolayısıyla Tarik-i Nakşi’de de yoktu. O halde Nakşibendi tabiri kullanılarak Risale-i Nur’un Birinci Hizmet Devresi’nin vasıfları ve hareket tarzı yazılmıştır. 

Acaba Tarik-i Nakşi’de birinci ve en birinci ve en büyük hizmet şekli doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmet olsaydı, İmam-ı Rabbani tarikata girdiği ilk anda mı bu hizmet ile meşgul olurdu yoksa ömrünün sonlarına doğru mu ?

Elbette en başta en büyük işi o olurdu. Nitekim Hz. Bediüzzaman da dahil, her bir Nur talebesinin ilk ve en büyük hizmeti doğrudan doğruya imana hizmettir. 

Ayrıca Hazret-i İmam’ın ahir ömründe girdiği hizmet tarzı Nakşibendi ile değil Aczmendi ile alakadardır. Hazreti Üstad Refet Ağabey’in Barla Lahikası’ndaki sualine verdiği cevapta:

«Mektubunda ilm-i kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum Sözler, o nurlu ve hakikî ilm-i kelâmın dersleridir. İmam-ı Rabbânî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: Âhirzamanda ilm-i kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i imaniye-i kelâmiyeyi, birisi öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşif ve tarikatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir. Hattâ İmam-ı Rabbânî kendisini o şahıs gibi görmüştür. »

[ Barla Lahikası, Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Meselesinin Üçüncü Nüktesi ]

Burada net olarak görülen Hazret-i Üstad hizmetini ve hedefini Nakşi tariki böyle istiyor diyerek günü gelinceye kadar gayet büyük bir maharetle saklamıştır. 

Risale-i Nur Hareketinin İkinci Devresinin Hizmet Tarzı

Devam edelim, ikincisi ”Feraiz-i diniyeye ve sünneti seniyye’ye tarikat perdesi altında hizmettir. ”

Bu ikinci emir bütün bütün net olarak gösteriyor ki mesele Nakşi’nin mesleki özelliklerini zikretmek değil doğrudan doğruya Nur talebelerine İkinci Hizmet Devresi’nin hizmet tarzını gösteriyor. 

Evet ne Nakşi ne Kadiri ve ne de hiçbir hak tarikat müntesiplerine; “Bakın ben size tarikat dersi veriyorum ama esas maksadımız tarikatın adab ve erkanını tam yapmak falan değildir. Maksadımız tarikatı perde edip feraiz-i diniye’ye ve sünneti seniyye’ye hizmet etmektir.” dememiştir ve diyemez. Şayet bunu derse o tarikatın hayatı kaç gün devam edebilir? Tam aksine, bütün tarikatlarda esas anlayış şudur: “ Ben tarikatımın gereklerini tam olarak yerine getirirsem, hakikatı da şeriatı da yerine getirmiş olurum. ”

İkinci emirdeki özellik sadece ahir zamanda Mehdiyet Hareketi’ne nasip olmuştur ki, demiş; “On iki hak tarikatın hülasası ve tariklerin en geniş dairesi olan Risale-i Nur dairesi içine her bir tarikat ehli kendi tarikatı gibi görmek ve girmek elzem olduğu….. ”

Yani zımnen her bir tarikat ehline Risale-i Nur’un maksadı tarikat değildir diyor. Bu perde altında şeair-i İslamiye’ye hizmet ve sünneti seniyyenin ihyasına çalışmaktır. Onun için Risale-i Nur’a girmeden evvel bir yere intisaplı olanlar Risale-i Nur dairesine girdikten sonra da o şeyhlerine olan rabıtalarını devam ettirebilirler. Nakşi veya diğer hiçbir tarikat bunu söyleyemez ve söyleyememiştir. 

Mektubat-ı Rabbani, tarikat-ı aliyenin methi ve senasıyla doludur. Kurtuluşun bu tarikatı-ı aliyeye intisapla mümkün olacağı yüzlerce yerde beyan edilmiştir. 

Netice şu: «RİSALE-İ NUR’UN İKİNCİ HİZMET DEVRESİ TARİKAT PERDESİ ALTINDA İCRA EDİLECEKTİR. »

1986 Yılından İtibaren Azim Bir Tasarrufla Meydana Çıkan Tarikat: Aczmendi

Evet bir kuvve-i velayet 1986’dan itibaren işe el koymuş ve bir kısım Nur talebelerini acip bir cezbe ile Aczmendi Tariki isminin öne çıkmasına vasıta yapmıştır. 

Bu tarih Birinci Hizmet Devresi’nin 60 senelik tatbikatının neticesinde kaderi ve güzel bir meyvesi olan Aczmendi Tarikatı’nın belirgin bir hale geldiği tarihtir. 

Aczmendi Tariki, görünmez bir yazıyla yazılan bir sahifeye kimyevi bir madde sürüldüğünde meydana çıkan yazılar gibi önce 1921’deki Mesnevi-i Nuriye’de ve sonradan da 1931’de 4. Mektub’ta bahsedilen Aczmendi tariki bir azim tasarrufla meydana çıkmıştır. 

Risale-i Nur'un Dünü Bugünü ve Yarını

Risale-i Nur Hareketinin 3. Devresi Ne Zaman Başlayacak?

Üçüncü Hizmet Devresi ne zaman başlar bilemiyorum. Lakin 5. Mektup‘ta sarahatle emredildiği gibi İkinci Hizmet Devresi; Aczmendi Tarikatı perdesi altında feraiz-i diniyeye ve sünnet-i seniyyeye hizmet tarzında olacaktır.

Hatime

Daha evvel söylediğim gibi; 5. Mektub’un bu sırları 2014 yılında açıldı. Tatbikatından tam 28 sene sonra. Elhamdulillahi haza min fadli rabbi [Bu, Rabbimin bana olan ikramındandır lütfundandır. Neml suresi/40]

5. Mektub’un geri kalan kısmında da söylenecek sözler var:

“Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r. a. ) ve Şah-ı Nakşibend (r. a. ) ve İmam-ı Rabbânî (r. a. ) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. ” [5. Mektub]

Bu tesbit mücerret (soyut) bir iddia değildir. 

Çünkü Risale-i Nur dairesi manen onların dairesidir. İmam-ı Ali (r.a) ve Gavs-ı Geylani (r.a) dairesidir. 

“Bilirsiniz ki, Hz.Ali (r.a) o mucizevari kerametiyle ve Hz.Gavs-ı Azam (k.s), o harika keramet-i gaybiyesiyle sizlere bu sırr-ı ihlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkarane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar.”

Madem onların manevi tasarrufu altında hizmetler yürümektedir o halde hizmette Birinci Devre icra edilirken ismi geçen mübarek zatlar bütün himmetleriyle Birinci Hizmet Devresi’nin takviyesine çalışacaklardır. 

Bu icra edilen hizmet devresi İkinci Hizmet Devresi ise, bütün himmetlerini İkinci Hizmet Devresi’ne sarf edeceklerdir demekte bir hata yoktur. 

Ve hakeza Üçüncü Hizmet Devresi…

Hz. Üstadımız’ın tesbitine dayanarak diyorum ki; ismi geçen mübarek zevat-ı kiram hazeratı şüphesiz şu anda Risale-i Nur’un İkinci Hizmet Devresi’nin icraatını yapan Aczmendiler ile beraberdirler ve bütün himmetleriyle hizmetimizi takviye ediyorlar. 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alışveriş Sepeti
Scroll to Top