Aczmendi’nin Mahiyeti ve Hizmet Seyri

Abdülmetin Sayın

Âli olan hakikatin hatırı ve tarihe düşülecek şerh ve şahitlikler “Arifane işaretleri değil, aleniyeti icap ettirdiğinden” mezkûr süreçte “Ruhsatı tercih ederek hamiyetini sonraki yıllara saklayan ehl-i hizmetten hesap sormak” adına değil; aynı dönemde istihdam olunduğumuz hizmetin doğru anlaşılması ve bir kısım muvaffakiyetlere mazhariyetimizin “Tahdis-i nimet” manasında hatırlanması adına, iman-küfür mücadelesinin tarafıyız ve susamayız!

Fecirde tulu eden; asırların dehşetinden Allah’a sığındığı bir zaman. Fitne-i ahir zaman… Mühim işlerin, mühim eşhası, bir bir tarih sahnesinde yerini alıyordu…

Hitleri, Mussolini’si, Troçki’si, Mao’su, dünyanın dört bir tarafına vahşet, kan ve göz yaşı dağıtıyor, Dünya Deccalizm’in doğum sancılarını çekiyorken, hilafet merkezi Anadolu, tahribatı 1400 sene evvelinden ihbar edilen İslam Süfyanı’nı bekliyordu.

Dünya’da baş gösteren savaş yangının Anadolu topraklarına sıçradığı bir dönemde, 1400 sene evvelinden, İmam-ı Ali (ra) tarafından “aldatmakla iş göreceği” ihbar edilen Süfyaniyet, hilafet merkezinde tulû etti. Kıyamlar başladı, kıyımlar oldu.

Bu kıyam hareketlerinin en tesirlisi ve şümullüsü, programını üç devreye teksif eden Risale-i Nur’du. Tesirliydi; zira, o güne kadar bilinen usullerin haricinde bir tarz ve tatbiki vardı. Şümullüydü; zira Deccaliyet’in metaryalist fen ve felsefesiyle; Süfyaniyet’in toplumu manen zehirleyen münafıkane sinsi stratejisiyle meydana getirdiği yıkım ve tahribata mukabil, gerçekleştireceği tamir ve ihya hareketini devreler halinde programlamış  ve zamana yaymıştı.

Birinci devrede; İman hakikatlerinin neşriyle; “Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin alem-i İslam’dan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmişti.”

İkinci devrede; Telif edilen imanî hakikatler, Tatbikat-ı Aczmendi ile hayatlanmış; “Şeriatın icrası ve Sünnet-i Seniyyenin ihyasıyla” Süfyaniyet’in münafıkane yüzü ifşa olmuştu.”

Üçüncü ve son devresinde ise; İttihad-ı İslam’ın tesisi neticesinde, Mehdiyet hareketinin Deccaliyet’e atacağı son bir darbesi kalmıştır ki, o günler de çok uzak değildir, alametleri gözükmektedir, biiznillah…

Bu üç merhaleyle ilgili olarak ilk devredeki muvaffakiyetin izahına sanırım ihtiyaç yok. Zira ayan beyan ortadadır ki “İman hakikatleri neşr olmuş ve ehl-i iman dalaletten kurtarılmıştır.” Şu halde müsaadenizle, 1986/2002 arasındaki tarihi süreçten kısaca bahsederek Risale-i Nur hareketinin ikinci Devresinde Aczmendi’nin icra ettiği fonksiyonu ortaya koymak isterim.

İslam Halifesine yaptığı darbe ile Dünya Hilafet Merkezini ve Türkiye siyasetini işgal edip, her on yılda bir siyasi entrika ve askeri darbelerle hayatiyetini idame ettiren Süfyaniyet; Alevisi, Sünnisi, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi… hasılı “Kemalist tiplemesi” altında tek tipleştiremediği hangi kesim varsa, hepsine zulmetmiştir. En nihayet zulmünün zirve yaptığı, kemal bulduğu 90’larda da zevale meyletmiştir.

Risale-i Nur Hareketinin İkinci Hizmet Hamlesi Aczmendi'dir

İşte Süfyaniyet’in, ihanetle başlayıp, kan ve göz yaşıyla devam eden 70 yıllık bir süreç sonrasında kemale erdiğini düşündüğü bir anda, varlığını 1000 yıl daha sürdürmek iddiası ve hülyasındayken, gerçekleştirdiği son darbe girişiminin, kendisini tarih mezaristanına defneden bir merasime nasıl dönüştüğünü anlamakta acze düştüğünün sebebi; Risale-i Nur hareketinin ikinci hizmet hamlesi olan Aczmendi’dir. 

Süfyaniyetin, ihanetle başlayıp, kan ve göz yaşıyla devam eden 70 yıllık bir süreç sonrasında kemale erdiğini düşündüğü bir anda, varlığını 1000 yıl daha sürdürmek iddiası ve hülyasındayken, gerçekleştirdiği son darbe girişiminin, kendisini tarih mezaristanına defneden bir merasime nasıl dönüştüğünü anlamakta acze düştüğünün sebebi; Risale-i Nur hareketinin ikinci hizmet hamlesi olan Aczmendi’dir.

Tespitimizin isabet durumunun anlaşılması için (28 Şubat Darbesinin ayrıntılarına girmeden) o dönemde yaşananları net, anlaşılabilir bir tarzda formüle edelim isterseniz.

Malumunuz, zulüm üzerine kurulmuş bir sistem olmak hasebiyle Kemalizm’in her dönemde hasımları olmuş ve Kemalizm belirli periyotlarla hasımlarıyla mindere çıkmıştır. Doğrusu “Mindere çıkmıştır” tabiri münafıkane hareket eden, hamlelerinde alçaklıktan başka kural bilmeyen Kemalist ideoloji için pek münasip düşmese de hadi öyle kabul edelim.

90'lı Yıllarda Kemalizm ile Gerçek Anlamda Mindere Çıkan Aczmendiler İdi

İşte yine böylesi bir periyotta, 1990-2000 yılları arasında, Kemalist sistem hasımlarıyla mindere çıktı. İşin doğrusu -hasbi bir tarzda- Kemalizm ile mindere çıkan Aczmendi’den başkası değildi ya, hadi öyle kabul edelim…

Hasımlarından siyasi olanlar; 28 Şubat MGK’sında terlemeden ileri geçmeyen bir tepki verip, milletin onlara emanet ettiği hükümet koltuğunu bırakıp, kenara çekildiler mi? Evet.

Bir başkası, değil minderde, seyirciler arasında olduğu halde, seçimle gelmiş hükümete mukabil Paşaları alkışlarken, “olmaya ki başımıza bir hal gele ne olur ne olmaz” diyerek; Ümmet-i Muhammed’in yardımlarıyla teşekkül etmiş okul, vakıf, dernek ve dershanelerin anahtarını Kemalistlere teklif etmekle beraber, memleketten kaçıp gitti mi? Evet.

Yine o çetin günlerde “Bin yıllık bir kutsi silsilenin bu günkü temsilcileri olduğunu iddia edenler” medrese eğitimlerini yarıda kesip, sarıklarını koltuklarının altına alarak evlerine çekildiler mi? Evet.

Peki ya gençlerimiz? Üniversiteleri dolduran ve milyonları bulan mücahide (!) ve mücahid (!) gençlerimiz…! Onlar ne yaptılar? Farz olan tesettürlerini ve namazlarını diplomayla takas ettiler mi? Evet.

Ve yine hatırlayın; mü’minlerin tasarruflarıyla palazlanmış bir kısım sermaye kesimleri vardı o dönemde… Onlar da “Yeşil” “Kırmızı” sermaye taksimi sonrası, daralan piyasaları sebebiyle ürküp yurt dışına kaçtı mı? Evet.

Velhasılı; değil minderde, seyirciler arasında olduğu halde Kemalizm’in gözüne kestirip de hizaya getirmediği bir kesim var mıydı? Yoktu.

O halde bugün Kemalizm’in sırtı yerdeyse, fasit ideolojisinin dayandığı yasalar içtimaiyattan ve tatbikattan silinmiş ve silinmeye devam etmekteyse; bunun vesilesi, meydanı ve minderi terk edenler olabilir mi? Elbette olmaz.

Şu hâlde bu mağlubiyete vesile; “Minderi terk etmeden ve sırtı yere gelmeden ayakta kalmış” bir pehlivan lazım.

Şimdi diyeceksin ki, “Hani Kemalizm münafıktı, hasmıyla mindere çıkacak kadar mert değildir.” Doğrudur… Lakin 70 yıldır milletine karşı dessasane ve alçakça hamleler yapan Kemalizm, sonunda gözüne kestirdiği, “Mindere çıksam herhalde bunu alt ederim” dediği, aciz ve fakir bir cemaat olarak bulmuştu Aczmendi’yi. Hesaba göre onu kolayca alt edecek ve bu vesileyle tüm islamî camiaya gözdağı verecekti.

Ah bir bilseydi; Aczmendi, kudretini, acz’den; gınasını fakr’den alan bir cemaatti. Bilemedi… Zira onu kendisine küçük gösteren İlahi Hikmet; Kemalizm’i mindere çekip, münafıkhane, din düşmanı suretini tüm seyirciye ifşa etmek istemişti.

Evet, bu durum birçokları açısından daha ne kadar sonra anlaşılır bilemiyorum. Lakin tarih şahadet edecektir ki; Laik Kemalist rejim, mindere çıktığı ilk ve son harbinde, hücum ettiği hasımlarından ilki Aczmendi’ydi. Kemalizm’in bu hamlesine mukabil Aczmendiler en ufak bir gevşeklik göstermeden, her türlü bedeli de göze alarak, baş eğmemiş ve (biiznillah) galip gelmiştir.

Sonraki süreçte bizlere “Piyon” lekesi sürmeye çalışan o günün sözde mücahid (!) Erbakan Hükümeti, bizleri Kocatepe mevlidinden alıp, hükümet olmanın bir diyeti ve Kemalizm’e hoş görünmenin bir rüşveti olarak tevkif etmişti.

Ve yine hatırlayın; o günün sözde nurcusu, bugünün FETÖ’cüleri; cami saflarından bizleri bir bir ayıklayıp toplayan Polis memurlarına ‘müspet hareket’ adına kolaylık göstermişti.

Evet, Aczmendiler o günlerdeki tüm yalnızlıklarına rağmen, Kemalizm’in “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” dediği devrim kanunlarına baş kaldırıyor, İskilipli Atıf Efendi misal alimlere reva görülen dar ağacının gölgesinden başka gölgeye sığınmadan, Bediüzzaman’ın (ra) dillere destan 35 yıllık sürgün ve işkencelerle dolu hayatından, küçük bir kesiti hissetmeyi cana minnet biliyordu.

Birilerinin resmi, lüks ve şatafatlı dershaneleri kadar kıymetli olmasa da köhne, yıkık dökük dergahlarının değil anahtarını teslim etmek, mühür-lenen kilitlerini kırarak, derslerine ve zikirlerine devam ediyordu.

Rejimin Azad Kabul Etmez Köleleri Nerede? Nerede Bu Mahkumlar?

Yine birileri gibi “Bu zamanda sarık fitnedir.” demiyor… “fesad-ı ümmet zamanında şeaire taalluk eden sünnetlerdeki bin şehidin ecrini” nazara veren Üstadlarına (ra) itimat ile “zilletle yaşamaktansa, izzetle öleceğini”, “Laik Kemalist sisteme hücreleri adedince muhalefet edeceğini” DGM’lerde bizzat hakimlerin yüzüne haykırıyordu. Bu kararlı tutum karşısında DGM Hakimleri(!) cübbesini çıkarıp salonu terk ediyordu.

Kemalistlerin kendilerini en kuvvetli gördükleri ve muhaliflerine en yüksek bedel ödettikleri DGM’lerde; değil en ufak bir zafiyet göstermek, bilakis; “Rejimin azad kabul etmez köleleri nerede? Nerede bu mahkumlar?” diyerek, Kemalistlerin ruhlarındaki esareti, iradelerindeki mahkumiyeti bizzat yüzlerine çarpıyordu.

Çok daha fazlasını yazıp konuyu uzatmayacağım. Bunlar misal yüzler kahramanlık destanı “Aczmendi Tarihçekitabında mevcut olduğu gibi, şahitleri de hayattadır ve aramızdadır.

Kara Rengi Aczmendilere Kader'den Çalınmış Bir Nurdur

Aczmendi’nin “Kudretini, acz’den; gınasını fakr’den almaktaki” sırrını anlayamayanlar ve anlamaya da hakkı olmayanların, o günlerde ve el’an da bizler için “Provokatör” “Askerin adamı” “Derin devlet” “MİT’in cemaati” dediklerinin sebebini şuradan anla ki;

O çetin dönemlerde hasbelkader bir iki erkek kelamı etmek yanlışlığında(!) bulunanlar, haklarında açılan soruşturmalar sonrası ya balolarda dans partneri arıyor veya kaçacak ülke seçiyor veyahut kendisi için ev hapsine rejimi ikna etmek çabasıyla rapor peşinde koştuğu bir vasatta, bizler “Şeriat istemenin cezası” olarak karşımıza çıkarılan “tabutluk cezaevlerini” gülerek karşılıyor; hücrelerde “Yusuf’un Medresesi, lalelerin bahçesi…” marşları okuyor; kısacası minderin hiçbir karışındaki mücadeleden geri durmadan, habire Kemalizm’e kol atıp, ense vurup, çelme takıyorduk. Şimdi anladın mı, Aczmendilere yapılan yakıştırmaların hikmetini?

Aczmendi'nin Mahiyeti Kara Rengi Aczmendilere Kader'den Çalınmış Bir Nurdur​

Zira, biz “Ak bilinsek” bir çokları zifiri karanlığa gömülecek. 

Onun içindir ki, bizlere ne kadar kara çalınsa, geriye kalanlar o derece pak bir vaziyet gösterecek.

Kaldı ki, “kara bize kaderden çalınmış bir nurdur” ve biz ondan hiç şekva etmedik.

Şimdilerde “Darbe mağduruyuz” diye mahkeme koridorlarında müdahillik dilekçesi dolduranlar… 

Stadyumlarda hafızlık ve hocalık merasiminde bulunanlar… 

Dünya çocuklarına türkü söyletip, raks ettirmeyi Mehdiyet Programı sananlar… 

Palazlanıp TÜSİAD’la boy ölçüşecek sermayeye kavuşanlar… 

Okul diplomalarını alıp, üst düzey bürokraside caka satanlar… 

O çetin günlerde yaptıklarımızı küçük kafalarına, sinmiş yüreklerine, daralmış ruhlarına ve kirlenmiş kalplerine sığdıramadıklarından, “Hakiki imanı elde etmekle, kainata meydan okunacağına” ihtimal vermiyor; “ancak derin devlete dayanmakla bu derece pervasız olabileceğimizi” düşünüyorlardı.

O çetin günlerde korkaklığın adı; “sırren tenevveret

Yalakalığın adı; “müspet hareket

Zulme sessiz kalmanın adı; “basiret

Hizmetin adı; “zilletli bir hayatı, izzetli bir ölüme tercih etmek” olduğundan, bizler için tek tanımlama kalıyordu; PROVAKATÖÖRRRR…

Halbuki haklarında açılmış üç yüzü aşkın dava neticesinde, Aczmendilerin her birinin en az iki yıl “Medrese-i Yusufiye” hayatı olmakla beraber, Aczmendiler verdikleri mücadeleyi neticesiz bırakmamış; 450 milletvekilinin imzasına rağmen meclisin altından kalkamadığı “kıyafet yasasını, AİHM’den iptal ettirmiş” bir başka devrim yasası olan “tekke ve zaviyelerin faaliyetiyle ilgili serbestiyeti” mahkemelere tescil ettirmiş ve dahada önemlisi; Uluslararası ve ulusal mahkemeler nezdinde bir “İnanç Hareketi” olduğu tescillenmiş bir tarzda; Sünnet-i Seniyye’nin şerafetini üzerinde taşımaya devamla; Kur’an, Hadis ve Risale-i Nur derslerinin tahsil ve talimini aralıksız sürdürmektedirler.

İşte şimdi anladın mı Süfyaniyetle mindere çıkıpta ayakta kalanın kim olduğunu? Ve bildin mi 28 Şubat’ın nimetlerine eriştiğin şu günde bu işin çilesini kimlerin çektiğini?

Ey 28 Şubat vesilesiyle nimete erişenler! İçinde bulunduğunuz nimetteki hakkımızı teslim etmeseniz de elinizdeki nimetin şükrünü mutlaka eda edin! O nimetin şükrü ise; onu Allah yolunda sarf etmektir. Taa ziyadeleşsin…

Ziyadeleşsin ki, tağuti sistemin son kalıntıları da Anadolu topraklarından sökülmekle; pak Şeriatı hak edecek, güzel nesiller yetişsin ve Mehdiyet’in üçüncü ve son devresi; İttihad-ı İslam gelsin.

Fiemanillah

Picture of Abdülmetin Sayın
Abdülmetin Sayın

Fihriste

Yorum bırakın

Scroll to Top