Sevineceğin Bir Haber Var
(Hulusi Aşlamacı)
Bismihisübhanehu…
Kaderi ilahinin sevki ve Risale-i Nur’daki istihdamın bir neticesi olarak, sene 19994’te Bursa’daki üç ayrı dergahtan (Mesken, Gürsu, Elmalı Bahçe) Terörle Mücadele Şubesine götürüldük. İsnat edilen suçlar: Tekke Zaviye Kanununa muhalefet, Kılık Kıyafet Kanununa muhalefet, Demokratik Laik rejime karşı gelmek ve Süfyan’a hakaret…
Seyfullah Efendi, Malatyalı Musab Çolak abi, Enes Efendi, Kenan gardaş ve ben 7 maddeden, diğerleri de 5’er maddeden yargılanıyorduk.
Terörle Mücadeledeki polisler ifademizi alırken, 5816’ya mesnet teşkil edecek ifadeleri elde etmek için Derviş Ahmet’in üzerine fazlaca gitmişlerdi. O da; “Rejimi de onu kuranı da… günde 500 defa…” diye silsileli bir şekilde devam eden biraz ağırca küfürlü ifadeler vermiş. Biz de sorgumuz esnasında “Derviş Ahmet bizden daha fazla ceza alıp içerde yalnız kalmasın” düşüncesiyle aynı ifadeyi imzaladık…
Mahkeme başkanı, her birimize söz verirken, bu ağır ifadeleri -hafif tebessüm ederek- tekrar tekrar okumak durumunda kalıyordu. Duruşma bitti, Bursa cezaevine tevkif edildik.
Vali sıkı sıkı talimat vermiş; “Bunlar DHKP-C’den tehlikeli, saçlarını sakallarını kesin, ayrı ayrı koğuşlara atın” demiş.
Cezaevine girişte asker arama yapıyor. Paçadan başladı, yukarıya doğru çıkıyor. Diz kapağını geçince bileğinden yakaladım. Bir daha denedi. Ben yine bileğinden yakalayınca. Seyfullah Efendi; “Eline ver de …. görsün” dedi. Asker bunu duyunca, ısrarından vazgeçti.
Cezaevi müdürü, aldığı talimat gereği bir tezgah kurmuş. Bizi müşahedelerin orada böldüler. Saç ve sakallarımızı şehit ederken, attığımız nağraları duyan ülkücü adli mahkumların camları kırarak bizi desteklediklerini koğuşa geçince öğrendim.
Seyfullah Efendi, Enes Abi, Musab abi, Kenan ve Cebrail’i bir müşahedeye ani bir hamleyle aldılar. Sonra da bizleri ayrı ayrı müşahedelere kapattılar. Onların saç sakal cihadı iki gün sürdü. Akabinde hepsini hücre hapsine aldılar.
Cebrail, Dua Zamanı Değil, Yılan Tekniğini Göster
Seyfullah Efendi’den dinlemiştim; 60 gardiyan bizim üzerimize geldiğinde; Siyah kuşak tekvandocu olan Cebrail’i bir hal basmış. Ellerini açmış dua ediyor ve salavat getiriyor. Yumruklar tekmeler havada uçuşuyor. Seyfullah Efendi Cebrail’e bağırıyor: “Cebrail, dua zamanı değil, yılan tekniğini göster.” Arbede sonrası onların da saç ve sakallarını kesilmişler. Sarık ve cübbelerini almışlar.
Koğuşlara bir hafta sonra alındık. Her birimizi adli mahkumların olduğu ayrı ayrı koğuşlara attılar. Benim bulunduğum koğuşun mümessili eski ülkücü Reşat Çağlayan (Allah mekânını cennet etsin) kibrit kutusu ile birkaç kişinin yerini öğrendi. Biraz rahatlamıştım.
15-20 gün geçmişti. Gardiyan seslendi: “Avukatlarınız gelmiş.” Gelen avukatlar, Hasan Mezarcı’nın avukatlarıymış. Maltada ilk defa Seyfullah Efendi ile karşılaştık. İkimizi çağırmışlardı. Hiç konuşmadık, çünkü tanınmaz haldeydik. Bu vaziyetin bizi sürüklediği hazin hissiyat, tek kelam ettirmedi.
Avukatlar kendilerini tanıttı ve Türk ceza kanununa göre, 5 ila10 yıl arası ceza almamamız için ifadelerimizi geri çekmemiz ve pişman olduğumuzu ifade etmemiz gerektiğini söylediler. Sonra Abdullah Çiftçi geldi. O da aynı tavsiyede bulundu. İlk mahkemeye Bursa’daki tüm gardaşlar gelmişlerdi. Yavuz Bey bizim için bir avukat daha tutmuştu.
Ve mahkemedeyiz…
Savcı, iddianameyi okuyor. Kimsenin umurunda değil. Benim gözüme dedem takılmış. Seyfullah Efendi’nin babası İsmail amca da orada.
Bizim avukat TCK’ya göre iddianamede istenen cezaların fazla olduğunu, Ferhat ve Mustafa gibi yaşı küçüklere 2.5 yıl, diğerlerine 5 yıl, dergah sorumlusu Seyfullah Efendi, ben ve Kenan gardaşın 10 yıl ile yargılanması gerektiğini (*) söyleyince İsmail amca (Allah mekanını cennet eylesin) bizim avukata dönerek:
“Ulan sen savcı mısın avukat mı?” diye kükredi. Tabi ortalık karıştı. Mahkeme bir sonraki duruşmaya kadar ertelendi. Davanın sonucunda içimizde en fazla Seyfullah abi 4 ay yattı. Biz üç ay. Hepimiz çıkmıştık. Ama vakıf olarak kalacak yerimiz yoktu. Musab abi, çocukları Malatya’ya gönderdi. Biz çaycı Mehmet Abi’nin ve Musab Abi’nin evinde kalmaya başladık.
Bursa Valisi kafayı bizlere takmıştı. Çıktıktan sonra bizler4-5 kez daha terörle mücadeleye götürüp getirdiler. Sarık, cübbe ve asa yetişmiyordu. Onlara el koyup, bizi serbest bırakıyorlardı. Enes abinin sarık, cübbe ve asa imalatında uzmanlaşması o günlere dayanır.
Sonra vali Hüseyin Üzmez’in arkadaşıymış. O devreye girmişti sanırım.
Bizleri hiçbir ihtiyarımız ve gücümüz olmadığı halde, bu derece az bir bedelle ve böyle yüce bir işte istihdam eden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. (Amin)
Malatyalı Hulusi Aşlamacı
(*) Aciptir; avukatlarımız ekser mahkemelerimizde hakkımızda berat talep etmeyi abesle iştigal görüyorlardı (Abdulmetin)
Seyfullah Efendi’den dinlemiştim; 60 gardiyan bizim üzerimize geldiğinde; Siyah kuşak tekvandocu olan Cebrail’i bir hal basmış. Ellerini açmış dua ediyor ve salavat getiriyor. Yumruklar tekmeler havada uçuşuyor. Seyfullah Efendi Cebrail’e bağırıyor: “Cebrail, dua zamanı değil, yılan tekniğini göster.” Arbede sonrası onların da saç ve sakallarını kesilmişler. Sarık ve cübbelerini almışlar.
Koğuşlara bir hafta sonra alındık. Her birimizi adli mahkumların olduğu ayrı ayrı koğuşlara attılar. Benim bulunduğum koğuşun mümessili eski ülkücü Reşat Çağlayan (Allah mekânını cennet etsin) kibrit kutusu ile birkaç kişinin yerini öğrendi. Biraz rahatlamıştım.
15-20 gün geçmişti. Gardiyan seslendi: “Avukatlarınız gelmiş.” Gelen avukatlar, Hasan Mezarcı’nın avukatlarıymış. Maltada ilk defa Seyfullah Efendi ile karşılaştık. İkimizi çağırmışlardı. Hiç konuşmadık, çünkü tanınmaz haldeydik. Bu vaziyetin bizi sürüklediği hazin hissiyat, tek kelam ettirmedi.
Avukatlar kendilerini tanıttı ve Türk ceza kanununa göre, 5 ila10 yıl arası ceza almamamız için ifadelerimizi geri çekmemiz ve pişman olduğumuzu ifade etmemiz gerektiğini söylediler. Sonra Abdullah Çiftçi geldi. O da aynı tavsiyede bulundu. İlk mahkemeye Bursa’daki tüm gardaşlar gelmişlerdi. Yavuz Bey bizim için bir avukat daha tutmuştu.
Ve mahkemedeyiz…
Savcı, iddianameyi okuyor. Kimsenin umurunda değil. Benim gözüme dedem takılmış. Seyfullah Efendi’nin babası İsmail amca da orada.
Bizim avukat TCK’ya göre iddianamede istenen cezaların fazla olduğunu, Ferhat ve Mustafa gibi yaşı küçüklere 2.5 yıl, diğerlerine 5 yıl, dergah sorumlusu Seyfullah Efendi, ben ve Kenan gardaşın 10 yıl ile yargılanması gerektiğini (*) söyleyince İsmail amca (Allah mekanını cennet eylesin) bizim avukata dönerek:
“Ulan sen savcı mısın avukat mı?” diye kükredi. Tabi ortalık karıştı. Mahkeme bir sonraki duruşmaya kadar ertelendi. Davanın sonucunda içimizde en fazla Seyfullah abi 4 ay yattı. Biz üç ay. Hepimiz çıkmıştık. Ama vakıf olarak kalacak yerimiz yoktu. Musab abi, çocukları Malatya’ya gönderdi. Biz çaycı Mehmet Abi’nin ve Musab Abi’nin evinde kalmaya başladık.
Bursa Valisi kafayı bizlere takmıştı. Çıktıktan sonra bizler4-5 kez daha terörle mücadeleye götürüp getirdiler. Sarık, cübbe ve asa yetişmiyordu. Onlara el koyup, bizi serbest bırakıyorlardı. Enes abinin sarık, cübbe ve asa imalatında uzmanlaşması o günlere dayanır.
Sonra vali Hüseyin Üzmez’in arkadaşıymış. O devreye girmişti sanırım.
Bizleri hiçbir ihtiyarımız ve gücümüz olmadığı halde, bu derece az bir bedelle ve böyle yüce bir işte istihdam eden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. (Amin)
Malatyalı Hulusi Aşlamacı
(*) Aciptir; avukatlarımız ekser mahkemelerimizde hakkımızda berat talep etmeyi abesle iştigal görüyorlardı (Abdulmetin)
Sevineceğin Bir Haberim Var Hulusi
Bursa Cezaevinde tutuklu bulunan bir koğuş mümessilinin, Hulusi’nin tahliyesinden bir müddet sonra gönderdiği mektuptan bir parça:
“… Sevineceğin bir haberim var. Cemaatımız, 19’a ulaştı. Namazımızı koğuşta kılamaz hale geldik. Öğlen ve ikindi namazlarını bahçede kılıyoruz…”
Reşat Çağlayan