Fatih Cumhuriyet Savcılığına
(Müslim Gündüz - 1994)
Taraf Dergisi mülakatı münasebetiyle, Fatih Savcılığının hazırladığı iddianameye mukabil, Elaziz’den gönderilen müdafaa’dır
MAHKEME | TARİH | GEREKÇE | MADDE | HÜKÜM |
İstanbul 1 No’lu DGM | 1994 | Taraf Dergisi Mülakatı | 312-2 | 24 AY |
Fatih 2. Asliye Ceza | 1994 | Taraf Dergisi Mülakatı | 312-2 | 48 AY |
Fatih Cumhuriyet Savcılığına;
Haftalık Taraf dergisinin 2. ve 3. sayılarında benimle ilgili bir röportaj neşredildi.
Mülakat; Asliye Cezada görülen bir dava münasebetiyle İstanbul’a gittiğimde, kaldığım eve gelen Taraf muhabirleriyle aramda cereyan etmiştir.
Ben Elhamdülillah Müslümanım. Meşreben, Risale-i Nur talebesiyim. Mezheben Hanefiyim.
Memleketimiz olan Türkiye toprakları üzerinde en ufak anarşik bir hadiseye, bir kişinin dahi burnunun kanamasına, ahlaksızlığa ve her türlüsüyle sefalete, meslek ve meşrep olarak muhalif bulunmaktayım.
Bu itibarla hakkımda iddia edilen “Basın yoluyla halkı din farklılığı gözeterek açıkça tahrik…” suçunu şiddetle reddediyorum.
Bir insan bütün hayatını vatanın huzur ve selameti için harcasın da, onun hakkında böyle bir ittihamda bulunulsun, bu ne kadar ağır ittihamdır elbette bilinir.
Amma mülakatta geçen “Bombayla geldiler, bombayla gidecekler.” Tabiri arkası ve onu kesik olarak yazının başlığındaki gibi söylenmemiştir. Konuşmamın içerisinde aynen şöyle geçmiştir;
“Ben şimdi düşünüyorum böyle 206 köyü bombalayarak gelen insanlara Allah şimdi bir iki yere bomba atmakla işe başlatıveriyor. Kim utanırsa utansın! Ceza cinsi ameldir! Çünkü olanlar, bunu yapanlar; ‘Yahu biz ne etmiştik, ne yapmıştık, bunlar bizim milletimizdi, bunlar korumasız insanlardı. Suç ise şayet, onu da yapan başkasıydı. Biz bunları, nasıl yumurta ezer gibi ezip geçtik.’ diye henüz tövbekar olmamışlardı. Tövbe kapısı açılmadı onlara. Öyle olunca Allah; ‘ceza cinsi ameldir’ kaidesini buna tatbik ettiriyor. ‘Top ile, bomba ile geldiniz; top ile, bomba ile gideceksiniz!’ Ne yapalım? Tövbekar olun. Belki Allah tövbenizi kabul eder. Meclise, milletin önüne çıkın deyin ki; ‘Yanlış ettik. Estağfirullah. Tövbe, biz Müslüman olduk.’ O zaman belki, Allah onların inine, dinine bomba koymayı nasip etmez. Çünkü eğer öyle bir şey yapacak olurlarsa cezadan kurtuluyorlar.”
Sözün burasında, mevzuunun dışına kısa bir çıkış yaptıktan sonra tekrar mevzua dönmek istiyorum.
Dünya tarihinde, düşünce ve kanaatlara, bilhassa dinî kanaatlara karşı uygulanan tahakküm ve tecziye meselesinde, Cumhuriyet Türkiyesi’nin müstesna bir yeri vardır.
“Allah-u Ekber” demek yasak, “Tanrı uludur” diyeceksiniz…
Geniş elbise Şalvar giymek yasak, pantolon giyeceksiniz…
Çarşaf giymek yasak, açık saçık gezeceksiniz…
Dinî tedrisat yasak, Darvinizm nazariyesini okuyacaksınız…
Şunu değil bunu seveceksiniz…
Nikahınızı benim istediğim şekilde kıyacaksınız…
Oğlunuza benim müsaade ettiğim isimleri takacaksınız… vb. misalleri yüzlere çıkarmak mümkün.
Şimdi sanık, hakim, savcılık bir tarafa; insan olarak hangi ırk ve dinden olursa olsun; hangi insan (eğer insansa) bu gibi ferdin vicdanını ilgilendiren hususlardaki tahakkümlere güzel bir iştir diyebilir?
Ben çocuğuma Ubeyd ismini koymak için nüfus dairesine gittim. Memur bey bir liste çıkardı baktı ve sen bu ismi oğluna koyamazsın dedi. Çünkü bu isim listede yok…
Peki Bulgar rejiminin tercih ettiği ismi, Bulgaristan’daki Müslüman çocuğuna vermek mecburiyeti; bizi topyekûn, devletçe rahatsız ediyor ve insan hakları ihlali sayılıyor da, bizde olunca medeni bir terakki mi oluyor? Devletin meşru bir hakkı mı sayılıyor?
Bu çıkıntı ile şuraya gelmek istiyorum;
Adliyenin elinde bir kanun var. Adliye mensubu olan sayın Hâkim ve savcıların vazifeleri bu kanunları tatbik etmektir. Mecburi veya değil, artık önümüzde hazır bulduğumuz bir kanunlar silsilesi var ki, biraz evvel sadece bir-iki misalini verdiğim; 60 milyon insanı sürü haline getiren, hatta evladına arzu ettiği ismi koyma hürriyetini dahi elinden alan cebri kanunlardır.
Bunların tatbikinde gayet teenni ile hareket etmek bir zaruret olarak ortaya çıkar kanaatindeyim. Mesela; Şapka kanununa göre 60 milyon insanın şimdi şapka giymesi mecburidir. İyi ama bu kanunun tatbiki bugünün Türkiye’sinde hangi insafa sığar ve nasıl olur?
İşte mevzuumuza dönerek diyorum ki:
Ben, ilim noktasında, itikad noktasında ve içtimai bir yara nokta-i nazarından cemiyetimizde oluk oluk akan kanları durdurmanın bir reçetesini beyan ediyorum. Bu hususta kaderin bazı sırlarını beyan ediyorum. Yani diyorum:
Ey Ulul-emr, Ey bizi idare edenler; devleti milletle barıştırın. 60 milyon insanı değnek zoruyla bir yere götürmek mümkün değildir. Mazide olmuş geçmiş büyük katliamların, o günün şartlarından kaynaklandığını, bu arada birçok yanlışlar olduğunu, devletimizin bundan sonra böyle kanunsuz katliamlara girmeyeceğini beyan ederek devleti yüceltiniz.
Eğer böyle yapmazsanız kendinize de yazık edersiniz, devletimize, milletimize de yazık edersiniz.
Kaderin bir ince cilvesidir ki; ekseriyetle kim kime hangi vasıtayla zulmetmiş ise ileride aynı muameleye maruz kalacaktır. Topla tüfekle zulmetmiş ise yine topla tüfekle karşılık görecektir. Onun için bir an evvel bu hatalı yoldan dönmek lazımdır…
İşte bütün detaylarıyla benim mülakatımın mahiyeti budur.
Bu samimi ve cidden vatanın göz göre göre kana gömülmesinden dolayı dilhun olmuş bir vatandaş olarak; bu gibi ikazlarda bulunmanın hangi kışkırtmayla veya hangi tahrik ile alakası olabilir?
Ben din farklılığı gözetilerek ezildiğimizi söylüyorum. Bundan dolayı feryat ediyorum, yaka silkeliyorum; hakkımda din farklılığı gözeterek insanları kışkırtıyor diye dava açılıyor.
Ey yeri göğü yaratan, sen işimiz hall-u fasl eyle. Amin.
Hasbünallahi ve ni’mel vekil.
Müslim Gündüz 1994